Sempozyum ve Tartışmalardan İzdüşümler;
CMK, TCK, Kabahatler ve İstinaf Mahkemeleri Kanunlarının peş peşe çıkarılmaları, Çocuk Mahkemelerinin kurulması Türk Ceza-Adalet sisteminde reform sayılmaktadır. Ayrıca soruşturma aşamasında Savcıların öne çıkması, savcı sayısının %50 artırılması, Adalet saraylarının yenilenmesi, araç-gereç, altyapı ve donanımın yenilenmesi, Bilgi işlem açısından UYAP sisteminin gerçekleştirilmesi yaşanan gelişmelerdir.
Diğer yandan mahkemelerin işyükü nedeniyle dava sürelerinin uzaması her yıl 500 bin davanın temyize gitmesi, hem yerel mahkemelerin hem de Yargıtay’ın işyükünü giderek artırmaktadır. Çözüm olarak öngörülen ve 13 bölgede alt yapısı tamamlanmaya çalışılan istinaf mahkemelerinin kurulması ise tartışma konusudur.
Ayrıca Türkiye’deki uygulamalardan örnekler verilerek, 1960 öncesi ve sonrası yapılanmalar ile 1980 sonrası anayasa değişiklikleri ile getirilen düzenlemeler dile getirilmiştir. Uygulamaların bir kısmının Avrupa benzerliği yanında Türkiye’ye özel olanların farklılıkların ülkelerin tercihleri olduğu, gelenek ve teamüllerinde uygulamada yaşatılmaya çalışıldığı gözlenmiştir.
Konuşmacıların sunumları bitiminde gerçekleşen tartışmalar yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkililiği konusunda gerçekleşirken; yargının işyükü, yargının sorunları, Türkiye ve Avrupa’daki uygulamalardan örnekler aktarılmıştır.
Avrupalı ve Türk Akademisyenlerin Avrupa uygulamalarından örnekler vererek Türkiye’de yapılması düşünülen Yargı Reformunun “Bağımsızlık-Tarafsızlık”, “Etkinlik ve Etkililik” ve “Hesap Verebilirlik/Verilebilirlik” çerçevesinde ele alınmasını, öncelikli olarak Yüksek Yargı Konseyi/Kurulunun bugün Adalet Bakanı, Müsteşar ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş Yargı camiasından 5 üyeden oluşan HSYK’nın üye sayılarının artırılarak Hakim-Savcı ağırlıklı olması yanında Baro ve Akademisyenlerinde bu kurulda üye bulundurmalarını önerirken, Parlamentonun da nitelikli çoğunlukla üye seçimine dahilini istemektedirler.
Türk yargı camiası ise HSYK’da seçili bulunan üyeler dışındaki Bakan ve Müsteşarın katılmasını yargı bağımsızlığına müdahale olarak algılarken HSYK’ya Parlamentonun üye seçmesine hiç mi hiç sıcak bakmamaktadırlar. Hatta Baro ve Akademisyenlerin bulunmasını hiç istememektedirler. Türkiye’de Yürütme’nin Yasama organı üzerindeki ağırlığı söz konusu iken HSYK üyelerinin Yürütme’nin talepleri doğrultusunda atanmaları halinde Yargı’nında Yürütme’nin etkisi altına girerek siyasalaşmasının kaçınılmazlığı ve bu durumda; Hukuk Devletinden söz edilemeyeceği ortaya konulmaktadır. Hukuk devletinin gereği ve anayasa güvencesinde bulunan erkler ayrılığı kağıt üzerinde kalarak, yargının siyasallaşmasının önüne geçilemeyecektir.
Sempozyum süresince dile getirilen ve tartışılan konulardan biride Adli Kolluk yapılanması üzerine olmuştur. Yargı camiası ağırlıklı olarak Adli Kolluğun organik olarak kendilerine bağlı ve soruşturmanın patronu olan savcının emrinde olması gerektiğini Avrupa uygulamalarından örneklerle dile getirmişlerdir.
Sonuç;
Yargı reformu ülkemizde ençok tartışılan konuların başında gelmektedir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de reform anlamında olmasa da yargısal sorunlar tartışılmaktadır. Özellikle küreselleşmenin öne çıkardığı yeni kavramlar yeni uygulamalarında ortaya çıkmasını desteklemektedir. BM ve AB sistematiğinde öne çıkan hukuk alanındaki normlar diğer ülkelere örnek olarak sunulmaktadır.
Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi ülkelerin Türkiye’ye eleştiri getirmesi, örneklemeler sunması makul karşılanabilir. Bu ülkelerin demokrasi deneyimleri, hukuksal metinleri ortaya koymaları belirli bir birikim sonucu oluşmuştur. Ancak İspanya, Portekiz, Yunanistan, İsveç gibi ülkelerin bizlere çok çok yol gösterici şekilde örnek teşkil etmeleri düşünülemez hatta çoğu uygulamamız bu ülkelerden daha derinlerdedir. Kendi hukuk gelişimimiz doğrultusunda oluşan yargı sistematiğimiz -tüm aksaklık ve olumsuzluklarına rağmen- işlerliğini sağlamaktadır.
Zaten Eflatun’un sözünden yola çıktığımızda çok kanun yapıp değiştirmenin istikrarsızlığın göstergesi olduğu; az kanun yapıp değiştirmenin ise istikrar göstergesi olduğu/olacağı bir gerçektir. Hal böyle olunca gelişim, değişim, reform adına her şeyi altüst etmenin, toplumun geleceğine olumlu yönde katkı sağlaması düşünülemez.
Önemli olan aksayan yönleri, biriken sorunları tespit ederek o noktada çözüm yoluna gidilmesi doğru olanıdır. Yoksa deneme yanılma yada yapbozla mevcut olan güveni, otoriteyi bir çırpıda yok eder, kaos sarmalına giriverir, sürekli yeni arayışlara yönelir, kazanımlarınızı heba edersiniz.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu erkler ayrılığıdır. 3 Y’nin (Yasama-Yürütme-Yargı) birbirinden bağımsız işlev görmesidir. Günümüz parlamenter demokrasilerinde yürütmenin diğer erklere göre öne çıktığı yadsınamaz. Yürütmenin zaman içerisindeki bu ağırlığı, mevcut sistemin hukuk devleti yerine kanun devletine dönüşerek totaliter bir yapı sergilemesi kaygılarını da beraberinde getirecektir.
Ülkemizde yargının temel sorunu, ‘hukuk devleti ölçeğinde bağımsız bir yapıya ulaşması’ şeklinde nitelenebilir. İşyükü, çalışma şartları, adli kolluk gibi tali sorunlar yerine temel sorun olan ‘bağımsızlık’ olmazsa olmazlardandır. Demokrasilerde, yürütmenin müdahalesine ve totaliter eğilimlere yönelmesine karşın da güvence yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsızlığının sağlanması ile yargının tarafsızlığı da pekişmiş olacaktır. Bu durum yargının etkinliğini güçlendirerek yargının etkili olmasını daha da artıracaktır.
Türkiye açısından “Yargının Bağımsızlığı, Tarafsızlığı ve Etkililiği” konularında Hukuk otoriteleri ve akademisyenlerin yapacağı çalışmaların geniş bir konsensüs sağlanarak yapılmasının ardından; yargıya iç-dış müdahaleleri en aza indirgeyecek önlemlerin alınması sürecinde, öncelik olarak ‘Yüksek Yargı Kurulu/Konseyi’nin bütçesiyle, idari yapılanmasıyla, üye sayısının ve katılımın artırılarak uygulamaya geçirilmesi, Hukuk Devletinin işlerliği yolunda atılacak en önemli adım olacaktır.
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder