30 Mart 2010 Salı

TARİHTEN GÜNÜMÜZE; AVRUPA

           ‘Avrupa dünyanın en eski kıtası. Asyalıların büyük göçüne engel olamayarak yeni kavimlere beşiklik etmiş. Derebeylerin ve engizisyonların vahşetini Reform ve Rönesanslar gidermeye çalışsa da, buluşlar ve keşifler sonrası Afrika’dan Asya’ya Amerika’ya tüm dünyayı sömürgeler arenasına dönüştürmüş. Haçlı seferleri yanında kıta büyük ve kanlı savaşlara sahne olmuş. Buhar, mıknatıs, fen, kimya, yerçekimi, pusula sonrası makineleşme ile Sanayi devrimini bir sonraki yüzyılda Endüstriyel gelişmelerle perçinlemiş. İnsan hakları, demokrasi ve aydınlanma fikirleri uluslaşma sürecini doğurarak tarihe mal olmuş imparatorluklar son bulmuş. Son olarak kendi içerisindeki hesaplaşmasını 2 Dünya savaşına dönüştürerek haritalar yeniden çizilmiş. Yetmemiş 2000’lere doğru Soğuk Savaş bitiminde Doğu-Batı Avrupa arasındaki duvarlar kalkarak haritalar yeniden çizilmiş. 20. yy. ortalarında başlatılan ‘Avrupa Birliği’ yolculuğu 21.yy. içerisinde kıta Avrupası’nın bütünüyle birleşmesine ‘Birleşik Avrupa’ya çok az kalmıştır.’

Avrupa Tarihine Genel Bakış

Kültür Tarihinin beşiği, evrensel değerlerin potası, uzun süre dünyanın, merkezi olmasını sağlayacak buluşların sahibi olmuş eski dünya; inançları, siyasi fikirleriyle, teknolojisiyle sınırlarının çok ötesini de etkilemiştir. Tarihin, gelip-geçen imparatorlukların ve türlü milliyetlerin etkisi doğrultusunda çizdiği sınırlarıyla Avrupa, bir coğrafya konusu olmaktan öte, tarihin bir ürünüdür.

MÖ l000 yılın başında Avrupa sırayla Slavlar, Keltler, Germenler, Etrüksler, İtalyanlar, Yunanlar tarafından işgal edilmiştir.

MS I. yy’da Roma’nın hakimiyeti İngiltere’nin kuzeyinden Fırat Havzasına kadar bütün Avrupa ve Asya’yı hatta Kuzey Afrika’yı topraklarına kattı. V. yüzyılda da yıkıldı.

VI, VII, VIII. yy’ların sarsıntıları sonucu içlerine kapanmaya itti.

XI, XII. yy’da Müslümanların işgallerini sona erdirerek, eski topraklarını geri aldılar.

XIV. yy’dan XX. yy’a kadar Avrupa bitip tükenmek bilmeyen savaşlara sahne oldu.

        (Orta Avrupa yüzyıllardır Slav yayılmasıyla-Alman yayılması, Hıristiyan ülkelerle-Türk akınlarının karşılaştığı bir yerdir.) 1300’lü yıllardan sonra çıkan anlaşmazlıkların temelini Din olgusu oluşturuyordu. Papalığın ve kilisenin itibarını kaybetmesi yüzünden 300 yıl boyunca anlaşmazlık ve sıkıntılar yaşandı. Dinde ve Kilisede Reform fikri XVI. yy’da radikal bir şekil aldı. Avrupa kıtasını ikiye böldü. Kuzeydeki ülkeler Protestanlığı, Güneyde kalanlar ise Katolikliği seçti.

XVII.yy’da Avrupa çok belirgin bir kültürel kalkınmayla Rönesans’ı gerçekleştirerek entelektüel, bilimsel, sanatsal canlılık yaşadı.

XVIII. yy. Aydınlanma dönemi, Avrupa’da büyük bilimsel atılım ve eleştirisel aklın egemenliği sonucu 1789’da Fransa devrimi ve arkasından Napolyon dönemi eski monarşiler Avrupa’sını alt üst etti. ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ fikirleri dünyaya yayılmaya başladı.

1760’larda I.Sanayi Devrimi, 1880’lerde de II.Sanayi Devrimi yaşandı. Bu devrim eski gelişmiş ülkelerle yeni sanayileşen ülkeler arasındaki gerginliği artırarak, 1914 yılında I.Dünya Savaşını getirdi.

1917’de ABD itilaf devletlerinin (Fransa, İngiltere, Rusya, Sırbistan) yanında savaşa girdi. Rusya, Ekim devrimi sonrası çekildi. (Bolşevik ihtilali ve Doğu Avrupa’daki gelişmeler yakın tarih açısından daha detaylı olarak alt satırlarda ayrı bir başlık olarak ele alınacaktır.) ABD desteğiyle İtilaf devletleri savaşın galibi oldular. İnsan kaybı ise 8 milyon ölü, bunun 2 milyona yakını Alman, 1.5 milyona yakını Fransız, bir o kadar da sakat ve yaralı var.

I. Dünya Savaşı sonrası kurulan demokrasiler güçsüz kalarak Totaliter rejimler ön plana çıkarlar. Stalin-SSCB’de Komünist Diktatörlük, Mussolini-İtalya’da Faşist Diktatörlük, Hitler Almanya’da Nazi Diktatörlüğü kurdular. Sonuç olarak Dünya II. Savaşını yine Avrupa kıtasında yaşar. Savaşın Bilançosu;  l. Dünya Savaşının tam 4 katı, 35 milyon Avrupalı olmak üzere 50 milyon ölü, bunun 20 milyonu SSCB vatandaşı. Avrupa ölçeğinde korkunç bir yıkım ve çok büyük maddi hasar da işin cabasıydı. (6 milyonluk Yahudi soykırımı da bu rakamlar içersinde yerini alır.) Sanayi üretimi yarı yarıya düştü. Altyapılar tamamen yeniden inşa edilmeye ve büyük çapta onarılmaya muhtaç hale gelmişti. Böyle bir felaket Avrupa’yı yoksullaştırmış iyice çaptan düşmüş ve savaşta galip çıkan iki büyük gücün (ABD-SSCB) vesayetini kabul etmek zorunda kalmıştır.

1961’de inşa edilen Berlin duvarı soğuk savaşı iyice yoğunlaştırmış Kruşçev tarafından başlatılan yumuşama politikası iyice bunalıma neden olur. 1956’da Macaristan’da ayaklanma bastırılır, 1968’de Çekoslovakya işgal edilir. 1989 yılında Berlin duvarının yıkılması sonucu başlayan çözülme 1990–1991 yılında ard arda gelerek SSCB dağılır. Bu dağılım sonucu bir yandan Balkanlarda geçen yüzyıl anlaşmazlıkları yeniden ortaya çıkarak savaş olurken, bir yandan Avrupa global olarak ortasında güçlü bir Almanya’nın bulunduğu birliğini kurar. (1)

(Homojen yapı içeren küçük devletlere doğru gidiş 20.yy’ın sonlarına doğru gerçekleşecektir. 2 Almanya birleşirken, Çek ve Slovaklar ayrı devlet, Yugoslavya ise 6 devlet doğuracaktı.)

Doğu Avrupa’da ki Gelişmeler

Doğu Avrupa, geçit ve kavşak noktalarının birbirine bağladığı ovalar ve dağlardan oluşur. Orman ve Tarım Potansiyeli yanında önemli madenleri ve enerji kaynakları mevcuttur. XX. yüzyılın başına kadar sanayi devrimi bu bölgeye ulaşmamış, Rusya’da sosyalist sistemin (1917) kurulması sonrası sanayi hamlesi ile tanışmıştır.

            I.Dünya Savaşı sona ermeden Rusya Ekim 1917’de tüm Dünyayı sarsacak                           XX. yüzyıla damgasını vuracak olaya sahne oluyordu. Rusya’da Bolşevikler adıyla bilinen siyasi oluşum, sistemi yıkarak Sosyalist devrimi gerçekleştirir. Tüm üretim araçlarının devletin olduğu, özel mülkiyetin olmadığı, sınıfsız bir topluma ulaşmak için işçi sınıfının iktidara el koyduğu bir düzen oluşur. Bu oluşum Rusya’nın çevresindeki ülkelere sıçrayarak ama gönüllü, ama işgal sonucu Sosyalist rejimler kurulur. Bu Ülkelerde ABD oluşumu gibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni oluşturur. Böylece Dünya Kapitalist ve Sosyalist Blok olmak üzere 2 cepheye ayrılır. Bunun dışında kalan ülkelerde Üçüncü Dünya ülkelerinin adlandırıldığı geri kalmış, gelişmekte olan ülkelerin hareketi Bağımsız Blok (Bağlantısız Ülkeler) olarak isimlendirilecektir. (2)

II. Dünya Savaşı sonrası Ekonomi ve ticari ilişkiler açısında da Comecon’a (1949) karşılık Batı Avrupa’da; Marshall Planı çerçevesinde gelen yardımları pay için OECD (1948), Avrupa Ekonomik İşbirliği ve kalkınma Teşkilatı kuruldu. AET’nin temelleri atılarak “Ortak Pazar-OECD” kurulacaktı. Güvenlik açısından Batı Avrupa, Amerika kalkanının koruyuculuğu altında 1949’da NATO’yu kurarken Doğu bloğu da bunu dengelemek için karşısında 1955’de Varşova Paktı’nı kurdu.

II. Dünya Savaşının sonuyla 1990 arasında Baltık Denizinden Adriyatik Denizine kadar uzanan bölgede orta büyüklükteki 8 ülke (Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, D.Almanya, Yugoslavya, Arnavutluk) Sovyet yörüngesinde Doğu Avrupa’yı oluşturdu. Bu terim aynı zamanda Jeopolitik bir birliği de ifade ediyordu, “Sosyalist Avrupa”, yani 1945’ten sonra Sovyet Bloğunun batı kenarı. Hem ortada, hem doğuda bir Avrupa…

Orta Avrupa yüzyıllardır Slav yayılmasıyla-Alman yayılması, Hıristiyan ülkelerle Türk akınlarının karşılaştığı bir yerdir. Bunun sonucunda gerginlik ve çatışmalara yol açan karmaşık bir dini ve etnik mozaik ortaya çıktı. 2 dünya savaşı da hemen hemen bu yüzden patlak verdi. I. Dünya savaşı sonrası Ulus-Devletler ortaya çıkarak değişen harita, II. Dünya savaşı sonrası yeniden değiştirilerek, kabul ettirilen yeni sınırlar içinde bugün ciddi azınlık sorunları vardır. (3)

Doğu Bloğu; Teknolojik devrime ayak uyduramayan ve özel mülkiyetin olmaması sonucu üretimde verimliliğin düşmesi, dış dünya ile rekabet gücünün azalması, pazarların batı ve uzak-doğu blok ülkelerine kaptırılması, demokrasi ve insan hakları ihlallerinin ön plana çıkması nedenleriyle 1990’lı yıllara gelirken Sosyalist blok çatırdayarak dalga dalga sistem değişikliğine gidecektir. Önce Romanya’da Çavuşesku halk tarafından kurşuna dizilecek, arkasından “Utanç Duvarı” olarak adlandırılan ‘Berlin duvarı’ 1989’da yıkılarak, Doğu-Batı Almanya birleşmesi gerçekleştirilecektir. Bu gelişmeler diğer doğu bloğu ve sosyalist ülkelere de sıçrayarak dalga dalga tüm doğu Avrupa’yı saracaktır. Nisan 1991’de Varşova Paktı dağılınca, Sovyetler Birliğindeki siyasal süreçte hızlanır. 1991 Aralık ayında da SSCB resmen dağılır. Sonrasında Balkanlardaki ve Kafkaslardaki uluslar bağımsızlıklarını ilan ederek, bu uğurda kanlı savaşlar vereceklerdi.

Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkaslardaki coğrafya ve haritalar 2000’lere gelmeden değişime uğrayacak, II. Dünya savaşı sonrası 50 yıl geçmeden yeniden şekillenecekti. Sovyetler Birliği (SSCB) Rusya olarak eski adına ve 1917’deki sınırlarına kavuşacaktı. Aslında bu gelişmelerin kaynağı dünyadaki gelişmeler dışında Sovyetlerin içinden de gelmişti. 1985’li yıllarda başlayan Glasnost ve Perestroyka projesi ile Devlet Başkanı Gorbaçov değişim ve gelişim adıyla düğmeye basmıştı. (4)

Bugün Yugoslavya Doğu-Batı Almanya birlikteliğinin aksine paramparça olmuştur. Hırvatistan, Sırbistan, Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ. Bu yeni ülkelerin oluşumlarını tamamlaması kolay olmayacak, üzerlerinde Yugoslavya’nın ana nüvesi Sırbistan’ın etkisi sürecek, iç savaş yaşanacaktır.

 

Avrupa ne yapıyor?

Sadece gelişmeleri seyrediyor. İşleri oluruna bırakıp müdahaleden uzakta duruyor.  Uluslararası arenada cılız tepki ve kınama dışında herhangi bir uzlaşı ya da müdahaleye öncü olunmuyor. Neden diye sorarsanız? Balkanlardaki problemli bölgelerin çoğunluğu Müslüman ve Türk orijinli... Onun için uzakta durmakta fayda görüyorlar. Öyle veya böyle o insanlar kendi sorunlarını çözsün diyorlar. Ancak el altından da Sırplara silah desteği, kâh Avrupa’dan kâh Rusya ve dostlarından devam ediyor. 20. Yüzyılın sonlarında Avrupa’nın göbeğinde Sırp terör ve vahşetine göz yumuyor, seyirci kalıyorlar. (İnsanlık tarihi bunu kayda düşüyor) ABD’nin başını çektiği Uluslararası güç nihayet soruna  -geçte olsa binlerce insan yok olup binlercesi de başka ülkelere sığınsa da- müdahale edip, barış adına öncülük ediyor.

Balkanlardaki sıcaklık bir süre daha devam ederek yeni Avrupa’nın haritasının çizilmesi zaman alacak, yüzyıllar öncesinin etnik ve dini ayrışımları yeniden depreşerek yeni oluşan genç devletler bağımsızlıklarını ilan etseler de ulusal birlik sancısı içersinde olacaklardır.

Avrupa, Birleşik Avrupa ideali yolunda AB şemsiyesi altına eski Doğu Avrupa ülkelerini alırken Balkanlardaki durumun netleşmesini bekliyor.

Avrupa Fikri Ve Gelişmeler

I. Dünya Savaşı sonrası XX yy. ilk çeyreğinde Barışı gerçekleştirmek, sürekli kılmak adına uluslararası arenada “Milletler Cemiyeti” ilk örgütlenmedir. II. Dünya Savaşı sonrası ‘Birleşmiş Milletler’in (BM) oluşturulmasına çekirdek teşkil edecektir.

II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa I. Dünya Savaşının da yaşandığı ana kıta olduğundan 3. bir Dünya Savaşını yaşamamak için arayışlar içine savaş biter bitmez girer. Asker, Diplomat, Siyasiler, Aydınların farklı görüş ve yorumları alınır.

Birleşik Avrupa Düşüncesi gerçi çok eskilere uzanır. Avrupa da Ulus Devletlerin ortaya çıkması ile kesişir. Birbirleriyle kıyasıya savaşan Avrupa Devletleri savaş sonucu imzaladıkları Barış Antlaşmalarında “Birlik” veya “Federasyon” düşüncesini vurgulamışlar, gündeme getirmişler.

Napolyon’un savaşarak birleştirme çabaları, sonraları Barış içerisinde birlik oluşturma çabalarına dönüşür.

Ünlü Alman düşünür Kant “Avrupa Birleşik Devletleri” düşüncesini 17. yüzyılda ortaya atınca diğer düşünürlerde zamanla bu düşünceyi benimseyerek, geliştirmişler.

Ünlü Fransız yazar Victor Hugo’da Avrupa Birliği konusunda; “ABD nasıl yeni bir dünyayı taçlandırdıysa,  bir gün gelecek Avrupa Birleşik Devletleri’de Eski Dünyayı süsleyecektir. İster benimsensin, ister reddedilsin, birlik düşüncesi hiç durmadan yakılıp-yıkılan, kasılıp-kavrulan bir kıtanın Bin yıllık hülyası olarak her zaman varlığını sürdürmektedir.”

Felaketten başka bir şey getirmeyen çatışma ve rekabetler bugün artık intihar demektir. Tüm bunlar ve yüzyılın ilk yarısının kanlı anlaşmazlıkları, bunların getirdiği felaketler Avrupa’nın hem ekonomik, hem siyasi alanda (planda) yeni bir coğrafi modele göre yeniden düzenlenmesi fikrini gündeme getirmiştir. (5)

20. yüzyılın ortalarında Avrupa Birliğinin oluşumunda Jean Monnet (Fransa planlama teşkilatı Başkanı), Robert Schuman (Fransa dış işleri başkanı), yanında Konrad Adenauer, Carlo Sfersa, Henri Spaak, Winston Churchill, De Gaulle emeği geçen devlet adamlarıdır.

Avrupa’da birlik yaratma düşüncesi II. Dünya Savaşı sonrası daha da ciddiyet kazanacaktır. Churchill, ABD Kurulma önerisini çağrıya dönüştürüp “Hedef Avrupa Birleşik Devletleri” diyerek can alıcı noktayı işaret eder.

Bu çağrının üzerine en önemli girişim Fransa Planlama Teşkilatı Başkanı Jean Monnet’ten gelir. Monnet, Savaş sonrası Avrupa bütünlüğü için Almanya’nın dışlanması yerine Avrupa içinde asimile edilmesini öngörür. (6)

Avrupa Birliğinin oluşturulmasında fikir babalığı yapan Monnet, “Savaşları, korkuyu, sefaleti, önlemek için birleşmenin ülkeler arasında koalisyon yerine halklar arası birlikteliğin sağlanması gerektiğini” vurgulayarak, Savaş sonrası geliştirilen birlik kurma deneylerinden yararlanarak AKÇT’nin kurulma projesini geliştirir. (7)

Bu projeyi Fransa Dışişleri Bakanı R.Schuman uygulamaya geçiren adımları atar. Savaşlara sebep olan Kömür ve Çelik sektöründe birlikteliğin sağlanması için 6 Batı Avrupa ülkesi (Belçika-Hollanda-Lüksemburg-İtalya-Almanya-Fransa) bir araya gelerek “Schuman Planı” çerçevesinde görüşmeler başlatılır. (8)

Robert Schuman tarafından Avrupa Federasyonu fikri ortaya atılıyor. Fransızların De Gaulle‘ci bakışı “Atlantik’ten-Urallara” uzanan Avrupa düşüncesi ile farklılık yaratınca İngilizlerin tutumu sonucu ekonomik birliktelik öne çıkıyor. (9)

Churchill, Monnet ve Schuman tarafından ortaya atılan Siyasi birliktelik yerini ekonomik birliktelik düşüncesine bırakarak Ekonomik Birliğin gecikmeden bir an önce gerçekleştirilmesi için kolları sıvanıyor.  Daha fazla zaman kaybetmeden, geç kalmak yerine bir şeyleri azda olsa gerçekleştirmek düşüncesi uygulamaya konuluyor.

 Sonuç; Birleşik Avrupa’ya Giden Yol

1950’li yılların başında oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Birliğine 1950’li yılların sonuna doğru Roma Antlaşması ile AET ve AAET olarak iki oluşum daha eklenmiş, 1965 Brüksel Antlaşması ile bu üçlü oluşum AT olarak şekillenerek, 1960’lı yılların sonuna doğru aralarında Gümrük Birliği oluşturmuşlar, 1970’li yılların sonuna doğru hızı kesilen ve ekonomik yapıları uyumlu hale getirilmeye çalışılan girişimler, 1980’li yılların ortalarına doğru İç Pazar, Ekonomik ve Siyasi birlik aşamasını görüşü çerçevesinde odaklaşan yeni bir atılım aşamasından sonra Avrupa Tek Senedini imzalayarak 90’lı yılların başlarında yapılan Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği resmen gerçekleştiriliyor. 2000’li yıllarda yeni katılımlar sonrası (2004 yılında üye sayısı 25’e ulaşmıştır.)  Birleşik Avrupa Devletleri’ne (BAD) doğru yol almıştır. (10)

Uygarlıkların beşiği olma yanında; İngilizlerin, İspanyolların, İtalyanların, Fransızların kıtalar ötesi sömürgelerine uygulamış oldukları eziyetler unutulmaya yüz tutarken Almanlar kıta içersinde Yahudi soykırımı ile tüm dünyayı Avrupa’ya kilitler. Barbarlıklara, vahşete ve de soykırımlara ev sahipliği yapan eski kıta 21.yy’a girerken Soğuk Savaş sonrası duvarların kalkmasıyla Doğu Avrupa’ya kucak açarak Birliğin sınırlarını geniş tutmakta sakınca görmemiştir. İsviçre ve Norveç’in harita içersinde olmasına rağmen birliğe aday olmamaları istisna olarak kalmaya devam edecek midir? 1963 yılındaki Ankara anlaşması ile birliğe üyelik için adım atan Türkiye’nin -3 Ekim 2005 itibariyle Müzakere Süreci ucu açık olarak Tarama süreci başlatılsa da- üyelik süreci uzarken hiç ortada olmayan devletler birliğe üye olmuş, olmaya da devam edilmektedir. Bu noktada ‘Avrupa ve Avrupalı’ tanımlamasının sınırları ne kadar esnetilebilecektir. Türkiye’nin coğrafi konumu yanında yapısal –siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik- konumu da ‘özel statü’ perspektifinde ele alınmaya-tartışılmaya, ‘ucu açık’ olarak devam edecektir. Bulgaristan ve Romanya’nın 2007’deki üyeliklerini Hırvatistan ve Makedonya takip edecektir. Sonrasında, oluşumlarını yeni tamamlayan Doğu bloğu ve Balkan ülkelerini de şemsiyesi altına alarak Birleşik Avrupa kıtası perdesini kapatacaktır.

Bence Avrupa’nın en önemli yanı; Kısır döngülerden arınmış, üretici ve yaratıcılığı birleştirerek geleceğe yönelik hedefler belirleyip yaşama geçirmesidir.

Büyük Avrupa İdeali bunu öngörmektedir. Bu idealin sonuçlanmasına tarih olarak yakınlaşılmasına rağmen yeni tartışmalar (AB Anayasası, Bütçe ve Avrupa sınırı konuları) ayrışmaya-çatırdamaya dönüşmeden düğün gerçekleşerek bir başka yüzyıla ötelenmesi önlenebilecek midir? (Ankara / 2006)

Remzi KOÇÖZ

Kaynakça:  

 (1) AXİS 2000 Büyük Ansiklopedi, Cilt–2, Milliyet/Hachette yayınları, s.66-73

 (2) AXİS 2000 age., Cilt-10, s.226-228

 (3) AXİS 2000 age., Cilt-10, s.228-230

 (4) AXİS 2000 age., Cilt-10, s.230-232

 (5) AXİS 2000, age., Cilt-2, s.63

 (6) KARLUK, Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir 1996, 4.baskı, s.38.

 (7) KARLUK, Rıdvan, age., s.39

 (8) KARLUK, Rıdvan, age., s.39

 (9) AXİS 2000, age., Cilt-2, s.75

(10) KOÇÖZ, Remzi, “Türkiye Avrupalı Olma Yolunda..! (Mı ?)”, Çağın Polisi Dergisi, Sayı 12, Ankara, Aralık 2002 

14 Mart 2010 Pazar

I. DÜNYA SAVAŞI, ÇANAKKALE CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL


“Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili tarihi bölgeleriniz var. I. Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye 6 bin merminin düştüğü, 250 bin gencinizin vatanı için can verdiği Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı bölgeler; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…
Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı Türkler, olmazı olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İnancın, azmin ve iradenin, tekniği yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünyaya meydan okuyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli bilinç kazanmalarına yetecek niteliktedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. Her Türk genci, Çanakkale Savaşları'nın olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra onlara demelisiniz ki: 'Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale'ye gelirler, ülkenizi işgal eder ve öz yurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler…” (*)

Çanakkale;
Çanakkale yüzyıllar boyu insanlık tarihinin en önemli savaş ve mücadelelerine sahne olan boğazlar bölgesinde şirin ve güzel bir şehirdir. Bu şehir her yönüyle yaşayan bir tarihtir. Bu bölgede yerleşim birimlerinin geçmişi Truva ile başlar. Truva'nın kalıntıları ise eski Tunç çağına kadar inmektedir.
1982 yılında Çanakkale’de göreve başlamam sonrası bu bölgeyi ayrıntılı olarak gezme-görme fırsatı buldum. Özellikle Çanakkale bölgesini kuzeyde Saros Körfezinden başlayarak Gelibolu yarımadasını, Bolayır-Anafartalar-Kemalyeri-Conkbayırı-Kabatepe-Abide-Settülbahir-Kilitbahir; Anadolu yakasındaki Kale-Dardonos-Güzelyal-İntepe ve Kumkale’yi her gezişimde tüylerimin diken diken olduğunu anımsıyorum.
Siperler, şehitlikler, şehitler anıtı, müze, o dönemi anlatan puntolar halinde duvardan yazıları, Kilitbahir sırtlarındaki “Dur Yolcu“ diye başlayan dizeleri ve İstiklal Şairi M. Akif ERSOY’UN Çanakkale şehitlerine ithafen destanlaştırdığı "Çanakkale Şiiri" insanı yıllar öncesine götürür. O zor günleri yaşayarak, gençliklerini yaşamadan bize bugünleri ve bu toprakları bırakarak, toprak olan nice isimsiz kahramanlar karşısında minnet ve saygı ile eğiliyorum.
Çanakkale, Anadolu yarımadasının en batı noktasında, Homeros’un ünlü “İlyada Destanı”na konu olan, çeşitli uygarlıklara da geçiş köprüsü olmuştur.
(Homeros'un İlyada destanı, Truva olarak bilinen kentin öyküsüdür. Konusu Truva savaşı olmakla birlikte hem bu savaşın kısa bir dönemini kapsar, hem de esasen Truva'nın değil, yarı tanrı bir kahraman olan Akhilleus'un destanıdır. Mitolojiye göre bu yarı tanrı kahraman Akhilleus'un ölümcül yeri de topuğudur. İngiliz resmi tarihi, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu'yu düşman elinde Akhilleus'un topuğu olarak betimler.)
Çanakkale Boğazı ise Ege ile Marmara Denizini, Anadolu ve Rumeli yarımadasını, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlar. Çanakkale Boğazının her iki yakası tarih kokan, tarihe tanıklık eden Çanakkale Destanı’nın yazılmasında düşmana set çekip, cephe oluşturmuştur. Siperlerde göğüs-göğüse çarpışanlar, şehitliklerde bugün yan yana yatmaktadır. Her 18 Mart geldiğinde Çanakkale’de o günler yad edilerek tarih canlı tutulmaktadır.

I. Dünya Savaşı ve Cepheler:
28 Temmuz 1914'te başlayan ve dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı'na; o dönemde siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri yönden bunalım içindeki Osmanlı Devleti, Almanların ekonomik, askeri yardım vaatleri ve İttihat ve Terakki önderlerinin şahsi kararları sonucunda katılmıştır. 2 Ağustos 1914'te önce gizli bir Osmanlı-Almanya ittifak anlaşması imzalanarak seferberlik ilan edilmiştir. Akdeniz'de İngilizlerin baskısından kaçan Alman Goben ve Breslaw (Yavuz ve Midilli) adlı savaş gemilerinin, 27 Ekim 1914'te Karadeniz'e açılıp Sivastopol ve Odesa'yı bombalaması üzerine, Rus Ordusu 2 Kasım 1914'te doğudan taarruza geçer. İngiliz ve Fransız savaş gemileri 3 Kasım 1914'te Çanakkale Tabyalarını topa tutmaya başlayınca, Osmanlı fiilen savaşa girmiştir. 5 Kasım'da, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan eder. 11 Kasım’da bütün Müslümanların Halifenin yanında düşmana karşı savaşa çağrılması anlamına gelen "Cihad-ı Ekber" halka duyurulur.
Osmanlı Devleti 2.900.000 askeri silahaltına alır. Dört yıl süren savaş boyunca Çanakkale Cephesi dahil olmak üzere toplam 400.000 şehit verilir. 1 milyon asker yaralanır, binlercesi esir düşer. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekilir.
Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı'nda 9 ayrı cephede mücadele vermiştir. Bu cepheleri şöyle sıralayabiliriz: Kafkas, Suriye, Hicaz, Yemen, Irak, Romanya, Galiçya, Makedonya ve Çanakkale.
Bu cephelerin en başında Kafkas cephesinde Enver paşanın 9-22 Ekim 1914 arasında giriştiği Sarıkamış mücadelesi kanlı bir macera olarak 90.000 cana mal olmuş.
4-16 Şubat 1915 tarihleri arasında Cemal paşanın önderliğinde 80.000 kişilik kuvvetle başlayan ve başarısızlıkla biten Süveyş kanalı seferi de yine macera olmuş.
Irak cephesinde aynı macera eğilimleri görülmüş. Türk askeri çöllerde eritilip, Süleyman Askeri komutasındaki ordu İran içinden Hindistan’a yol ararken Irak kaybedilmiştir.
Hicaz, Yemen ve Suriye cephelerinde de yerli halkın, onları ve kutsal toprakları yüzyıllardır koruyan Türk askerini arkadan hançerlemesi sonrası başarısız olunur.
Romanya, Galiçya, Makedonya gibi yabancı ellerde kalan cephelere gönderilen yardıma Alman ve Avusturyalılar müteşekkir olsalar da asıl Türk toprakları olan cepheler askersizlikten kırılıyordu. Bu cephelerde eriyenler hemen hemen Trakya ve Anadolu’nun Türk halkının çocuklarıydılar.
Asıl meşru müdafaamız Çanakkale cephesiyle, Sarıkamış macerası sonrası Kafkas cephesinde yaşanır. Türk askeri Anadolu’yu korumak uğruna çok büyük bir destan yazar. İşte bu destana yol açan Çanakkale cephesine, Çanakkale savaşlarına bir göz atalım;

Çanakkale Deniz Savaşı ve 18 Mart:
“Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” düşüncesiyle hareket eden İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmayacağını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
Düşman donanması 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan var gücüyle boğazı geçmek için en büyük saldırısını başlattı. Bu bölgede bir gece önce Nusrat gemisinin döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. 150 topluk Türk merkez bataryalarına karşın 506 topluk bir güç! Çoğu eski olan kara istihkâmlarına ateş kussa da sonuç düşman için tam bir mağlubiyettir. Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermiştir. Bu zaferin ardından, müttefiklerin kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlar.
("Derinlerdeki Tarih", "Çanakkale Geçildi mi?" gibi belgesellere imza atan Savaş Karakaş’a göre; Nusrat mayın gemisinin deposunda kalan son 26 mayın Çanakkale'yi geçilmez kılmıştır.)

Çanakkale Kara Savaşları ve Mustafa Kemal:
18 Mart'tan 25 Nisan'a kadar zaman, düşmanın keşif ve oyalama hareketleriyle geçer. Düşman Boğazın geçilemeyeceğini anlayıp, yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını tamamlar. 25 Nisan'da ise önce yarımada ile Trakya arasındaki Saros Körfezine ve boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yaparlar. 26 Nisan'da, Rumeli tarafı giriş noktasında (Seddil Bahir) çıkartma başlar. Bu çıkartma Ege Denizi’ne bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder. O günden itibaren de kara harpleri başlamış demektir.
Mustafa Kemal bu savaşların tam içinde, Arıburnu cephesindedir. Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi, bir harekat harbi değildir. Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce, on binlerce, yüz binlerce insanın boğaz boğaza gırtlaklaşmasıdır. Conkbayırı’ndan harekatı idare ederken söylediği şu sözler tarihe geçer: “- Size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde başka kuvvetler ve komutanlar olabilir...” Neticede düşmana saldırılıp boğuşularak sahile kadar geri püskürtülür. Arıburnu cephesi işte böyle açılmıştır. 26 Nisan 1915 gecesi 5 İngiliz tümeni yeniden Arıburnu'na çıkarma yapar. 27 Nisan'da iki alay daha takviye ederler. M. Kemal’in verdiği emir aynıdır. O günkü harekatı yönettiği tepeye de Kemalyeri adı verilir.
“Mustafa Kemal’in doğum yeri Kemalyeri’dir” sözü, çok anlamlıdır. Kemalyeri’ndeki Mustafa Kemal artık dünyanın en kudretli imparatorluğunun, Türk topraklarına kustuğu sonu gelmez insan ve ateş gücüyle boğuşmuş, kendini denemiştir. Kendine güvenen ve yenilmeyeceğine inanan genç ve güzel bir insandır. Kemalyeri'nden sağ kanattaki birçok düşman askerinin ellerini kaldırıp, beyaz mendiller sallayarak kendi erlerine teslim oluşunu seyreder. Ama düşmanın asker çıkarması durmaz. 29 Nisan gene çarpışmalarla geçer. Herkes bulunduğu toprağa, taşa; elleri, ayakları, tırnaklarıyla sarılmıştır. Gene de herkesin çabası karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır, onu ya öldürmek ya atmaktır!
57. Alay Çanakkale Savaşında tamamen şehit olmuştur... Ama nasıl olur da Balkanlar'da bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılanlar, bugün burada hem de dünyanın en kudretli imparatorluğunun karşısında bir karış toprak için bir alayın kanını bir nefeste kurban ederler... Evet, bu bir kumandan mucizesidir. O mucize Mustafa Kemal’dir. O, 19. Tümen komutanı olarak başladığı bu savaşta Arıburnu ve Ağıldere cephelerini de içine alan Anafartalar gurup komutanlığına yükselmiştir. 10 Ağustos’ta Çanakkale Savaşı’nın en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçer. Düşmanı ani ve şiddetli bir baskınla yenme isteği kuvvetten çok karar ağırlıklıdır. Her türlü olumsuzluğa rağmen şu kararı verir: “Düşman yenilecek ve mahvedilecektir.” O gün, Çanakkale Savaşlarında Türk askeri cesur, akıllı ve ortak bir komutanın idaresinde neler yapmaya gücü yettiğini tüm dünyaya göstermiştir.
Bilhassa Anafartalar Savaşı’nda yarbay olan M. Kemal'in askere "taarruzu değil ölmeyi emretmesi" savaşın kaderini etkilemiştir. Churchill'in “kaderin adamı” olarak tanımladığı Mustafa Kemal Conkbayırı ve Kocaçimen'de ilerleyen, Anzak Ordusunu geri çekilmeye zorlayarak işgal edilen noktaları kurtarmıştır. 19. Tümen ve 57. Alayı merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifiyle cepheye sürmüş, Çanakkale cephesinin düşmesini engellemiş, Boğazları kurtarmıştır. 8,5 ay süren savaş İngilizlerin 19/20 Aralıkta Arıburnu ve Anafartalar'ı 8/9 Ocak Seddülbahri boşaltmasıyla sona ermiştir.
Çanakkale savaşı bize birçok başarıdan öte Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirecek bir komutan, Türkiye’yi kuracak bir lider, Türk dünyasına ve ezilen tüm dünya halklarına bir önder, bir Mustafa Kemal kazandırmıştır.

Çanakkale Cephesi'nin Sonuçları (Ulusal ve Uluslararası etkileri):
Müttefikler Çanakkale’yi hesaba katmayıp ellerini kollarını sallayarak boğazları geçeceklerine inanmışlarken hayal kırıklığı yaşarlar. Böylece, bu cephe dünya savaşının gidişatını değiştirecek sonuçlara neden olmuştur.
Dünya egemenliğine soyunan İngiltere'nin büyümesi durmuş, sömürgelerdeki egemenliği ve gücü sarsılmıştır. İngiliz sömürgelerinde milliyet şuurunun öne çıkışını -Hindistan'daki ayaklanmaların ardından- ulusal devletlerin kuruluşu izler. Sonuç olarak; Çanakkale zaferi, “güneş batmayan ülke” olarak adlandırılan İngiltere'de bir süre sonra güneşin batışını sağlar.
Çanakkale zaferi dünya siyasetindeki dengeleri, değişimleri tetikler. Rusya, Bolşevik ihtilali sonrası savaştan çekilir. İngiltere ve Fransa ise savaşa daha çok güç katmak zorunda kalmışlardır. Boğazları geçip savaşın ömrünü kısaltmayı düşünenlerin planları ters tepmiş, savaşın iki yıl daha uzamasının ardından müttefiklerin kayıpları da artmıştır. Beklenen olmadığı gibi savaş 10 milyondan fazla genci öldürmüş ve daha da çoğunu sakat bırakmıştır.
Emperyalizm, I. Dünya Savaşı’nda ilk yarayı ve darbeyi Çanakkale’de almıştır. İki taraftan 850.000 insanın (Türkler 310.000, İngilizler 460.000, Fransızlar 80.000 kişilik kuvvetle) katılıp yarım milyona yakın insanın öldüğü, yaralandığı ve kaybolduğu bu savaşta İngilizler kendi kayıplarını 205.000 olarak gösterirken, Fransızlar ise 47.000 kayıp vermişlerdir.
Anzakların Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşlarda verdikleri kayıp; 26.094'ü Avustralyalı, 7.571’i Yeni Zelandalı olmak üzere toplam 33.665'tir. İngilizlerin hazırlamış olduğu ordularda yer alan bu Avustralyalı ve Yeni Zelandalı insanlar, hiç tanımadıkları topraklarda ve hiç bilmedikleri insanlarla, neden ve niçin savaştıklarını dahi bilmeden, kan dökmüşler, can vermişlerdir.
Türk kuvvetlerinin 179’u deniz, 57.084’ü kara savaşlarında toplam 57.263’ü şehit, geri kalanlar ise; yaralı, hastalıktan vefat, esir ve kayıplar olmak üzere yaklaşık 250.000 zayiatı vardır.
(Çanakkale savaşlarındaki zayiat yerli ve yabancı kaynaklara göre bazı çelişmeler gösterse de rakamlara genel olarak doğru gözüyle bakılmaktadır.)
Diğer cephelerde imparatorluğun ücra köşelerinin -devletten kopması kaçınılmaz görülen topraklarının- savunulması söz konusu iken; Çanakkale'de anavatanın savunulması esastı! Yani buradaki bir yenilgi, boğazların ve başkentin düşmesi, ülkenin yenilgiye uğraması hatta bütün ülkenin elden çıkması demekti. Bu moral, güç ve Mustafa Kemal’in üstün komutası sonucu Türkler, Çanakkale'de binlerce şehit verilmesine rağmen ülkelerini savunmada başarılı olmuşlardır.
Savaşan güçler arasındaki dengesizliğe, güçlü bir donanma tarafından desteklenen bir kara ordusuna ve ekonomik açıdan bariz fark olmasına rağmen zaferi, Türk askerinin kahramanlığı getirmiştir.
Çanakkale savaşları Türk Ordusu'nun zafere inanıp kazanmasına, ulusun moralinin yükselmesine ve Türk Milletinin Kurtuluş Savaşı'ndaki mücadele gücünün yaratılmasına neden olmuştur. Bu mücadelenin önderliğini yapacak olan Mustafa Kemal’i Türk ulusuna kazandırmıştır.
Zaferin, Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale Cephesi'ndeki insan kaybımız diğer cephelerdeki kayıplarımıza oranla çok daha fazla olmuştur. Türk Milleti binlerce aydınını, okumuşunu yitirmiştir. İnsan gücü açısından yaratılan bu boşluk sadece I.Dünya Savaşı boyunca değil, milli mücadele sonuna kadar doldurulamamıştır. 100 binden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk Ocaklarında yetişmiş insan kaybedilmiştir. Bunun en önemli olumsuz sonucu ise Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını ve bunu izleyen devrimlerin halk tarafından benimsenip kurumsallaşmasını geciktirmiştir.
(Çanakkale Savaşları, ekonomisi tarıma dayalı bir millete genç ve dinamik insanlarını kaybettirmiştir. Savaştan sonra ekonomide belirgin azalmalar görülmüş, uzun yıllar verimli topraklar ekilememiştir.)
İngilizler bu savaşı “devler ülkesinde devler savaşı” olarak kayda geçerler. Onlar, savaşarak geçemedikleri boğazı Mondros Ateşkesi'nin ardından ellerini, kollarını sallayarak kibirle geçtiler. Çok geçmeden 1919 yılında Gelibolu'ya gelerek belki bir vicdan muhasebesiyle, birçok mezar ve anıt inşa ettiler.
Bu sırada bu toprakların asıl sahipleri 1919'dan 1922 Ağustosuna kadar uzanan Kurtuluş mücadelesine başlamıştır. Bu nedenle, savaş meydanlarında, siperlerde, cephelerde toprağa düşen şehitlerin anısı üzerinde düşünemeyecek kadar zorlu bir varolma, yeniden doğuş mücadelesi içindeydiler.
Sonuçta;
Toplumun bireyleri olarak bu önemli savaşları yeterince bilmiyor ve anlatamıyoruz. Yabancıların yenildikleri bu savaşlar için yazıp çizdikleriyle bizlerinki karşılaştırılırsa ne kadar az kafa yorduğumuz görülecektir.
Çanakkale Cephesi öylesine çetin bir cephedir ki; Türk milletinin ruhunda ve zihninde silinmeyecek etkiler bırakmıştır. Onun için; bu savaşlarda yaşananlar destanlara, şiirlere, türkülere, romanlara ve de filmlere konu olmuştur. On binlerce şehidin verildiği bu savaşlar Türk milletinin yürekliliğini, cesaret ve kahramanlığını bütün dünyaya ispatlamıştır. Dünyanın bir ucundan gelerek bu topraklarda ölen insanları bağrına basmış, centilmenliğini bu günlere taşıyarak onların torunlarına da kucak açmıştır. Sözün kısası; “Çanakkale zaferi yeni Türkiye’nin önsözüdür.”
Bu sonuçları alt alta getirdiğimizde Çanakkale’nin çok şeyler ifade ettiğini görmüş oluruz. Özellikle bu günlerde; bu savaşları ve sonuçlarını çok iyi algılamamız, çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir.
Şimdide yazının girişindeki paragrafın öncesine gidelim;
Japon eğitim sistemine ilgi duyan Türk hükümeti, inceleme yapmak üzere pedagoglardan oluşan bir Japon heyetini Türkiye'ye davet eder. Bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde incelemeler yapar. Tüm bu çalışmaların sonuçlarını sunmak üzere Milli Eğitim Bakanı ile birlikte, Başbakanı ziyaret ederler. Japon heyetinin tespiti kısa ve kesindir:
"Sizin gençlerinizde milli bilinç yok!"
Bu sonuç, Türk yetkililer üzerinde şok etkisi yapar. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde sorarlar: “Peki siz Japonlar, gençlerinize milli bilinç verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?” Bunun üzerine Japonlar oldukça ilginç ve bir o kadar da düşündürücü olan “Biz sizden aldığımız 'Amin Alayı' (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca eğitime başlanması töreni) ile eğitime giriş yaparız ve eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindiririz. Çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Daha sonra bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp gezdiririz…” diyerek kendi ülkelerinde izledikleri yolu anlatırlar. Görüşmenin sonuna doğru da yazının girişindeki cevabı verirler.
İşte bu kıssadan hisse çıkaran Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), "70 milyonu Çanakkale'ye götüremiyorsak, Çanakkale'yi 70 milyona getirebiliriz" düşüncesiyle "Kınalı Kuzular" adlı yapımı ekrana taşır. Çanakkale Savaşı'nda şehit olan 13 askerin mektubuna dayanarak çektiği 13 bölümlük dizi 7’sinden 70’ine Türk insanının yüreklerini sızlatır... Böylece 92 yıl sonra TRT öncülüğünde ‘Çanakkale şehitleri’ne bir gönül borcu -geç de olsa- ödenir.

Remzi KOÇÖZ

Dip Not - Kaynakça:
(*) www.trt.net.tr,17.11.2006,“Japon Pedagogların Türk Yetkililere Cevabı”
(1) ATATÜRK, M. Kemal, “Nutuk”, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara–1998
(2) Mustafa Kemal: “Anafartalar Hatıraları”, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul- Mart 1998,(“Anafartalar Muharebelerine ait Hatıralar”, Hazırlayan Uğur İĞDEMİR, TTK–1962)
(3) AYDEMİR, Ş. Süreyya, “Tek Adam”, Cilt–1, Remzi Kitabevi, İstanbul–1993
(4) COŞKUN, Orhan, “Çanakkale savaşlarıyla ilgili Harp tarihi ders Notları”
(5) DEMİREL, Veli, “Çanakkale Muharebeleri'nin Sosyo-Ekonomik ve Psikolojik Etkileri”
(6) KOÇÖZ,Remzi,“Saros Körfezinden İskenderun Körfezine”,Çağın Polisi Dergisi,sayı 35(7) www.trt.net.tr,“Kınalı Kuzular Yakında TRT'de”,TRT Haber Hattı,Kültür-Sanat sayfası, erişim tarihi:12.03.2007
(8) http://www.canakkale.gov.tr/savas, erişim tarihi: 01. 05. 2007
(9) http://www.canakkale.gen.tr, erişim tarihi: 01. 05. 2007
Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz