“Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin!.. Bu belli. Fakat zekânı unut!.. Daima çalışkan ol...”
Modernleşme, teknolojik gelişmeler insanlık için kullanıldığında yaşamı kolaylaştıran, bilinmezleri aydınlatarak, çaresizliklere çare, çözümsüzlüklere çözüm olmuştur. Sağlıkta, ekonomide, eğitimde, tarımda, sporda, sanatta, müzikte, iletişimde, bilişimde…
Tabiî ki “insan insanın kurdudur” sözünden yola çıkarak teknoloji sevapları yanında günahları da olan bir ‘elma’dır. “Her güzelin bir kusuru olur” benzetmesindeki gibi…
Virüsler, mikroplar canlılarla hep birlikte varolmuşlardır. Bağışıklık sistemlerini çökertmek için organizmaların hassas bölge ya da yerlerine nüfuz ederek zayıf düşürmeye, etkisiz kılmaya çalışmışlardır.
Toplumlarda öyle… Sürekli kendi dışındaki ülkelerin (etkileşiminden) çıkarları karşısında kendi çıkarlarından vazgeçmeyerek ayakta kalmaya, yaşamlarını idame ettirmeye çabalarlar.
Günümüzde teknolojinin getirdikleri yanında götürdükleri daha çok gibi.. Eskiden top, tüfek ya da soğuk savaşla, psikolojik harekâtla ele geçirilemeyen, çökertilemeyen toplumlar, bugün küresel gelişmelerle abluka altındadırlar.
Bir yandan sloganlar, spotlarla gençlik günübirlik yaşama özendiriliyor. Özgürlükçü bir yaklaşım görüntüsünde nihilist anlayış özendiriliyor. Dünü boşver, bugünü yaşa. Yani;
“Biriktirme tüket! Tüket ki mutlu ol!”
“Söyleneni değil, istediğini yap!”
“Konuş, konuşabildiğin kadar, daha çok konuş!”
İnsanlık için idealler yerine mücadele, çalışma, efor sarfetme, geleceğe birşeyler taşıma, yarınlara kalma yerine bugünü yaşama, popülizm.. Popülist yaşam, tüketme, tüketim üzerine kurulu bir dünya.. Güzel ayakkabılar, elbiseler, yeni arabalar, lüks tatil ve eğlenceler vs., vs…
Beyinleri bağımlı kılarak, sanal dünyaya sokarak kendileri gibi düşünmeyi daha doğrusu düşünmemeyi sağlamaktalar. Çocuk yaşlarda, ergen dönemlerde bir ülkenin geleceğini ipotek altına alma yolunda müthiş bir dezenformasyonla karşı karşıyayız. Ülkeler böyle kuşatılıyor günümüz dünyasında..
Tüketim çılgınlığı, reklamlar bunların basit göstergesidir. Kredi kartları ise tüketimin çekim alanıdır. Temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin de yer aldığı çerçevede; fast-food türü yiyeceğin, kola-enerji türü içeceğin, giyeceğin, aracın, gerecin.. İhtiyaç görmekte iken promosyonlarla, albenilerle oluşturulan marka saplantısı, tutku halinde bağımlılığa dönüştürülmüştür. Tıpkı cep telefonlarında olduğu gibi…
Teknolojiye tabi ki evet..
Bilimsel gelişmelere, insanlığın yaşamını kolaylaştıran herşeyede..
Güzel giyinmek, doğal beslenmek, iyi ve kaliteli yaşamak tabi ki en ideal olanı..
Ancak sağlıksız olan, çevreye ve geleceğe zarar veren/verecek ürünlerden, eşyalardan uzak durmak gerek.
Kalitesiz olanı, sağlıksız olanı kimse yerli malı diye yutturmaya kalkmasın.. Çürüğü/çarığı bizlere satmaya kalkmasın..
O zaman, binbir emek harcanarak elde edilen/biriktirilen parayla daha güzel, daha kaliteli mal yada hizmet satın almaktan daha doğal ne olabilir?
İşyerlerindeki post makinelerinin çokluğundan tutun, evlerin çatılarındaki /balkonlarındaki antenlere, ülkenin topraklarını metal çöplüğüne çeviren baz istasyonlarına kadar oluşan çirkin görüntüyü en aza indirmeliyiz. (Tek post makinesi, tek baz istasyonu yada uydu teknolojisi gibi..)
Bu ve benzeri gözle görünen/görünmeyen savurganlıkların önüne geçerek, kaynakları yatırıma/üretime kanalize etmeliyiz. Gereksiz tüketimden, kalitesiz, fason yabancı emtialardan uzak durmalıyız. Dünün kalkınma sürecini başlatan sembolik yerli malı haftalarında olduğu gibi yeniden bilinçlenmeliyiz. İthal ürünlere verdiğimiz/vereceğimiz her kuruş ekonomimizi çıkmazlara sokacaktır. Yerlisi varken yabancısını almak, geleceğimizi ipotek etmekle eş anlamlıdır. Ülkemizin kalkınması, işsizliğin azalması, gençlerimiz, çocuklarımız ve geleceğimiz ve de ekonomik bağımsızlığımız için ülkemizin ürünlerine yerli malına sahip çıkmalıyız. Türk malının ulusal ve uluslararası arenada ticari göstergesini, 869 kodlu barkodu önemseyerek, kullanmalı, hafızamıza kazıyarak bu sayılarla başlayan ürünlere yönlenmeliyiz.
Bunlar yabancı düşmanlığı değil. Biz ülke olarak dış ülkelere tekstilden tutun beyaz eşyaya, küçük ev aletlerine kadar değişik ürünler satıyoruz. Birde malzemeler gönderiyoruz, bu üretimin fason olan bölümü.. Üretimi bize yaptırıp, markasını kendisi oluşturarak bizden 5 liraya almış olduğu malı-malzemeyi bize 50 liraya satarak artı değer elde ediyor. Sonuçta eloğlu markasını vurup sana satman için gönderiyor.
O zaman bizde kendi markalarımızı yaratarak ya da var olan markalarımızın kalitesinden tutun dizaynına kadar çıtayı yükselterek uluslar arası arenada boy göstermeliyiz. Hani milliyetçiliğimiz? Kuru laflarla, söylemlerle haykırmak yerine “vatan sevgisi ona hizmetle ölçülür” sözünün gereğini yerine getirerek bayrağımızı uluslar arası arenada dalgalandırarak, dünyanın dört bir yanına yelken açmalıyız.
Bunun adı toplumsal seferberlik. Her birey 7’sinden 70’ine bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalıyız, yapmamız gerek. Enerjimizi birbirimizle didişme yerine bir şeyler üretmeye, yaratmaya, pozitif alanlara yönlendirmeliyiz. Belki biraz zor gelecek ama sonunda sevinecek, mutlu olacak bir tablo yakalayacağız. Markalar yaratacağız. Birey olarak bende varım diyerek toplum olarak bizde varız diyeceğiz. Enerji sinerjiye dönüşünce dağlar, tepeler, engeller aşılarak denize yani hedefe varmak zor olmayacaktır.
Küresel taarruzdan ulusal değerlerinizi korumanın bir yolu ulusal direncinizi güçlü tutmaktan geçer. Küresel ablukayı en aza indirecek, süzgeçten geçirecek bir yapılanmayı devletin oluşturması “Ulusal Algı Yönetimi” gibi yapılar oluşturulması, vatandaşın altyapısının sağlamlaştırılması, bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Devlet vatandaşını ve geleceğini korumak zorunluluğundadır. Dejenerasyon olarak algılanan bu bozulmayı soğuk savaş sonrası doğu bloğu ülkelerinden tutunda Güney Asya ve Afrika’ya kadar hemen hemen dünyanın tamamında gözlemledik.
Devlet olarak, İnsanlarına özellikle gençlerine bir şeyler sunmalısın. Hedef göstermelisin. Yoksa eloğlu gelir boşluğu doldurur. Kimisi geri götürmeye, kimisi de başka ülkelere yem etmeye çalışır.
Aslında hedef yıllar öncesinden cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk gençliğine gösterilmişti! Yazının girişindeki sözlerine ilave olarak ‘Büyük Önder’in sözlerini bugün yeni yeniden okuyarak yola devam etmeliyiz:
"Sizler, yani yeni nesil Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edecekseniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."
Sonuç olarak;
İçinde yer aldığı coğrafya ve sahip olduğu tarihi miras Türk Milleti'nin üzerine çok önemli sorumluluklar yüklemektedir. Çağdaş, ulusal değerlerini koruyan, ileri görüşlü genç bir neslin yetişmesi, sahip olduğumuz şanlı tarihle birleştirildiğinde, Türkiye yalnızca ileri toplumlar seviyesine ulaşmakla kalmayacak, oldukça geniş bir coğrafyada pek çok ülkeyede liderlik yapabilecek konuma gelecektir.
18. 07. 2008
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder