LOBİ FAALİYETLERİNE KARŞI MÜCADELE YÖNTEMLERİ:
• Türkiye, Türk dünyası ve İslam ülkelerini yanına çekmelidir.
• Yerel yönetimler yanında parlamentolara da Türk uyruklu siyasetçilerin girmesi ve sayılarının artması gerekmektedir.
• Devletin tanıtım faaliyetlerini çok yönlü yürütmeli, tanıtım fonlarını artırarak, lobi şirketleri ile temas devam etmelidir.
• Orta vadede diğer lobilerin desteği yerine kendi lobimizin gücü ile ayakta durmamız gerekmektedir.
• Ülkelerin Türkiye’deki Büyükelçilikleriyle, ticaret ataşeleriyle, sanat, kültür ve spor faaliyetleri ile yakın temas sürdürülmelidir.
• Türk sanatçı, bilim adamı, aydınları ve sporcularının uluslar arası alanda başarılı olmaları için destek verilmeli ve bunların Türkiye’yi tanıtıcı çalışmaları göz ardı edilmemelidir.
• Üniversitelerin uluslararası platformda çalışmaları, yayınları desteklenmelidir.
• Stratejik araştırma merkezlerinin ulusal arenadan, uluslararası platforma taşınmaları gerekmektedir. İçe anlatımdan daha çok dışa yönelik çalışmalar yürütülmelidir. Bizi hedef alan ülkelerde konferans, panel vb. çalışmalar artırılmalıdır.
• Dışişleri temsilcilikleri ve ticari ataşelerimiz daha etkin olmalıdır.
• Türk marka ve firmaların yanında onlarla ortaklık yapan konsorsiyumlardan da yararlanılmalıdır.
• Türkiye, tarihsel derinliği ve turizm potansiyelinin önemini gözden kaçırmamalı, müzik, folklor gibi sanatsal faaliyetler önemsenmelidir.
• Yazın alanında, görsel alanda medya desteği ile uluslar arası arenada programlar yapılmalı. Film, belgesel, tiyatro eserleri yaratılmalıdır. (Türk sinemasının klasikleşmiş filmleri festivaller dışında dünya ile buluşturulmalıdır.)
• Televizyon, radyo, internet gibi iletişim dünyasının kaynakları ile kitlelere ulaşılmaya çalışılmalıdır.
• Toplantı ve gösteri, protesto yürüyüşü gibi eylemsel anlamda etkinliklere de ivme kazandırılmalıdır.
Sonuç:
Dış politikada ‘inandırıcılık’ ve ‘caydırıcılık’ olmak üzere iki husus önem arz eder. Bunları yakın tarihten örneklerle açıklayabiliriz. Fransa’da kabul edilen Soykırımı inkar suçunun cezalandırılmasına Türkiye tepki göstermiş, Fransız mallarını boykota yönelik kamuoyu bir ay kadar canlı kalmış, sonrasında unutmaya yüz tutmuş, konu soğutulmuştur. Bu ülke olarak dışarıdan bize bakış açılarına iyi bir örnek değildir. Güvenirliliğimizi yitirmemeli, kararlılığımızı sonuna dek sürdürmeliyiz.
Türk lobileri, dernekler, vakıflar birbirleriyle işbirliği yerine çatışma halindeler. Yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da kavga halindeler. Burada devlete iş düşüyor; dernekleri, kurumları bir bütün halinde, topyekun milli hedefe kilitlemek. Milli şuuru canlı tutmak, koordineyi sağlayarak, öncülüğünü sürdürmek ve kamuoyunu sürekli canlı tutmaktır.
Televizyon yayıncılığı başlı başına bir güçtür. TRT’nin TRT-INT kanalını Türkiye odaklı ancak Türkiye'den ibaret olmayan bir yayıncılık anlayışıyla uluslar arası platforma taşıyarak Türklerin yoğun olarak yaşadığı ya da Türkiye'nin yoğun ilişkilere sahip olduğu dünyanın değişik ülkelerinde büroların etkinleştirilmesi olmazsa olmazlardandır. TRT bu konuda 2010 itibariyle TRT-Türk, TRT-Avaz, TRT-Arapça TV kanalları ile Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda ve Ortaasyada yayın olarak izlenirken, TRT- Belgesel Kanalı Türkiye yi; İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve Türkçe ile 5 farklı dilde dünyaya tanıtmaktadır. 8 dilde yayın yapan Euronews haber kanalı, TRT’nin öncülüğüyle 9 uncu dil olarak Türkçe yayın hayatına başlarken, TRT-Türkü ve TRT-Avrupa FM uluslar arası radyo yayınını sürdürmektedir.
Bu merkezler, öncelikle Türkiye ile iletişim köprüsü oluşturacaktır. Türkiye'nin tanıtımı doğrultusunda yapılacak programları (sohbetler, açık oturumlar, paneller ve tartışmalar) aracılığıyla ilgili ülkelerde yaşayan Türklerin yanında o ülkelerdeki üst düzey yöneticilerin, politikacıların ve vatandaşlarının da ilgi ve katılımlarını sağlayacaktır. TRT’yi diğer uluslar arası yayın ağı bulunan (CNN Türk, Haber Türk, Kanal Türk, Sky Türk vd.) TV kanallarının da takibi Türkiye açısından olumlu gelişmelere yol açacaktır.
Türkiye bugüne kadar lobi konusunda destek olan Yahudi lobisinin katkısını yadsıyamaz. ABD genel olarak Türkiye’nin öngörülerine hak veren bir dış politika izler görünse de öncelik kendi çıkarlarıdır. ABD’nin Ermeni ve PKK kartını kendi ulusal çıkarları açısından kısa vadede bırakmayacağı aşikardır. Gücünü başka ülkelerden ve lobilerden alan bir ülke diğer ülke ve lobilerin kontrolünün dışına çıkamaz. ABD'nin de Türkiye ile örtüşen ulusal çıkarlarını değiştirerek Ermeni tezine yeşil ışık yaktığı an bu taslağın kongre ve senatodan geçmesini kimse engelleyemez. Ülke olarak bu tür desteklerin bir yere kadar süreceğini sonrasında çıkarların etken olacağını ve yönlendirilen ülke olmaktan öteye gidemeyeceğimizi görmek zorundayız. Kendimizi güçlü kılarak, kendi lobimizi güçlendirerek, kendi ayaklarımız üzerinde yönlendiren konumda olmalıyız.
Türkiye açısından; Dünyanın her köşesindeki Türklerin örgütlenerek, var olan örgütlerin de (Sağcı-Solcu-İslamcı-Ülkücü gibi) kısır çekişmelerden uzak tutularak; ulusal çıkarlar doğrultusunda birliktelik yakalanır, ne kadar çok destek verilir ise ulus olarak -bir o kadar daha- uluslar arası arenada güçlü bir konuma ulaşılacaktır.
Remzi KOÇÖZ
20 Nisan 2011 Çarşamba
15 Nisan 2011 Cuma
TÜRKİYE’NİN -Başını Ağrıtan- LOBİLERLE MÜCADELESİ -III
DİĞER LOBİLER
Savunma Lobisi:
Yıllardır Türkiye’yi destekleyen hükümet dışı neredeyse tek Amerikalı grup savunma lobisi olmuştur. Türkiye’nin yaptığı milyarlarca dolarlık silah alımları bunda etmendir. Savunma sanayi firmaları ABD’deki Türkiye destekleyicisi kurumların (Türkiye’nin Amerikalı Dostları AFOT yeni adıyla Türk Amerikan Konseyi ATC) kurulması ve mali yönden desteklenmesine yardımcı oldu. Savunma dışındaki alanlarda Türkiye’yi destekleyen büyük bir iş lobisinin oluşabilmesi için Türkiye’nin yabancı sermayeyi ciddi biçimde desteklemesi gerekmektedir.
Enerji Lobisi:
Enerji şirketleri son zamanlarda Türkiye ile ilgilenen önemli bir iş grubudur. Türkiye ve Azerbaycan’ı desteklerler ama Baku – Ceyhan hattına karşı isteksizdirler. Türk ve ABD hükümetleri bu girişimi bölge ülkelerinin Rusya’ya bağımlılığını azaltacağı için gerçekleştirmeye çalışırlar. ABD bu amaçla büyük elçi düzeyinde bir başkanlık özel temsilcisi atamıştır. Şirketler hattın verimli ve ekonomik olmayabileceğinden endişe duymaktadırlar. ABD – İran ilişkileri düzelirse daha ekonomik bir hattın İran üzerinden geçirilebileceğini düşünürler.
İnsan Hakları Lobisi:
Bunlar medya ve Kongre’de çok aktiftirler. Human Rights Watch ve Uluslararası Af Örgütü gibi kurumlar Türkiye’deki benzer kurumlarla sıkı ilişki içindedirler. Detaylı ve itina ile hazırlanmış raporlar üretirler ve Türkiye’nin dışarıdaki imajının şekillenmesinde etkindirler. ABD Dışişleri Bakanlığının yıllık insan hakları raporunun hazırlanmasına yardımcı olurlar. Genellikle şart içeren hükümleri yönetime kabul ettirmeye çalışırlar. Örneğin askeri satış programını insan hakları ile alakalandırmaya çalışırlar ki o noktada Yunan ve Ermeni gruplarla ortak bir amaçta buluşmuş olurlar.
Türkiye Uzmanları:
Resmi kurumlarda çalışmayan ve üniversiteler ile stratejik araştırma (think-tank kuruluşları) merkezleri içerisinde yer alan küçük ve heterojen bir gruptur. Lobi olarak adlandırılamayacak kadar güçsüzdür. İmaj şekillendirmede önemli bir rol oynamazlar. Türkiye hakkında basına yapılan açıklamaların çoğunu ve Kongre’ye sunulan bilgilerin bir kısmını bu grup sağlar ancak yorumlarken grup üyelerinin farklı fikirlere sahip olmaları şaşırtıcı değildir. (8)
Ermeni lobisi ile birlikte Rum ve Kürt lobisinin de Türkiye karşıtı faaliyetleri gözden kaçmamaktadır. Yahudi lobisinin de İsrail’in çıkarlarını göz ardı etmeyeceğine işaret eden bir akademisyenimizin önerisi dikkate değer: “Washington’daki Institute of Turkish Studies işe yaramadığına göre yeni bir enstitü kurulmalı. Bu enstitü Türkiye ve Kürt meselelerinde çalışan uzman ve akademisyenlere düzenli bilgi aktarımında bulunmalı. Türkiye Washington Institute for Near East Studies’e dayanmaktan kurtulmalıdır.” (9)
LOBİ FAALİYETLERİNDEN BASINA YANSIYANLAR
Fransa'da Paris İstinaf Mahkemesi'nin 'Ermeni soykırımı' iddiasına karşı Türk tezlerine yer veren Quid ansiklopedisini haklı bulması, Ermeni derneklerini harekete geçirmeye yetmiş, davayı kaybetmelerine rağmen pes etmediklerini göstermişlerdir. (Hürriyet Gazetesi, “Ansiklopedik Zafer”, 09. 03. 2007)
Amerikan PBS televizyonunun New York'taki yerel istasyonu Channel 13 "Ermeni soykırımı" tezini reddedenlere de söz hakkı veren bir paneli yayımlamaması için kampanya yürüten Ermeni lobisinin protestosu üzerine geri adım atarak paneli yayından kaldırmıştır. (Yasemin Çongar,“ABD” Hürriyet Gazetesi)
Hollanda'da Ermeni lobisinin sürdürdüğü kampanya sonuç verdi. İki ayrı partiden aday olan üç Türk, "soykırımı" kabul etmediği için listelerden çıkarıldı.(Sabah Gazetesi,“Ermeni lobisi Hollanda'da kazandı!”, 28. 09. 2006)
Romanya'da Türk diplomasisi ve işadamlarının başarılı bir lobi faaliyetleri sonucu sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı bu ülkede kabul görmemiştir.(Başarılı bir Türk Lobisi var, www.turksoylaipekyolu.com/tr, erişim tarihi: 10. 03. 2007)
"Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır" diyen İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, Lozan'da yargılanırken yalnız bırakılmış, Türkiye'nin milli meselesi olan bir konuya Perinçek'in kişisel davası gözüyle bakılarak İktidar ve Ana Muhalefet partileri tarafından duruşmaya tek bir milletvekili bile gönderilmemiştir. (Emin Pazarcı, “Yapayalnız Bir Adam”, 09 Mart 2007, Bugün Gazetesi)
Arkansas emekli bölge savcısı ve yazar Samuel A. Weems: “Türkiye, dünyadaki yedinci büyük tahıl ithalatçısı. Eğer çiftçi ürününün Türkiye tarafından satın alındığını bilse yaklaşımı farklı olur. Türkler hiçbir zaman ticari ilişkilerini kullanmıyor. Ben Türkiye’nin yerinde olsam bunları kullanırdım.” (Celil Sağır, Aksiyon Dergisi, Sayı: 381, 23.03.2002, www.aksiyon.com.tr)
Ermeni tasarısını engelleyemeyen, milyonlarca dolar verdiğimiz lobi şirketlerinden birisi silah ihaleleriyle uğraşırken, diğeri CIA ve MOSSAD'ın kirli işlerini yürütüyor. (Yeni Şafak Gazetesi, “Lobici mi, İhale Takipçisi mi?”, 30. 09. 2000)
Amerikan Washington Post gazetesi: “Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubad Talabani’nin yönettiği Kürt siyasi lobisinin "İsrail ya da Tayvan gibi olmak için" hem Beyaz Saray hem kongre ve hem de kamuoyu nezdinde oldukça etkili faaliyet sergilediği; Iraklı Kürtlerin, İsrail istihbaratı Mossad’ın eski yetkilileri, evanjelist Hıristiyanlar ve Cumhuriyetçi Parti danışmanlarından oluşan "etkin bir lobi sistemi" oluşturduğu; Bu yoğun faaliyetler sayesinde ABD’den 1.4 milyar dolarlık yardım kazandığı, Irak’ın yeniden imarı için ABD’nin ayırdığı fondan da Iraklı Kürtlere 18.4 milyar yardım gönderildiğini” belirtmiştir.
(www.atasatforum.com, erişim tarihi: 24. 04. 2007)
Huffington Post'ta yayımlanan makalede: New York Üniversitesi Küresel İlişkiler Merkezi öğretim üyesi Alon Ben-Meir, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımasının ABD’nin tarihi gerçekleri araştırmasından çok, uygunsuz zamanda yapılmış bir siyasi tiyatro ile ilgisini olduğunu belirtir. “Bu kadar ciddi bir karar Türkiye’nin kimliğine bir hakaret kabul edilecek politik bir davranışla değil, en yüksek ahlaki değerlendirme ve soruşturmayı gerektirir” diyen Meir, soykırım gerçekleşmiş ise bunu iki yılda bir seçilen politikacıların değil, uluslararası soruşturma yürütecek uluslararası bir mahkemeye bırakılması gerekir yorumunu yapar.
(http://www.hurriyet.com.tr/planet/14066193.asp, erişim tarihi: 12/03/2010)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(8) Prof. Çağrı ERHAN (TOBB Üniversitesi), MGA 62. Dönem “Türkiye-ABD İlişkileri” konferans notları.
(9) Doç. Dr. M. Hakan YAVUZ (Utah Üniversitesi), “ABD’de ‘Kürdistan’ Lobisi Atağı” adlı makale, 01.10.2003, http://arsiv.zaman.com.tr/2003/10/01/yorumlar/yorum2.htm, erişim tarihi: 19.10.2007
Savunma Lobisi:
Yıllardır Türkiye’yi destekleyen hükümet dışı neredeyse tek Amerikalı grup savunma lobisi olmuştur. Türkiye’nin yaptığı milyarlarca dolarlık silah alımları bunda etmendir. Savunma sanayi firmaları ABD’deki Türkiye destekleyicisi kurumların (Türkiye’nin Amerikalı Dostları AFOT yeni adıyla Türk Amerikan Konseyi ATC) kurulması ve mali yönden desteklenmesine yardımcı oldu. Savunma dışındaki alanlarda Türkiye’yi destekleyen büyük bir iş lobisinin oluşabilmesi için Türkiye’nin yabancı sermayeyi ciddi biçimde desteklemesi gerekmektedir.
Enerji Lobisi:
Enerji şirketleri son zamanlarda Türkiye ile ilgilenen önemli bir iş grubudur. Türkiye ve Azerbaycan’ı desteklerler ama Baku – Ceyhan hattına karşı isteksizdirler. Türk ve ABD hükümetleri bu girişimi bölge ülkelerinin Rusya’ya bağımlılığını azaltacağı için gerçekleştirmeye çalışırlar. ABD bu amaçla büyük elçi düzeyinde bir başkanlık özel temsilcisi atamıştır. Şirketler hattın verimli ve ekonomik olmayabileceğinden endişe duymaktadırlar. ABD – İran ilişkileri düzelirse daha ekonomik bir hattın İran üzerinden geçirilebileceğini düşünürler.
İnsan Hakları Lobisi:
Bunlar medya ve Kongre’de çok aktiftirler. Human Rights Watch ve Uluslararası Af Örgütü gibi kurumlar Türkiye’deki benzer kurumlarla sıkı ilişki içindedirler. Detaylı ve itina ile hazırlanmış raporlar üretirler ve Türkiye’nin dışarıdaki imajının şekillenmesinde etkindirler. ABD Dışişleri Bakanlığının yıllık insan hakları raporunun hazırlanmasına yardımcı olurlar. Genellikle şart içeren hükümleri yönetime kabul ettirmeye çalışırlar. Örneğin askeri satış programını insan hakları ile alakalandırmaya çalışırlar ki o noktada Yunan ve Ermeni gruplarla ortak bir amaçta buluşmuş olurlar.
Türkiye Uzmanları:
Resmi kurumlarda çalışmayan ve üniversiteler ile stratejik araştırma (think-tank kuruluşları) merkezleri içerisinde yer alan küçük ve heterojen bir gruptur. Lobi olarak adlandırılamayacak kadar güçsüzdür. İmaj şekillendirmede önemli bir rol oynamazlar. Türkiye hakkında basına yapılan açıklamaların çoğunu ve Kongre’ye sunulan bilgilerin bir kısmını bu grup sağlar ancak yorumlarken grup üyelerinin farklı fikirlere sahip olmaları şaşırtıcı değildir. (8)
Ermeni lobisi ile birlikte Rum ve Kürt lobisinin de Türkiye karşıtı faaliyetleri gözden kaçmamaktadır. Yahudi lobisinin de İsrail’in çıkarlarını göz ardı etmeyeceğine işaret eden bir akademisyenimizin önerisi dikkate değer: “Washington’daki Institute of Turkish Studies işe yaramadığına göre yeni bir enstitü kurulmalı. Bu enstitü Türkiye ve Kürt meselelerinde çalışan uzman ve akademisyenlere düzenli bilgi aktarımında bulunmalı. Türkiye Washington Institute for Near East Studies’e dayanmaktan kurtulmalıdır.” (9)
LOBİ FAALİYETLERİNDEN BASINA YANSIYANLAR
Fransa'da Paris İstinaf Mahkemesi'nin 'Ermeni soykırımı' iddiasına karşı Türk tezlerine yer veren Quid ansiklopedisini haklı bulması, Ermeni derneklerini harekete geçirmeye yetmiş, davayı kaybetmelerine rağmen pes etmediklerini göstermişlerdir. (Hürriyet Gazetesi, “Ansiklopedik Zafer”, 09. 03. 2007)
Amerikan PBS televizyonunun New York'taki yerel istasyonu Channel 13 "Ermeni soykırımı" tezini reddedenlere de söz hakkı veren bir paneli yayımlamaması için kampanya yürüten Ermeni lobisinin protestosu üzerine geri adım atarak paneli yayından kaldırmıştır. (Yasemin Çongar,“ABD” Hürriyet Gazetesi)
Hollanda'da Ermeni lobisinin sürdürdüğü kampanya sonuç verdi. İki ayrı partiden aday olan üç Türk, "soykırımı" kabul etmediği için listelerden çıkarıldı.(Sabah Gazetesi,“Ermeni lobisi Hollanda'da kazandı!”, 28. 09. 2006)
Romanya'da Türk diplomasisi ve işadamlarının başarılı bir lobi faaliyetleri sonucu sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı bu ülkede kabul görmemiştir.(Başarılı bir Türk Lobisi var, www.turksoylaipekyolu.com/tr, erişim tarihi: 10. 03. 2007)
"Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır" diyen İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, Lozan'da yargılanırken yalnız bırakılmış, Türkiye'nin milli meselesi olan bir konuya Perinçek'in kişisel davası gözüyle bakılarak İktidar ve Ana Muhalefet partileri tarafından duruşmaya tek bir milletvekili bile gönderilmemiştir. (Emin Pazarcı, “Yapayalnız Bir Adam”, 09 Mart 2007, Bugün Gazetesi)
Arkansas emekli bölge savcısı ve yazar Samuel A. Weems: “Türkiye, dünyadaki yedinci büyük tahıl ithalatçısı. Eğer çiftçi ürününün Türkiye tarafından satın alındığını bilse yaklaşımı farklı olur. Türkler hiçbir zaman ticari ilişkilerini kullanmıyor. Ben Türkiye’nin yerinde olsam bunları kullanırdım.” (Celil Sağır, Aksiyon Dergisi, Sayı: 381, 23.03.2002, www.aksiyon.com.tr)
Ermeni tasarısını engelleyemeyen, milyonlarca dolar verdiğimiz lobi şirketlerinden birisi silah ihaleleriyle uğraşırken, diğeri CIA ve MOSSAD'ın kirli işlerini yürütüyor. (Yeni Şafak Gazetesi, “Lobici mi, İhale Takipçisi mi?”, 30. 09. 2000)
Amerikan Washington Post gazetesi: “Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin oğlu Kubad Talabani’nin yönettiği Kürt siyasi lobisinin "İsrail ya da Tayvan gibi olmak için" hem Beyaz Saray hem kongre ve hem de kamuoyu nezdinde oldukça etkili faaliyet sergilediği; Iraklı Kürtlerin, İsrail istihbaratı Mossad’ın eski yetkilileri, evanjelist Hıristiyanlar ve Cumhuriyetçi Parti danışmanlarından oluşan "etkin bir lobi sistemi" oluşturduğu; Bu yoğun faaliyetler sayesinde ABD’den 1.4 milyar dolarlık yardım kazandığı, Irak’ın yeniden imarı için ABD’nin ayırdığı fondan da Iraklı Kürtlere 18.4 milyar yardım gönderildiğini” belirtmiştir.
(www.atasatforum.com, erişim tarihi: 24. 04. 2007)
Huffington Post'ta yayımlanan makalede: New York Üniversitesi Küresel İlişkiler Merkezi öğretim üyesi Alon Ben-Meir, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımasının ABD’nin tarihi gerçekleri araştırmasından çok, uygunsuz zamanda yapılmış bir siyasi tiyatro ile ilgisini olduğunu belirtir. “Bu kadar ciddi bir karar Türkiye’nin kimliğine bir hakaret kabul edilecek politik bir davranışla değil, en yüksek ahlaki değerlendirme ve soruşturmayı gerektirir” diyen Meir, soykırım gerçekleşmiş ise bunu iki yılda bir seçilen politikacıların değil, uluslararası soruşturma yürütecek uluslararası bir mahkemeye bırakılması gerekir yorumunu yapar.
(http://www.hurriyet.com.tr/planet/14066193.asp, erişim tarihi: 12/03/2010)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(8) Prof. Çağrı ERHAN (TOBB Üniversitesi), MGA 62. Dönem “Türkiye-ABD İlişkileri” konferans notları.
(9) Doç. Dr. M. Hakan YAVUZ (Utah Üniversitesi), “ABD’de ‘Kürdistan’ Lobisi Atağı” adlı makale, 01.10.2003, http://arsiv.zaman.com.tr/2003/10/01/yorumlar/yorum2.htm, erişim tarihi: 19.10.2007
8 Nisan 2011 Cuma
TÜRKİYE’NİN -Başını Ağrıtan- LOBİLERLE MÜCADELESİ -II
ABD’DE FAALİYET GÖSTEREN LOBİLER
Rum Lobisi:
ABD’ye Yunanistan ve Osmanlı coğrafyasından göç etmiş Rumların sayısı kendilerine yakın kaynaklarca 3 milyon olarak gösterilmiş olsa da; gerçek rakamlar bunun yarısı olan 1.5 milyon kadar tahmin edilmektedir. Rumlar ABD’de özel sektör yanı sıra bürokraside önemli görevliler yetiştirmiştir. Kongreye giren Rumlar vardır. En önemli Rum lobilerinin başında Amerikan Rum-Ortodoks Kilisesi, Amerikan Helenik Enstitüsü bulunmaktadır. Rum lobisi yukarıda değindiğimiz gibi KKTC’yi tanımaz ve tanıtmazken Türkiye’nin bekleme odasına alındığı AB’ye Kıbrıs’ı temsilen tam üye olmuştur.
Ermeni Lobisi:
ABD’de yaklaşık 1 milyon Ermeni kökenli ABD vatandaşı yaşamaktadır. Taraftarları büyük siyasi öneme sahiptir ve California’da yoğunlaşmışlardır. Ermeniler Türkiye Cumhuriyeti’nden önce vuku bulmuş savaş zamanı olaylarını soykırım olarak kabul ederler. Örgütlülüğünün öncüsü Ermeni Kilisesi ve Ermeni Ulusal Enstitüsü’dür. Her yeni doğan Ermeni çocuğu vaftiz olurken kilisede kayda alınır, ardından aidiyet devam eder. ASALA terör örgütü, 1979 – 86 yılları arasında 41 Türk diplomat ve aile bireyini şehit etmiş, 424’ünü de yaralamıştır. Her yıl bir Ermeni soykırım yasasını ABD kongresinden geçirmeye çalışırlar. Bunların en büyüğü Senato’da Ermeni tarafında Robert Dole ve Türk tarafında Robert Byrd arasında 1990’da yer alan mücadeledir. Yoğun olarak yaşadıkları eyaletlerde organize olarak, fire vermeden blok oy kullanırlar. Son olarak, Demokrat Partinin Temsilciler Meclisi Başkanlığına seçilen Nancy Pelosi seçilirken “Soykırım” taahhüdü vermiştir. 2008 yılındaki boşalacak ABD başkanlığının en büyük adaylarından biridir. Temsilciler meclisinde çoğunluğu ele geçiren Demokratlar Ermeni görüşüne hoşgörü ile bakmaktadırlar. Ermeniler ABD’de 2007 yılı içerisinde atağa kalkarak soykırım tasarısını senatodaki komisyondan geçirerek genel kurula doğru aşama kaydederler. Ermeni lobisi, geçmiş yıllarda olduğu gibi nihai amacına ulaşmasa bile parasal yardımlar yanında Amerikan kamuoyunu da yanlarına almıştır.
Obama, 2008 yılındaki Başkanlık seçimleri öncesinde ABD'de sayıları milyonları bulan Ermeni asıllı vatandaşlara sözde "soykırım" iddialarını tanıyacağı sözü verirken, Ermeni diasporası da Obama’yı şu ana kadar sözde "soykırım"ı tanımaya en yakın başkan olarak görür.
Obama, 2009 yılındaki ilk 24 Nisan açıklamasında "soykırım" yerine, Ermenilerin 1915 olayları için kullandığı "Meds Yeghern" yani "Büyük Felaket" terimini kullanması Ermeni diasporasının yanı sıra Türkiye'nin de tepkisini çeker.
2010 yılı 24 Nisan öncesi ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi'nde 'Ermeni soykırımı' iddiaları ile ilgili kritik karar tasarısı 1 oy farkla kabul edilse de, Obama yönetimi tarafından tasarının geçmemesi için Kongre'ye tavsiyede bulunulur. Ermeni Lobisi ve Pelosi'nin çabalarına rağmen Ermeni Karar Tasarısı, 2010 yılında son kez toplanan Temsilciler Meclisi Genel Kuruluna getirilemez.
Daha önce 4 kez benzere girişimlere tanık olunur. 1975 ve 1984 yıllarında Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nda karar tasarısı kabul edilmiş ise de Senato'dan geçmediği için yasalaşmaz. 2000 ve 2007 yıllarında ise ABD Başkanları Clinton ve Bush’un devreye girmesiyle tasarı Temsilciler Meclisi Genel Kurul gündemine alınmadan rafa kaldırılmıştır.
Ermenistan açısından ise durum daha farklıdır. Ermenistan hükümeti, sözde "soykırım" iddialarının tanınmasından çok sınırın açılmasına odaklanmış durumda.
Yahudi Lobisi:
Pek çok Yahudi örgütü yıllardır sessizce Türkiye’yi desteklediler. Musevi toplumunun Türklere ilgisi çok eskilere dayanır. 1492 İspanya göçünde Yahudilere Osmanlı sahip çıkmış, ikinci dünya savaşında Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin bir kısmı Türkiye’ye kaçmış, diplomatik açıdan kaçırılmıştır. Türkiye İsrail’i 1948’da tanıyan ve 1949’da diplomatik ilişkiler kuran ilk Müslüman devlettir. Düşman Müslüman devletler ile sarılmış bulunan İsrail için yakınında bulunan dost bir Müslüman devletin varlığı siyasi ve psikolojik öneme sahiptir.1990’ların ikinci yarısında askeri ve istihbarat alanındaki ilişkiler büyük aşama kaydetmiştir. Bu işbirliği her iki devletin, bölgedeki diğer devletlerin ve ABD’nin hayal ettiğinden çok daha ileri gitmiştir.
Soğuk savaş sonrası özellikle 1. ve 2. Körfez Harekâtları ve BOP/GOP çerçevesindeki gelişmelerin en büyük destekçisi olmuştur. ABD’nin bölgede etkin olması açısından başta Amerika olmak üzere dünyanın her yerinde var olan Yahudi lobilerini de harekete geçirmiştir. Bölgede İsrail’e en büyük tehlike gördükleri Filistin ve İran’a karşı lobi faaliyetleri yanında Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun hamisi konumunda yürütülen faaliyetler Türkiye’yi rahatsız etmektedir. Yahudi lobisinin Türkiye’ye karşı izlediği faaliyetler eskisinden farklı bir konuma ulaşarak sınırsız destek yerini sınırlı desteğe yani Türkiye-İsrail-Ortadoğu gelişmelerinin seyrine bırakmıştır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde son yıllarda yaşanan gerginlik özellikle ABD’de yaşayan Yahudi Lobisini doğrudan etkiliyor. 2010 yılındaki sözde soykırım tasarısının kritik oylamasında Yahudi lobisinin sessiz kalması Türkler açısından farklı yorumlanıyor.
Kürt Lobisi:
Amerika’da soğuk savaş sonrası özellikle 1. Körfez Harekatı sonrası baş gösteren Kürt Lobisi 2003 yılında Irak’ın işgali sonrası atağa kalkarak Kürt sorununu dünya gündemine taşımıştır. Saddam’ın yargılanması sürecinde, 1988 Halepçe katliamıyla "Kürt soykırımı" tema olarak işlenmiştir.
Washington’daki Barzani’nin KDP’si ile Talabani’nin PUK temsilcilikleri Türk elçiliğinden daha faal ve daha inandırıcı şekilde çalışıyor. Washington Institute of Kurdish Studies; Kürt sorunuyla ilgili haber ve gelişmeleri düzenli olarak bu konuda çalışanlara gönderiyor ve Kürt sorunu ile ilgili birbiri ardına üniversite ve düşünce merkezlerinde toplantı yapıyor. Kürtlerin bağımsızlığı için kamuoyu oluşturmak, bu bağımsızlığın önünde en büyük engel olarak görülen güçleri belirlemek ve Ortadoğu’daki dikkatleri Filistin-İsrail sorunundan Kürt-Türk veya Kürt-Arap çatışmasına çekmek. Son zamanlarda bu toplantılar Türkiye’nin aleyhine işleyen bir platforma dönüşmüştür.
Bugün ABD’de hem bürokrasi hem akademi dünyasında güçlü bir Kürt lobisi oluşmuştur. İkinci grubun tezlerinin oluşmasında ve bu tezlerin daha iyi savunulması için akıl hocalığı yapanların başında Amerika’lı eski diplomat ve National Defense University’de ders veren Peter Galbraith gelmektedir. Galbraith, geçmişte Kürtlere “Sizin şu an büyük düşmanınız Türkiye’dir. Bağımsızlığınızın önündeki engel Ankara’dır.” diyerek Türkiye’yi hedef göstermiştir. Sonrasında, "Irak'ın Sonu" adlı kitabında bu ülkeyi harita üzerinde bölüp bağımsız Kürdistan kurgusunu işlemiştir.
İsrail’de bölgedeki güçler dengesi açısından güçsüzleştirilmiş üç ayrı parçadan oluşan bir Irak arzulamaktadır. Bu çerçevede, Kürtlerin Irak’taki bağımsızlığını destekleyen gruplardan biri de Yahudi lobisidir.
Türk Lobisi:
ABD’deki Türkler dağınık bir yapıda olup siyasal etkiye sahip değillerdir. 120 bin kişilik Amerikan vatandaşı olmuş Türk yanında sonradan değişik yollarla göç eden Türklerle yaklaşık 200 bin nüfusa ulaşmıştır. Aslolan sayısal çoğunluktan öte etkin olmak, örgütlülük esastır. Yahudi lobisi bunun tipik örneğidir. En önemli Türk lobileri; Türk Amerikan Dernekleri Birliği (ATAA), Amerikan Turkish Couchul (ATC), Turkish-Amerikan Business Forum gibi… Türkiye Kongredeki desteğini karşıt Ermeni-Rum lobileriyle aynı düzeye getirmek için her yıl 2 ila 4 milyon dolar ödemede bulunmuştur. Ancak harcanan paralar Türk hükümetinin beklediği verimi getirmemiştir. Ancak Türkiye kendisine yardımcı olacak becerikli bir etnik müttefik bulmuştur: Yahudi lobisi. Yahudi lobisine son dönemde daha büyük ihtiyaç vardır. Geçmişte olduğu gibi destek verirseler Ermeni soykırımı konulu taslak genel kurula getirilemez. Bundan önce de Dış İlişkiler Komitesi'nin buna benzer (2000'de 38'e 12, 2005'te 40'a 7 oyla bu kararlar çıkmıştı) kararları vardır. 1975’te Temsilciler Meclisi’nde kabul edildiği gibi, bu tasarı kıl payı çoğunluğu sağladıkları Senato’dan geçmemiştir. 2007 yılında da işler tersine seyir izleyerek Türkiye aleyhine gelişir. Ermeni tasarısı 27’ye 21 oyla Dış ilişkiler komisyonundan geçmiş ancak Temsilciler Meclisi genel kuruluna getirilmesi gösterilen yoğun çabalar (Türk ve Yahudi lobisi ile Türk, Amerikan işadamı ve yöneticilerinin katkıları) sonucunda engellenmiştir. 2010 yılında ise tasarı 23’e 22 oyla komisyondan geçerken 2010 sonu itibariyle Temsilciler Meclisi gündemine getirilmese de Yahudi lobisinin tarafsız kalması düşündürücüdür. Sonuçta, bu tasarı her yıl ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilerek bitmeyen senfoni şeklinde gündemimizi meşgul edecektir.
Remzi KOÇÖZ
Rum Lobisi:
ABD’ye Yunanistan ve Osmanlı coğrafyasından göç etmiş Rumların sayısı kendilerine yakın kaynaklarca 3 milyon olarak gösterilmiş olsa da; gerçek rakamlar bunun yarısı olan 1.5 milyon kadar tahmin edilmektedir. Rumlar ABD’de özel sektör yanı sıra bürokraside önemli görevliler yetiştirmiştir. Kongreye giren Rumlar vardır. En önemli Rum lobilerinin başında Amerikan Rum-Ortodoks Kilisesi, Amerikan Helenik Enstitüsü bulunmaktadır. Rum lobisi yukarıda değindiğimiz gibi KKTC’yi tanımaz ve tanıtmazken Türkiye’nin bekleme odasına alındığı AB’ye Kıbrıs’ı temsilen tam üye olmuştur.
Ermeni Lobisi:
ABD’de yaklaşık 1 milyon Ermeni kökenli ABD vatandaşı yaşamaktadır. Taraftarları büyük siyasi öneme sahiptir ve California’da yoğunlaşmışlardır. Ermeniler Türkiye Cumhuriyeti’nden önce vuku bulmuş savaş zamanı olaylarını soykırım olarak kabul ederler. Örgütlülüğünün öncüsü Ermeni Kilisesi ve Ermeni Ulusal Enstitüsü’dür. Her yeni doğan Ermeni çocuğu vaftiz olurken kilisede kayda alınır, ardından aidiyet devam eder. ASALA terör örgütü, 1979 – 86 yılları arasında 41 Türk diplomat ve aile bireyini şehit etmiş, 424’ünü de yaralamıştır. Her yıl bir Ermeni soykırım yasasını ABD kongresinden geçirmeye çalışırlar. Bunların en büyüğü Senato’da Ermeni tarafında Robert Dole ve Türk tarafında Robert Byrd arasında 1990’da yer alan mücadeledir. Yoğun olarak yaşadıkları eyaletlerde organize olarak, fire vermeden blok oy kullanırlar. Son olarak, Demokrat Partinin Temsilciler Meclisi Başkanlığına seçilen Nancy Pelosi seçilirken “Soykırım” taahhüdü vermiştir. 2008 yılındaki boşalacak ABD başkanlığının en büyük adaylarından biridir. Temsilciler meclisinde çoğunluğu ele geçiren Demokratlar Ermeni görüşüne hoşgörü ile bakmaktadırlar. Ermeniler ABD’de 2007 yılı içerisinde atağa kalkarak soykırım tasarısını senatodaki komisyondan geçirerek genel kurula doğru aşama kaydederler. Ermeni lobisi, geçmiş yıllarda olduğu gibi nihai amacına ulaşmasa bile parasal yardımlar yanında Amerikan kamuoyunu da yanlarına almıştır.
Obama, 2008 yılındaki Başkanlık seçimleri öncesinde ABD'de sayıları milyonları bulan Ermeni asıllı vatandaşlara sözde "soykırım" iddialarını tanıyacağı sözü verirken, Ermeni diasporası da Obama’yı şu ana kadar sözde "soykırım"ı tanımaya en yakın başkan olarak görür.
Obama, 2009 yılındaki ilk 24 Nisan açıklamasında "soykırım" yerine, Ermenilerin 1915 olayları için kullandığı "Meds Yeghern" yani "Büyük Felaket" terimini kullanması Ermeni diasporasının yanı sıra Türkiye'nin de tepkisini çeker.
2010 yılı 24 Nisan öncesi ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi'nde 'Ermeni soykırımı' iddiaları ile ilgili kritik karar tasarısı 1 oy farkla kabul edilse de, Obama yönetimi tarafından tasarının geçmemesi için Kongre'ye tavsiyede bulunulur. Ermeni Lobisi ve Pelosi'nin çabalarına rağmen Ermeni Karar Tasarısı, 2010 yılında son kez toplanan Temsilciler Meclisi Genel Kuruluna getirilemez.
Daha önce 4 kez benzere girişimlere tanık olunur. 1975 ve 1984 yıllarında Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nda karar tasarısı kabul edilmiş ise de Senato'dan geçmediği için yasalaşmaz. 2000 ve 2007 yıllarında ise ABD Başkanları Clinton ve Bush’un devreye girmesiyle tasarı Temsilciler Meclisi Genel Kurul gündemine alınmadan rafa kaldırılmıştır.
Ermenistan açısından ise durum daha farklıdır. Ermenistan hükümeti, sözde "soykırım" iddialarının tanınmasından çok sınırın açılmasına odaklanmış durumda.
Yahudi Lobisi:
Pek çok Yahudi örgütü yıllardır sessizce Türkiye’yi desteklediler. Musevi toplumunun Türklere ilgisi çok eskilere dayanır. 1492 İspanya göçünde Yahudilere Osmanlı sahip çıkmış, ikinci dünya savaşında Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin bir kısmı Türkiye’ye kaçmış, diplomatik açıdan kaçırılmıştır. Türkiye İsrail’i 1948’da tanıyan ve 1949’da diplomatik ilişkiler kuran ilk Müslüman devlettir. Düşman Müslüman devletler ile sarılmış bulunan İsrail için yakınında bulunan dost bir Müslüman devletin varlığı siyasi ve psikolojik öneme sahiptir.1990’ların ikinci yarısında askeri ve istihbarat alanındaki ilişkiler büyük aşama kaydetmiştir. Bu işbirliği her iki devletin, bölgedeki diğer devletlerin ve ABD’nin hayal ettiğinden çok daha ileri gitmiştir.
Soğuk savaş sonrası özellikle 1. ve 2. Körfez Harekâtları ve BOP/GOP çerçevesindeki gelişmelerin en büyük destekçisi olmuştur. ABD’nin bölgede etkin olması açısından başta Amerika olmak üzere dünyanın her yerinde var olan Yahudi lobilerini de harekete geçirmiştir. Bölgede İsrail’e en büyük tehlike gördükleri Filistin ve İran’a karşı lobi faaliyetleri yanında Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun hamisi konumunda yürütülen faaliyetler Türkiye’yi rahatsız etmektedir. Yahudi lobisinin Türkiye’ye karşı izlediği faaliyetler eskisinden farklı bir konuma ulaşarak sınırsız destek yerini sınırlı desteğe yani Türkiye-İsrail-Ortadoğu gelişmelerinin seyrine bırakmıştır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde son yıllarda yaşanan gerginlik özellikle ABD’de yaşayan Yahudi Lobisini doğrudan etkiliyor. 2010 yılındaki sözde soykırım tasarısının kritik oylamasında Yahudi lobisinin sessiz kalması Türkler açısından farklı yorumlanıyor.
Kürt Lobisi:
Amerika’da soğuk savaş sonrası özellikle 1. Körfez Harekatı sonrası baş gösteren Kürt Lobisi 2003 yılında Irak’ın işgali sonrası atağa kalkarak Kürt sorununu dünya gündemine taşımıştır. Saddam’ın yargılanması sürecinde, 1988 Halepçe katliamıyla "Kürt soykırımı" tema olarak işlenmiştir.
Washington’daki Barzani’nin KDP’si ile Talabani’nin PUK temsilcilikleri Türk elçiliğinden daha faal ve daha inandırıcı şekilde çalışıyor. Washington Institute of Kurdish Studies; Kürt sorunuyla ilgili haber ve gelişmeleri düzenli olarak bu konuda çalışanlara gönderiyor ve Kürt sorunu ile ilgili birbiri ardına üniversite ve düşünce merkezlerinde toplantı yapıyor. Kürtlerin bağımsızlığı için kamuoyu oluşturmak, bu bağımsızlığın önünde en büyük engel olarak görülen güçleri belirlemek ve Ortadoğu’daki dikkatleri Filistin-İsrail sorunundan Kürt-Türk veya Kürt-Arap çatışmasına çekmek. Son zamanlarda bu toplantılar Türkiye’nin aleyhine işleyen bir platforma dönüşmüştür.
Bugün ABD’de hem bürokrasi hem akademi dünyasında güçlü bir Kürt lobisi oluşmuştur. İkinci grubun tezlerinin oluşmasında ve bu tezlerin daha iyi savunulması için akıl hocalığı yapanların başında Amerika’lı eski diplomat ve National Defense University’de ders veren Peter Galbraith gelmektedir. Galbraith, geçmişte Kürtlere “Sizin şu an büyük düşmanınız Türkiye’dir. Bağımsızlığınızın önündeki engel Ankara’dır.” diyerek Türkiye’yi hedef göstermiştir. Sonrasında, "Irak'ın Sonu" adlı kitabında bu ülkeyi harita üzerinde bölüp bağımsız Kürdistan kurgusunu işlemiştir.
İsrail’de bölgedeki güçler dengesi açısından güçsüzleştirilmiş üç ayrı parçadan oluşan bir Irak arzulamaktadır. Bu çerçevede, Kürtlerin Irak’taki bağımsızlığını destekleyen gruplardan biri de Yahudi lobisidir.
Türk Lobisi:
ABD’deki Türkler dağınık bir yapıda olup siyasal etkiye sahip değillerdir. 120 bin kişilik Amerikan vatandaşı olmuş Türk yanında sonradan değişik yollarla göç eden Türklerle yaklaşık 200 bin nüfusa ulaşmıştır. Aslolan sayısal çoğunluktan öte etkin olmak, örgütlülük esastır. Yahudi lobisi bunun tipik örneğidir. En önemli Türk lobileri; Türk Amerikan Dernekleri Birliği (ATAA), Amerikan Turkish Couchul (ATC), Turkish-Amerikan Business Forum gibi… Türkiye Kongredeki desteğini karşıt Ermeni-Rum lobileriyle aynı düzeye getirmek için her yıl 2 ila 4 milyon dolar ödemede bulunmuştur. Ancak harcanan paralar Türk hükümetinin beklediği verimi getirmemiştir. Ancak Türkiye kendisine yardımcı olacak becerikli bir etnik müttefik bulmuştur: Yahudi lobisi. Yahudi lobisine son dönemde daha büyük ihtiyaç vardır. Geçmişte olduğu gibi destek verirseler Ermeni soykırımı konulu taslak genel kurula getirilemez. Bundan önce de Dış İlişkiler Komitesi'nin buna benzer (2000'de 38'e 12, 2005'te 40'a 7 oyla bu kararlar çıkmıştı) kararları vardır. 1975’te Temsilciler Meclisi’nde kabul edildiği gibi, bu tasarı kıl payı çoğunluğu sağladıkları Senato’dan geçmemiştir. 2007 yılında da işler tersine seyir izleyerek Türkiye aleyhine gelişir. Ermeni tasarısı 27’ye 21 oyla Dış ilişkiler komisyonundan geçmiş ancak Temsilciler Meclisi genel kuruluna getirilmesi gösterilen yoğun çabalar (Türk ve Yahudi lobisi ile Türk, Amerikan işadamı ve yöneticilerinin katkıları) sonucunda engellenmiştir. 2010 yılında ise tasarı 23’e 22 oyla komisyondan geçerken 2010 sonu itibariyle Temsilciler Meclisi gündemine getirilmese de Yahudi lobisinin tarafsız kalması düşündürücüdür. Sonuçta, bu tasarı her yıl ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilerek bitmeyen senfoni şeklinde gündemimizi meşgul edecektir.
Remzi KOÇÖZ
4 Nisan 2011 Pazartesi
TÜRKİYE’NİN -Başını Ağrıtan- LOBİLERLE MÜCADELESİ
‘Tarihte önemli yer tutmuş ulusların, toplumların, dinlerin, ideolojilerin tabi ki büyük idealleri var olmuştur. Siyonizm, Helenizm, Komünizm, Nazizm, Faşizm gibi Turancılıkta Türklerin idealidir. Günümüz dünyasında ise, bu ideallerin toprak parçası olarak düşünülmesi ütopyadan öteye gitmemektedir. Ancak, ideallerini ulusal çıkarları ile örtüştüren toplumlar, uluslararası kamuoyunu arkalarına almak için lobiler aracılığıyla diplomasilerini güçlendirmeye çalışmaktadırlar.’
LOBİLER
Türk Dil Kurumu sözlüğünde Lobi: “Bazı ortak çıkarları olan grupların temsilcilerinden oluşan topluluk“ anlamına gelmektedir. Bu basit ve kısa bir tanımdan yola çıkarak uluslararası arenadaki ülkemizi yakından ilgilendiren lobi faaliyetlerine değineceğiz.
Lobiler konusunun zorluğunu özellikle Türk lobisinin durumunu Emekli Büyükelçimiz şöyle vurguluyor: “Sizde kendinizi yüzde yüz haklı hissediyorsunuz. Fakat karşı tarafta haklı hissediyor bu çok garip bir şeydir. Birde karı koca ilişkisinde böyle şeyler olur. Yüzde yüz haklı hissettiğiniz içinde, karşı tarafın bu işi nasıl yaptığını veya başkasının ona nasıl sempati gösterdiğini bir türlü kabul edemiyorsunuz. Ama sizin gördüğünüz gibi görmeme imkanına sahip karşısı. Onun için dış politikada haklıyı haksızdan ayırmak ve onunda ötesine gidip temel bir motifi bulmak dünyanın en zor işidir.“ (1)
Lobilerin, uluslar arası ilişkilerdeki konumuna baktığımızda; ülkelerde var olan çıkar ve baskı guruplarının kamuoyu üzerinde baskı oluşturarak lobi oluşturduklarını görürüz. Lobiler kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyunu manipüle edebilir. Bu manipülasyon sonucunda özellikle ABD örneğinden yola çıkarsak başkan ve kongre üyeleri üzerinde lobiler oy baskısı oluşturabilir.
Lobiler, genellikle diğer ülke vatandaşlarından farklı olarak kendi temsil ettikleri etnik yapının, gurubun çıkarları doğrultusunda faaliyet gösterirler.
Lobiler için profesyonellik esas kazanmıştır ve yasaldır. Lobi şirketleri basını, kitle iletişim araçlarını kullanarak dış politikadaki karar alıcılara çeşitli biçimlerde nüfuz ederler. Bu yolla müşterilerinin çıkarlarını sağlamaya çalışırlar. Ermeni ve Rum lobilerine gelmeden önce bu toplulukların Türklerle ilgisini kısaca ele almakta fayda var.
Rumlar:
“Kıbrıs Panhelenizm’in küçük bir teferruatıdır. O itibarla Kıbrıs hiçbir zaman orada yaşayan 100 bin Türkün şahsi meselesi değildir. Kıbrıs İmroz davasıdır, Bozcaada davasıdır, İstanbul davasıdır, İzmir davasıdır, Ankara davasıdır ve nihayet Anadolu’dan Türklerin atılması davasıdır. Kıbrıs işte onun için önemlidir ve Türk parlamentosu Türkiye’nin bekası ve kaderi hususunda bir karara varmak zorundadır. Bu belki son fırsattır. Bu kadar önemli olan bir karara ise sadece meydan ve sokak mitingleriyle varılamaz. Bu karar en aşağı kökleri yüzyıllar ötesine giden Panhelenizm kadar ince ve teferruatlı olmalıdır.” (2)
Bu sözlerin ardından yakın tarihe göz atalım;
1915’li yıllarda Anadolu da yaşayan Ermeni ve Rum çetelerinin katliamlarının benzeri yakın tarihimizde 1974’lü yıllarda Kıbrıs Türklerine karşı işlenmiştir. Hem de dünyanın gözü önünde! Türk ordusu Kıbrıs’ta barışı sağladıktan sonra BM heyetini davet ederek TV’lerden tüm dünyaya Rum katliamlarını, toplu mezarları gösterip, göz önüne sermiştir.
Rumlar ise, adadaki katliamlarına, isyan eden azınlığın bastırılması anlamında polemik yaparak tüm dünyayı kandırmaya devam etmiş ve dünya Rum lobisinin etkisinde ambargo uygulayıp, Türk Askerini işgalci bir statüde görmüş, göstermiş ve Türk Askerinin derhal adadan çekilmesini istemiştir.
Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin güvencesinde kurulan Kıbrıs Türk Federe Devletini, 1983 yılında KKTC adıyla tüm dünyaya ilan etmiş. Adadaki yeni oluşum 30 seneye yakın bir süre geçmesine rağmen BM nezdinde diğer uluslarca tanınmadığı gibi Türk ve Müslüman ülkelerce de tanınmamıştır. Yani Rum Lobisi dünya üzerinde de etkili olmuştur. Adadaki Rum kesimi Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile tek taraflı temsil ediliyor, tanınıyor. Mağdur mağrur gösteriliyor. Yunanistan’ın AB üyesi olması sonucu Güney Kıbrıs Rum Kesimi de sorunsuz addedilerek 2004 yılında AB’ye üye olmuştur.
Aşırı sağcı Papadapulos, Komünist Akel partisi tarafından desteklenmiş, Yunan-Rum kamuoyunda ulusal çıkarlar için sağı-solu bir araya gelmiştir. Bizde ise hem Türkiye’deki sözde sol geçinen hem de Kıbrıs’taki uzantıları bırakın ulusal çıkarı tıpatıp Rumlar gibi Türk askerini adeta işgalci olarak addederek neredeyse; Türk subaylarına tokat atacak düzeye gelip küstahlaşmışlardır. Bir kısım öğretmen, öğrenci ABD-İngiliz-Rum lobisi yandaşı olarak İngiltere, Yunanistan ve ABD’de eğitim çalışmalarına katılarak ağırlanmışlardır.
Kıbrıs Türk’ünün ayakta durmasını sağlayacak etkenlerden birincisi; Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs davasına sahiplenmeleridir. İkincisi ise; Türkiye’nin Kıbrıs’a olan inancı ve desteği…(3)
İşte bu iki temel eksen çökertilince Kıbrıs davası kaybedilecektir. Bunun için ABD, AB, Yunanistan Türkiye’nin AB sevdası uğruna Türkiye ve KKTC’yi birbirine düşürerek sorunu çözmeye çalışacaklardır. İşte bu sonuçta:
Türkiye olarak KKTC bizim için bir yük değil aksine bir davadır. M. Kemal Atatürk’ün 1930’lu yıllarda “Kıbrıs Türkiye’nin Akdeniz’deki soluk borusudur” sözleri çok ama çok anlamlıdır.
Toplumsal bilinç, ulusal çıkarlar öne çıkarılarak yerli yerine oturtulmalıdır. Bu konudaki dış etkileme odaklarının örgütsel ve medyatik duruşları iyi analiz edilerek, boşa çıkartılmalıdır. Türkiye ile ortak toplumsal payda yeniden teşekkül ettirilmelidir.
Askeri yönden Kıbrıs’ta tercihen iki deniz çıkışlı bölgede, ileride her türlü halde daimi kalıcı İngiliz üsleri benzeri bir konuşlandırma şimdiden oluşturulmalıdır.
Büyük güçlerin her zaman kendi planları olacaktır. Önemli olan bunların her zaman uygulanamayacağını bilmektir. Bazen belirleyici olmak için büyük olmak gerekmez. Birbirine tutkun, tasada ve kıvançta gerçek anlamda yekvücut olabilen bir yapı her zoru bozar. Eldekini kaybetme riskini görmeden daha fazlası hayalleri ile aldatılmak, “amok koşucusu” haline getirilmek, kendisine biçilen rolü oynamak büyük bir millete yakışmaz. Tarih boyunca olduğu gibi dik durabilmenin faziletini göstermek için kendi içindeki doğru sesi bastırmadan dinleyecek ve bu sesle yürüyecek olanlar deneyi bozup, laboratuarı kapattırabilirler. (4)
Ermeniler:
24 Nisan 1915 tarihinde; Van’da binlerce Türk ahalinin Ermeni çetelerce katledilmesi sonucu Osmanlı Hükümeti Taşnak ve Hınçak Partilerinin kapatılmasını kararlaştırmıştır. Ve bu tarih sonrası yaklaşık 520.000 Türk İnsanı Anadolu’nun değişik bölgelerinde Ermenilerin hunharca gadrine uğrayıp yaşamları son bulmuştur. Ve bu katliamlar 1. Dünya Savaşında farklı cephelerde Türk İnsanı savaş verirken cephe gerisindeki azınlıklardan Rumlar-Ermeniler çeteleşerek yaşlı-kadın ve çocukların çoğunluğunu oluşturduğu cephe gerisindeki insanları hunharca katletmişlerdir. Özellikle Doğu Cephesinde Ruslarla çarpışırken Ermeniler de cephe gerisinde katliamlarına devam ettiler. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti 27 Mayıs 1915’de Tehcir (Göç) Kanununu çıkartmak zorunda kalmıştır. Bu kanun kapsamında terör/çete olaylarına bulaşmış yaklaşık 430.000 kişinin Suriye’ye göç ettirilmesi esnasında; güzergâhtaki Kürt aşiretlerinin, yöredeki eşkıyaların yağma ve saldırıları yanında salgın hastalıktan 50.000 Ermeni hayatlarını kaybetmişlerdir. (5)
Bu konuyla ilgili olarak, kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen Türklerin sayısıdır. Amerikalı Prof. Justin McCarthy bu konuda şunları yazmaktadır:
“Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman'ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür... Sivas ili savaş sınırları içinde değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas'ta 180 bin Müslüman öldü. Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.” (6)
Yeni kurulan Cumhuriyet, Lozan’da, masa başında Ermeni lobisiyle mücadele ederek diplomasi olarak Batı’ya gerekli dersi vermiş, defteri kapatmıştı. Türkiye, Lozan sonrası Ermeni sorununu 50 yıl kadar yaşamadı. Ama ne var ki 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Rum lobisi, Ermeni lobisini hareketlendirip Asala terörünü öne çıkardı ve batı da buna seyirci kalınca 41 diplomatımız hunharca katledildi.
Bugün Kafkaslarda kurulan Ermenistan dışında Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde etkin, yetkin, yetenekli, geniş bir Ermeni Diasporası (dağılmış insanların tümü) oluşa gelmiştir. Bugünkü soykırım senaryoları bu diasporanın en az 30 yıllık lobilerinin getirisidir.
1985 yılında BM İnsan Hakları alt komisyonu da bu yönde karar alır. ABD Temsilciler Meclisinde bekleyen karar henüz kabul edilmezken, Arjantin, Belçika, Hollanda, İsviçre, İtalya, Vatikan, Fransa, Kanada, Lübnan, Rusya, Slovakya, Litvanya, Uruguay, Şili, Venezüella, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Polonya ve son olarak Alman Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu ve Avrupa konseyi olmak üzere (19) devlet ile (2) uluslararası kuruluş kabul ediyor, Gürcistan’da ki ermeni soykırımı yasası iyice yangını körüklüyor. Bunun gibi dünyanın değişik ülkelerinde bu konu her geçen gün yeniden küllendiriliyor.
24 Nisan günü “Ermeni Soykırımı Günü” olarak AB ve ABD’nin lobisi güne damgasını vurmuş, soykırım anıtı dikilmesi işin tuzu biberi olmuştur.
Günümüzde haklı-haksızdan öte tarihi gerçekleri, 1915’li yıllarda yaşanan olayları, savaş koşulları içersinde gerçekleştiği için Türklerin planlı bir soykırımı olmadığının bilimsel bulgularla, belgelerle, arşivlerle ve tüm çıplaklığıyla Dünya Kamuoyuna çok iyi aktarılması gerekmektedir
Türkler, kendilerine yapılan katliamları duygu sömürüsü şeklinde dünya kamuoyuna aktarmaya gerek duymadı. Zaten yapılan her şey capcanlı ortadaydı. Bu katliamın acılarını, yaralarını sarmayla uğraştı. Her yıl kutlanan kurtuluş günlerinde nefreti canlı tutmaya çalıştı. Onun dışında yapılanları, kötülükleri bölge ve dünya barışı için unutmaya, tarihin sayfalarına, insanlığın hoşgörüsüne bıraktı. (7)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(1) Gündüz AKTAN, “Gündemdeki Kıbrıs” konulu Panel
(2) Rauf Denktaş (KKTC Eski Cumhurbaşkanı)
(3) A.Zeki BULUNÇ (KKTC Eski Ankara Büyükelçisi), “Kıbrıs Sorununa Bakış ve Annan Belgesi’nin Getirdikleri” konulu konferans
(4) H.Tahsin Ulus, “Kıbrıs Laboratuarı”, Hukuk ve Demokrasi Dergisi, sayı.7, Haziran 2004, s. 48, 49, 50
(5) Doç Dr. Selami KILIÇ (Atatürk Üniversitesi), “Alman Arşivleri ve Ermeni Sorunu” konulu konferans
(6) Prof. Justin McCarthy, "The Anatolian Arrmenians 1912-1922", “Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey 1912-1926”, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul -1984, s.23-25
(7) Remzi KOÇÖZ, ‘Ermeni Sorunu Üzerine’, Çağın Polis Dergisi, sayı. 44
LOBİLER
Türk Dil Kurumu sözlüğünde Lobi: “Bazı ortak çıkarları olan grupların temsilcilerinden oluşan topluluk“ anlamına gelmektedir. Bu basit ve kısa bir tanımdan yola çıkarak uluslararası arenadaki ülkemizi yakından ilgilendiren lobi faaliyetlerine değineceğiz.
Lobiler konusunun zorluğunu özellikle Türk lobisinin durumunu Emekli Büyükelçimiz şöyle vurguluyor: “Sizde kendinizi yüzde yüz haklı hissediyorsunuz. Fakat karşı tarafta haklı hissediyor bu çok garip bir şeydir. Birde karı koca ilişkisinde böyle şeyler olur. Yüzde yüz haklı hissettiğiniz içinde, karşı tarafın bu işi nasıl yaptığını veya başkasının ona nasıl sempati gösterdiğini bir türlü kabul edemiyorsunuz. Ama sizin gördüğünüz gibi görmeme imkanına sahip karşısı. Onun için dış politikada haklıyı haksızdan ayırmak ve onunda ötesine gidip temel bir motifi bulmak dünyanın en zor işidir.“ (1)
Lobilerin, uluslar arası ilişkilerdeki konumuna baktığımızda; ülkelerde var olan çıkar ve baskı guruplarının kamuoyu üzerinde baskı oluşturarak lobi oluşturduklarını görürüz. Lobiler kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyunu manipüle edebilir. Bu manipülasyon sonucunda özellikle ABD örneğinden yola çıkarsak başkan ve kongre üyeleri üzerinde lobiler oy baskısı oluşturabilir.
Lobiler, genellikle diğer ülke vatandaşlarından farklı olarak kendi temsil ettikleri etnik yapının, gurubun çıkarları doğrultusunda faaliyet gösterirler.
Lobiler için profesyonellik esas kazanmıştır ve yasaldır. Lobi şirketleri basını, kitle iletişim araçlarını kullanarak dış politikadaki karar alıcılara çeşitli biçimlerde nüfuz ederler. Bu yolla müşterilerinin çıkarlarını sağlamaya çalışırlar. Ermeni ve Rum lobilerine gelmeden önce bu toplulukların Türklerle ilgisini kısaca ele almakta fayda var.
Rumlar:
“Kıbrıs Panhelenizm’in küçük bir teferruatıdır. O itibarla Kıbrıs hiçbir zaman orada yaşayan 100 bin Türkün şahsi meselesi değildir. Kıbrıs İmroz davasıdır, Bozcaada davasıdır, İstanbul davasıdır, İzmir davasıdır, Ankara davasıdır ve nihayet Anadolu’dan Türklerin atılması davasıdır. Kıbrıs işte onun için önemlidir ve Türk parlamentosu Türkiye’nin bekası ve kaderi hususunda bir karara varmak zorundadır. Bu belki son fırsattır. Bu kadar önemli olan bir karara ise sadece meydan ve sokak mitingleriyle varılamaz. Bu karar en aşağı kökleri yüzyıllar ötesine giden Panhelenizm kadar ince ve teferruatlı olmalıdır.” (2)
Bu sözlerin ardından yakın tarihe göz atalım;
1915’li yıllarda Anadolu da yaşayan Ermeni ve Rum çetelerinin katliamlarının benzeri yakın tarihimizde 1974’lü yıllarda Kıbrıs Türklerine karşı işlenmiştir. Hem de dünyanın gözü önünde! Türk ordusu Kıbrıs’ta barışı sağladıktan sonra BM heyetini davet ederek TV’lerden tüm dünyaya Rum katliamlarını, toplu mezarları gösterip, göz önüne sermiştir.
Rumlar ise, adadaki katliamlarına, isyan eden azınlığın bastırılması anlamında polemik yaparak tüm dünyayı kandırmaya devam etmiş ve dünya Rum lobisinin etkisinde ambargo uygulayıp, Türk Askerini işgalci bir statüde görmüş, göstermiş ve Türk Askerinin derhal adadan çekilmesini istemiştir.
Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin güvencesinde kurulan Kıbrıs Türk Federe Devletini, 1983 yılında KKTC adıyla tüm dünyaya ilan etmiş. Adadaki yeni oluşum 30 seneye yakın bir süre geçmesine rağmen BM nezdinde diğer uluslarca tanınmadığı gibi Türk ve Müslüman ülkelerce de tanınmamıştır. Yani Rum Lobisi dünya üzerinde de etkili olmuştur. Adadaki Rum kesimi Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile tek taraflı temsil ediliyor, tanınıyor. Mağdur mağrur gösteriliyor. Yunanistan’ın AB üyesi olması sonucu Güney Kıbrıs Rum Kesimi de sorunsuz addedilerek 2004 yılında AB’ye üye olmuştur.
Aşırı sağcı Papadapulos, Komünist Akel partisi tarafından desteklenmiş, Yunan-Rum kamuoyunda ulusal çıkarlar için sağı-solu bir araya gelmiştir. Bizde ise hem Türkiye’deki sözde sol geçinen hem de Kıbrıs’taki uzantıları bırakın ulusal çıkarı tıpatıp Rumlar gibi Türk askerini adeta işgalci olarak addederek neredeyse; Türk subaylarına tokat atacak düzeye gelip küstahlaşmışlardır. Bir kısım öğretmen, öğrenci ABD-İngiliz-Rum lobisi yandaşı olarak İngiltere, Yunanistan ve ABD’de eğitim çalışmalarına katılarak ağırlanmışlardır.
Kıbrıs Türk’ünün ayakta durmasını sağlayacak etkenlerden birincisi; Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs davasına sahiplenmeleridir. İkincisi ise; Türkiye’nin Kıbrıs’a olan inancı ve desteği…(3)
İşte bu iki temel eksen çökertilince Kıbrıs davası kaybedilecektir. Bunun için ABD, AB, Yunanistan Türkiye’nin AB sevdası uğruna Türkiye ve KKTC’yi birbirine düşürerek sorunu çözmeye çalışacaklardır. İşte bu sonuçta:
Türkiye olarak KKTC bizim için bir yük değil aksine bir davadır. M. Kemal Atatürk’ün 1930’lu yıllarda “Kıbrıs Türkiye’nin Akdeniz’deki soluk borusudur” sözleri çok ama çok anlamlıdır.
Toplumsal bilinç, ulusal çıkarlar öne çıkarılarak yerli yerine oturtulmalıdır. Bu konudaki dış etkileme odaklarının örgütsel ve medyatik duruşları iyi analiz edilerek, boşa çıkartılmalıdır. Türkiye ile ortak toplumsal payda yeniden teşekkül ettirilmelidir.
Askeri yönden Kıbrıs’ta tercihen iki deniz çıkışlı bölgede, ileride her türlü halde daimi kalıcı İngiliz üsleri benzeri bir konuşlandırma şimdiden oluşturulmalıdır.
Büyük güçlerin her zaman kendi planları olacaktır. Önemli olan bunların her zaman uygulanamayacağını bilmektir. Bazen belirleyici olmak için büyük olmak gerekmez. Birbirine tutkun, tasada ve kıvançta gerçek anlamda yekvücut olabilen bir yapı her zoru bozar. Eldekini kaybetme riskini görmeden daha fazlası hayalleri ile aldatılmak, “amok koşucusu” haline getirilmek, kendisine biçilen rolü oynamak büyük bir millete yakışmaz. Tarih boyunca olduğu gibi dik durabilmenin faziletini göstermek için kendi içindeki doğru sesi bastırmadan dinleyecek ve bu sesle yürüyecek olanlar deneyi bozup, laboratuarı kapattırabilirler. (4)
Ermeniler:
24 Nisan 1915 tarihinde; Van’da binlerce Türk ahalinin Ermeni çetelerce katledilmesi sonucu Osmanlı Hükümeti Taşnak ve Hınçak Partilerinin kapatılmasını kararlaştırmıştır. Ve bu tarih sonrası yaklaşık 520.000 Türk İnsanı Anadolu’nun değişik bölgelerinde Ermenilerin hunharca gadrine uğrayıp yaşamları son bulmuştur. Ve bu katliamlar 1. Dünya Savaşında farklı cephelerde Türk İnsanı savaş verirken cephe gerisindeki azınlıklardan Rumlar-Ermeniler çeteleşerek yaşlı-kadın ve çocukların çoğunluğunu oluşturduğu cephe gerisindeki insanları hunharca katletmişlerdir. Özellikle Doğu Cephesinde Ruslarla çarpışırken Ermeniler de cephe gerisinde katliamlarına devam ettiler. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti 27 Mayıs 1915’de Tehcir (Göç) Kanununu çıkartmak zorunda kalmıştır. Bu kanun kapsamında terör/çete olaylarına bulaşmış yaklaşık 430.000 kişinin Suriye’ye göç ettirilmesi esnasında; güzergâhtaki Kürt aşiretlerinin, yöredeki eşkıyaların yağma ve saldırıları yanında salgın hastalıktan 50.000 Ermeni hayatlarını kaybetmişlerdir. (5)
Bu konuyla ilgili olarak, kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen Türklerin sayısıdır. Amerikalı Prof. Justin McCarthy bu konuda şunları yazmaktadır:
“Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman'ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür... Sivas ili savaş sınırları içinde değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas'ta 180 bin Müslüman öldü. Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.” (6)
Yeni kurulan Cumhuriyet, Lozan’da, masa başında Ermeni lobisiyle mücadele ederek diplomasi olarak Batı’ya gerekli dersi vermiş, defteri kapatmıştı. Türkiye, Lozan sonrası Ermeni sorununu 50 yıl kadar yaşamadı. Ama ne var ki 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Rum lobisi, Ermeni lobisini hareketlendirip Asala terörünü öne çıkardı ve batı da buna seyirci kalınca 41 diplomatımız hunharca katledildi.
Bugün Kafkaslarda kurulan Ermenistan dışında Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde etkin, yetkin, yetenekli, geniş bir Ermeni Diasporası (dağılmış insanların tümü) oluşa gelmiştir. Bugünkü soykırım senaryoları bu diasporanın en az 30 yıllık lobilerinin getirisidir.
1985 yılında BM İnsan Hakları alt komisyonu da bu yönde karar alır. ABD Temsilciler Meclisinde bekleyen karar henüz kabul edilmezken, Arjantin, Belçika, Hollanda, İsviçre, İtalya, Vatikan, Fransa, Kanada, Lübnan, Rusya, Slovakya, Litvanya, Uruguay, Şili, Venezüella, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Polonya ve son olarak Alman Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu ve Avrupa konseyi olmak üzere (19) devlet ile (2) uluslararası kuruluş kabul ediyor, Gürcistan’da ki ermeni soykırımı yasası iyice yangını körüklüyor. Bunun gibi dünyanın değişik ülkelerinde bu konu her geçen gün yeniden küllendiriliyor.
24 Nisan günü “Ermeni Soykırımı Günü” olarak AB ve ABD’nin lobisi güne damgasını vurmuş, soykırım anıtı dikilmesi işin tuzu biberi olmuştur.
Günümüzde haklı-haksızdan öte tarihi gerçekleri, 1915’li yıllarda yaşanan olayları, savaş koşulları içersinde gerçekleştiği için Türklerin planlı bir soykırımı olmadığının bilimsel bulgularla, belgelerle, arşivlerle ve tüm çıplaklığıyla Dünya Kamuoyuna çok iyi aktarılması gerekmektedir
Türkler, kendilerine yapılan katliamları duygu sömürüsü şeklinde dünya kamuoyuna aktarmaya gerek duymadı. Zaten yapılan her şey capcanlı ortadaydı. Bu katliamın acılarını, yaralarını sarmayla uğraştı. Her yıl kutlanan kurtuluş günlerinde nefreti canlı tutmaya çalıştı. Onun dışında yapılanları, kötülükleri bölge ve dünya barışı için unutmaya, tarihin sayfalarına, insanlığın hoşgörüsüne bıraktı. (7)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(1) Gündüz AKTAN, “Gündemdeki Kıbrıs” konulu Panel
(2) Rauf Denktaş (KKTC Eski Cumhurbaşkanı)
(3) A.Zeki BULUNÇ (KKTC Eski Ankara Büyükelçisi), “Kıbrıs Sorununa Bakış ve Annan Belgesi’nin Getirdikleri” konulu konferans
(4) H.Tahsin Ulus, “Kıbrıs Laboratuarı”, Hukuk ve Demokrasi Dergisi, sayı.7, Haziran 2004, s. 48, 49, 50
(5) Doç Dr. Selami KILIÇ (Atatürk Üniversitesi), “Alman Arşivleri ve Ermeni Sorunu” konulu konferans
(6) Prof. Justin McCarthy, "The Anatolian Arrmenians 1912-1922", “Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey 1912-1926”, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul -1984, s.23-25
(7) Remzi KOÇÖZ, ‘Ermeni Sorunu Üzerine’, Çağın Polis Dergisi, sayı. 44
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)