‘1968-70’li yıllar büyük şehirlerde, üniversitelerde olaylı yıllar… Bizim kuşak neyin ne olduğunu kavrayacak yaştan uzak, okuma-yazmayı yeni sökmüş, çocuk yaşlarımızda ilkokul da öğrenciyiz. Okulumuzun bitişiğindeki ortaokul-lise duvarında beyaz boya ile yazılmış “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” sloganını o günlerde pek anlamlandıramıyoruz. Birkaç yıl sonra Kıbrıs Barış Harekatı tüm Türkiye’yi tek yumruk haline getiriyor, Kıbrıs’ın önemi ortaya çıkıyor. Ancak yıllar sonra bugünlerde Kıbrıs’ın bizler için, Türkiye için ne kadar önemli olduğu bir kez daha pekişiyor. O yıllar ki 1963-64 ve 1967-68 Kıbrıs’ta yer yer çatışmaların yer aldığı, Türklerin Rum çetelerce katledildiği yıllar olup Kıbrıs sorunu Türk Halkının gözünde “Ulusal Dava” şeklinde önem kazanmış, Türk gençliğinin yüreğinde ilçenin duvarlarına kadar yansımış, ardından da belleklerimize kazınmış. Kıbrıs Türkiye için, Anadolu için bir kırılma noktası başlangıcıdır. Kırılma başladı mı tarihin bizi Sevr’e geri götürmesi kaçınılmaz olacaktır.’ ( *)
Kıbrıs ve Tarihsel Gelişim;
Kıbrıs adı Latince bakır anlamına gelen ‘Cyprus’
sözcüğünden gelmektedir. Roma imparatorluğu döneminde dünyanın bakır ihtiyacını
karşılarken, günümüzde bakırdan eser kalmamış, sadece adı kalmıştır. (1)
Akdeniz de Sicilya ve Sardunya’dan
sonra 3. büyük ada. Tipik Akdeniz iklimi. Yaz ve İlkbahar iki iklim yaşanıyor.
Türkiye’ye 70 km uzaklıkta Suriye’ye 110 km, Yunanistan’a 500 km, Mısıra 370
km, Girit’e 500 km, Rodos’a 400 km, İngiltere’ye ise 1000 km’nin üzerinde
uzaklıkta. 300.000 (Türk), 550.000 (Rum), 25.000 (İngiliz) nüfus yaşıyor. (2)
Kıbrıs, Jeopolitik konumundan dolayı tarih
boyunca Anadolu için önemli bir yer olmuş, Anadolu, Mısır, Suriye için Askeri
ve Ticari üs olarak kullanılmıştır. Kıbrıs tarihi milattan öncelere kadar
gider. Hitit, Mısır, Finike, Asur, Pers, Photomeler, Romalılar, Bizanslılar
gibi değişik uygarlıklar sonrası Venediklilerin hakim olduğu adayı 1571 yılında
Osmanlılar fetheder. Adanın gelişmesi için Anadolu’dan Türkler adaya
yerleştirilir. 300 yıllık bir hakimiyet sonrası 1878 Osmanlı-Rus savaşlarında
zayıf düşen Osmanlılar, İngilizlerin savaş sonrası “Kıbrıs’ın
kendilerine verilmesi şartıyla Berlin konferansında” yardım
sözlerine karşılık icar olarak adayı kiralar. İngilizler adayı önce Dışişleri,
1882 yılında da Sömürgecilik bakanlığına bağlayıp, 1914 yılında da İlhak eder
ve 1923 yılı Lozan’da da bu durum tescillenir. İngilizler Fransızlarla ortak
olarak 1869 yılında Süveyş Kanalını açtıktan sonra Akdeniz’den Okyanus’a Süveyş
Kanalı-Kızıldeniz bağlamında Deniz yolu açınca Kıbrıs adasının önemi ortaya çıkar.
Özellikle İngilizler bu işin devamını getirip önce icarcı olmak üzere girdiği
topraklara sömürgeci bir yaklaşımla sahiplenirken, Osmanlı
tarihinde ilk kez savaş yapılmaksızın bir toprak kaybedilir.
İngiliz hegemonyasına girmek
istemeyen binlerce Türk 1878, 1914, 1917 ve 1923 tarihlerinde Anadolu’ya göç
ederken yerlerine Rumlar yerleştirilir. Bugün adadaki Türk nüfusunun Rumlardan
az olmasının sebeplerinden biride bu göçlerdir. Günümüzde yaklaşık 400 bin
Kıbrıs Türk’ü çoğunluğu Türkiye’de olmak üzere ada dışında dünyanın değişik
bölgelerinde yaşıyor.
Megalı İdea; kelime anlamı
ile “Büyük ideal, büyük fikir” demektir. Bu fikre ve ilkeye göre 1453 tarihinde
Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen İstanbul’un tekrar ele geçirilerek,
Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve Büyük İskender’in fethettiği
İskenderiye’ye kadar olan topraklar yeniden alınarak, bir Helen İmparatorluğu olarak
kabul edilen büyük Bizans İmparatorluğunun yeniden kurulmasıdır. Megali İdea
1790’lı yıllarda ortaya atılarak harita olarak yayınlandı. Bu idealin
yaşatılması ve nesilden nesile aktarılması Rum Ortodoks kilisesinin görevi
olacaktır. Bu ideal çerçevesinde 1821 yılında Mora isyanı patlak vermiş
ardından 1830 tarihinde Yunanistan bağımsızlık kazanmıştır. Yunanlılar
bağımsızlıkları sonrası megali idea haritası içinde yer alan toprakların ele
geçirilmesi faaliyetlerine başlamışlardır. Makedon topraklarını kendilerinin
sayarak, Türkleri yaşadığı topraklardan-Anadolu’dan atarak, büyük Yunanistan’ı
hedefliyorlardı. Osmanlının zafiyeti ve dış desteklerle Girit, Rodos, 12
adalar, Ege adaları ele geçirilerek, Anadolu’ya asker çıkarılmıştır. Atatürk’ün
önderliğinde gerçekleştirilen ulusal kurtuluş savaşı sonrası Türk halkı
Anadolu’da Yunanlılara tarihi bir ders vererek ideallerini kursaklarına
tıkamıştır. Anavatan paralelinde Kıbrıslı Türklerde Rumların bu idealleri
karşısında geçit vermemişlerdir. Yunanistan ve kilisenin bu faaliyetleri başta
İngiltere olmak üzere, Rusya ve batılı ülkeler tarafından desteklenmiştir. (3)
Tarihte önemli yer tutmuş
ulusların, toplumların, dinlerin, ideolojilerin tabi ki büyük idealleri var
olmuştur. Siyonizm, Helenizm, Enternasyonalizm, komünizm, faşizm gibi
Turancılıkta Türklerin idealidir. Ama günümüz dünyasında bunun toprak parçası
olarak düşünülmesi ütopyadan öteye gitmeyecektir.
Enosis; Megali idea
çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade
etmektedir. Kıbrıs’la ilgili Enosis fikride ayni tarihlerde başlamaktadır. Bu
ideal doğrultusunda 1821 tarihinden itibaren engel gördükleri Türk halkına
karşı saldırılar başlar. Bunu sonraki saldırılar takip edecek, katliamlar
yapılacaktır. (1895, 1912, 1955-1974 dönemi)
1915 yılında İngiltere Yunanistan’ın kendi safında savaşa girme karşılığında
Kıbrıs’ı vereceğini önerisine yanaşmayan Yunanlılar, savaş sonuna doğru
Almanlara savaş ilan ederek savaş sonunda 1918 yılında Kıbrıs’a talip olurlar.
Bu gelişmeler üzerine Kıbrıslı Türkler 1918 tarihinde Meclisi Milli adlı ulusal
kongre toplayarak Enosise karşı adanın Osmanlılara devrini isterler. 1919
yılında da Anadolu’da yakılan kurtuluş meşalesi adada İngiliz sömürge
yönetimine karşı Türklerin ayaklanma hazırlığı başlasa da, İngilizler bu
gelişmeyi bertaraf edecektir.
1921 yılında Kıbrıslı Rumlar Enosis plebisiti gerçekleştirerek İngiliz
yönetiminden enosis talep ederler, gerçekleşmez.
Kıbrıs Türkleri 1930 yılında topladıkları Milli Kongre ile adadaki İngiliz
sömürge yönetimine bayrak açmışken, karşılarında Enosis yaygaraları ile Rumları
ve Yunanlıları bulurlar.
1931 yılında Rumlar Enosis ideali ile İngilizlere karşı isyan bayrağı açınca,
İngilizler bu isyanı bastırırlar.
1942 yılında Dr. Fazıl Küçük tarafından çıkarılacak Halkın Sesi’nin yayın
yaşamına girmesine kadar sömürge yönetimine karşı etkin bir mücadele
verilememiştir.
1950’li yıllarda Yunanlıların Kıbrıs’ta Megali idea faaliyetini yeniden
ısıtması üzerine 1950 yılında Kıbrıslı Rumlar yeniden Enosis plebisiti gerçekleştirerek
1954 yılında konu Yunanistan tarafından BM’ye götürür, BM konuyu reddeder.
Türkiye ise Enosise karşı devlet yönetimi düzeyinde “Kıbrıs Türk’tür”
mitingleri düzenleyerek misilleme yaparlar. Enosise karşı “Taksim” tezi ortaya
atılır.
1955 yılında bu kez Rumlar kanlı EOKA (Kıbrıs milisleri Helen ulusal örgütü)
örgütünün temellerini atarak, silahlı eylemlere başlarlar. Bu terör örgütüne
destek için kurulan diğer terör örgütünün adı içişleri bakanı Akritas’ın
adıdır. Önce İngilizlere ardından Türklere karşı saldırılarda bulunurlar.
Kıbrıs Türkleri bu saldırılar karşısında 1957 yılında TMT (Türk Mukavemet
Teşkilatı) kurarlar. TMT 1958-1960, 1963-1974 dönemlerinde Kıbrıs Türk halkının
direnişini örgütleyerek, Rum saldırılarına karşı ayakta kalmasını sağlamıştır.
Kıbrıs Türk halkının mukavemeti -ikinci bir Girit örneği yaratmak ve “Türkü
imha planı” niteliğindeki- Akritas planı ile uygulamaya konulan soykırımın
bütünüyle gerçekleşmesini önlemiştir.
Girit
Örneği;
Yunanistan’ın bağımsızlığından
sonra Girit adasında örgütlenen isyanlar sonunda pek çok Türk adayı terk etti.
Kalanların pek çoğu da Rumlar tarafından katledilir. Osmanlı devleti bütün
zayıflığına rağmen bu isyanları bastırabilecek güçte idi fakat ne zaman biraz
sertçe hareket etse Avrupa, İmparatorluğun gayri Müslüman tebaasının koruyucusu
olarak Türklerin karşısına dikilerek, Müslümanların Hıristiyanları katlettiği
iddiasıyla müdahale ederler. Bu nedenle Osmanlı hükümeti Hıristiyan tebaasının
isyanlarını bastırmak için güç kullanamaz. Giritli Türkler, bu şartlar altında
yaşam ve mal güvenliklerini sağlayacak bir otorite göremediklerinden, olanak
buldukça ya büyük kentlere sığınırlar ya da adayı terk edip Anadolu ya göç ederler.
1760’da 200 bine karşı 60 bin olan Türk-Rum nüfus oranı, 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde adada hiç Türk kalmayacak şekilde değişmiştir. (4)
Fransız
yazarı Deleporte, daha 1913 de şu tespiti yapmıştır:
“Girit’te herkes gibi
hayat ve hürriyet hakları olan Türklerin katledilmesi ile çok yanlış bir yola
sapılmıştır. Bu barbarlıkları samimi bir Helen dostu olarak telin ediyoruz.
Yunanlıya karşı duyduğumuz aşk bizi cinayetleri affetmek için yalan söylemeye
kadar götüremez ve bazıları Kıbrıs’ta da bu cinayetleri hazırlamaktadırlar.”
1959 yılında başlatılan Zürih-Londra konferansları (Anlaşmaları) sonrası, 1960
yılında 2 toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur. Türkler %30, Rumlar %70’i
oluşturur. Cumhurbaşkanı Rum (Makarios), Yardımcısı Türk (Dr. Fazıl Küçük)
adadaki Türkler Anayasal güvenceye kavuşur. Bu anayasa gereği
İngiliz-Yunan-Türk Devletlerinin Garantörlüğü kabul edilirken -bu garantörlük
antlaşması sonucu- adadaki Türkler de güvenceye kavuşurlar.
1961 yılında Rum lideri Makarios Kıbrıs Türklerinin yönetime katılmalarını
kabullenmeyerek anayasayı tek taraflı olarak fesheder. Ardından 1963 yılında
Rumların Enosis planları adım adım uygulanmaya konulurken, Albay Grivas adadaki
Eoka çetelerinin Enosis yolundaki ideallerini şu şekilde açıklanır: “Türkler
azınlık olacak, 1 Türk kalmayıncaya kadar yok edilecek. Kıbrıs sorunu çözülmüş
olacak.”
1963 olaylarında başbakan İsmet İnönü’nün Denktaş’a: “Kıbrıs benim sorunumdur.
Kıbrıs Türkiye’nin sorunudur. Fazla söze gerek yok. Her türlü yardım
yapılacaktır” söyleminin ardından Türk uçakları kanlı Eoka çetelerini
bombalayarak gereken dersi verecektir.
1964 tarihinde adada BM barış gücü göreve başlamasına rağmen Rum saldırıları
durmamış, ayni yıl Yunanistan adaya 20 bin kişilik bir asker çıkarmıştır. Ardından
da sistemli bir şekilde baskı, yıldırma, öldürme sonucu Türk köyleri
boşaltılarak Akritas planı adım adım uygulamaya konacaktır.
1963 yılında başlayan Rum saldırıları sonrası ortaya çıkan fiili bölünme 1965
yılında adada resmi olarak da gerçekleşmiş olacaktır. 1961 yılında Kıbrıs
anayasasının tek taraflı olarak Rumlarca feshedilmesinin ardından dünyanın
kendi çıkarları gereği Kıbrıs sorununu görmezlikten gelmesi, Kıbrıs’ın
bölünerek sorunun kangren haline gelmesine sebep olmuştur.
1967 olaylarında 12.000 Yunan Askeri adaya gönderilirken Türkiye’nin tepkisi
sonucu geri çekilirken, Albay Grivas ise adayı terk etmek ve bir daha adaya
dönmemek zorunda bırakılmıştır.
Eoka örgütünün devamı olan Eoka-B örgütünün 1972 yılındaki başarısız darbe
girişimi sonrası, bu kez 15 Temmuz 1974’de Askeri darbe yaparak Makarios’u
görevden uzaklaştıran Albay Nikos Sampson tarafından Enosis ilan edilerek kendilerince
Elen cumhuriyetine geçiş tamamlanacaktır.
Türkiye adadaki darbe sonrası Kıbrıslı Türkler açısından barış, güvenlik ve toprak
konusunda endişe içersinde garantörlük hakkını kullanarak İngiltere’ye birlikte
adadaki bu darbeye karşı müdahale yapalım önerisini götürür. İngiltere buna
yanaşmayınca tek başına garantörlük hakkını kullanmak suretiyle 20 Temmuz günü
adaya çıkarma yapar. Türk Barış Harekatı olmasaydı Ada Türklerinin bir teki
dahi kalmayacak şekilde ilhak/imha planları uygulamaya koyulsa da katliamlar
durdurulup, Rumlar güneye püskürtülür. Sonuç olarak Türklerin yaşamları Türk
Ordusunun adaya çıkması ile güvenceye alınarak Enosis sekteye uğratılır. (5)
(Kuzeydeki 120 bin Rum güneye, güneydeki
65 bin Türk’te kuzeye göç ederek adadaki toplumlar homojen hale gelir. 1974
yılından bu güne kadar adada barışı bozan ve aynı zamanda orada yaşayanların
güvenliğini tehlikeye sokan bir ciddi olay olmadan ve iki tarafta güvenlik
içinde yaşamaya devam ederler.)
Kıbrıs
Şehitleri; (6)
Kıbrıs binlerce şehit
sonucu Türklerin hakimiyetine girmiştir. Sonrasında I. Dünya Savaşı esnasında
çeşitli cephelerde esir düşen Türk askerleri İngilizler tarafından adaya
getirilmiş, tutsak oldukları kötü koşulların sonucu şehit düşmüşler. Sonuncusu
ise Rum-Yunan mezalimi sonucu hayatlarını kaybeden şehitlerimiz. Bugün Kuzey
Kıbrıs’ta (Muratağa, Sandallar, Atlılar, Ayvasıl, Tekke Bahçesi, Erenköy, Karaoğlanoğlu)
ve Güney Kıbrıs’ta (Limasol, Larnaka, Gazi Baf, Geçitkale, Poli, Bozalan)
şehitlerimiz ve şehitliklerimiz Rum-Yunanlıların neler yaptıklarının, neler
yapabileceklerinin göstergesidir. Kıbrıs’ta Türkler, Türk olmalarının bedelini
çok ama çok ağır ödemişlerdir. 16 günlük bebelerden, 90’lık ihtiyarlara kadar
katledilen insanların toplu mezarları dünyanın gözü önünde açılmıştır. Bu
yüzden kanla yazılan Kıbrıs’ta ki Türklük davası hiç kimsenin kolay kolay söküp
atamayacağı kutsal bir davadır, ulusal bir davadır.
Türk
Barış Harekatı İle İlgili Olarak Dünya Basınına Yansıyanlar; (7)
Dünya basını, barış
harekatını olumlu olarak değerlendirerek geniş yer verirler. Ardından Kıbrıs
Türklerine yapılan katliamları da dünyanın gözü önüne objektif bir şekilde sereceklerdir.
Dünya basınına yansıyanlar sayfalar tutacaktır. Ancak bazıları o günleri daha
objektif yakalayacaktır.
“Türkiye Kıbrıs’a müdahale etmeseydi, Yunanistan bugün Askeri cunta ile yönetilecekti.”
The Observer
“1974 yılında tür askeri müdahalesi olmasaydı, adada Türk kalmayacaktı.”
“Atina’daki despotlar ve despotların Kıbrıs’ta kana susamış kulları Kıbrıs
Türklerini katletmişlerdir”
“Atina Kıbrıs’taki kanlı olaylardan sorumludur.”
“Yunanistan dünya ile alay ediyor.” New York Times Gazetesi (21.07.1974)
“İnsanlık aklı, Yunanlıların Kıbrıs’ta yaptığı bu cellatlığı asla kabul edemez.
Türk evlerine giren Yunan-Rum milli muhafızları, kadın ve çocuklar üzerine
mermi yağdırıyor, büyükleri boğazlıyor ve yakaladıkları Türk kadınlarının
ırzına geçiyordu.” Almanya’nın Sesi Radyosu (30.07.1974)
“Lefkoşe’de bir çöplükte 88 Kıbrıslı Türkün cesedi bulundu. Bu Türklerin tümü
Rum ve Yunanlılarca kurşunla delik-deşik edilerek öldürülmüş ve öldürülmeden
önce tellere bağlanmış, cesetlerden kiminin başı gövdeden koparılmış.” ABD CBS
TV Muhabiri, Görgü tanığı (29.07.1974)
Barış
Harekatı Sonrası Gelişmeler; (8)
Türkiye, barış harekatı
ile 1963-1974 arası 11 yıldır huzur ve güvenden uzak Kıbrıs’a barış, huzur,
güven, özgürlük ve de demokrasi getirmiştir. Dolayısı ile sadece Türkler
açısından değil adadaki Rumlar açısından da huzur ve güven sağlanmıştır.
Yunanistan’da da bu harekat sonrası askeri yönetim son bularak, demokrasiye
geçiş yapılmıştır.
20 Temmuz 1974 tarihli Cenevre
anlaşması ve 1 Kasım 1974 tarihli BM genel kurulu karaları sonucu “adada iki
toplumun varlığının ve eşitliğinin kabul edilmesi”, aynı günlerde tüm dünyanın
Kıbrıs için federasyonu seslendirmeleri Kıbrıs Türk Federe Devletinin 13 Şubat
1975’ te kurulma sürecini getirmiştir. 1975 yılında Viyana’da 6 tur görüşme
sonuçsuz kalır, anlaşma sağlanamaz. Görüşmeler 12 Şubat 1977 de tekrar başlar
ve 4 maddelik ilke anlaşması imzalanır. 1977 yılında BM Genel Sekreteri
Waldheim, Makarios’u ikna ederek yeniden 2 toplumlu Kıbrıs’ı hayata geçirmeye
çalışırken Makarios Yunanistan’a çağırılarak gece ‘kalp krizi’ sonucu ölür. BM
Genel Sekreteri de Yahudi düşmanı Nazi yanlısı olarak yıpratılmaya çalışılırken,
bu süreç askıya alınır. 1978 yılında AB Kıbrıs’taki varlığı ile Yunanistan’ı
kınar.
Makarios’un ölümünden sonra
yapılan görüşme sonucu 1979 yılında da 10 maddelik bir çerçeve anlaşma
imzalanır. Bu toplumlararası görüşmeler Mayıs 1983 yılına kadar aralıklı devam
edecektir. Mayıs 1983 yılında Rumların tek yanlı olarak BM genel kurulundan
Türklerin gıyabında haksız karar çıkartması sonrası 15 Kasım 1983 tarihinde
Kıbrıs Türkleri ‘Self Determinasyon Hakkını’ kullanarak kendi bağımsız
devletini, KKTC’yi ilan etmişlerdir. Self determinasyon hakkı, “halkların kendi
geleceklerini özgürce belirleme hakkı’ olarak BM ve AGİK sözleşmelerinde yer
almaktadır. Her ne kadar Türkiye dışında tanınmasa da fiilen KKTC Kuzey
Kıbrıs’ta egemen ve bağımsız bir devlettir.
Kıbrıs Türkleri 1960 yılında
oluşan iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyetinden Rumların tek taraflı dışlamaları
sonrası 1963 yılından itibaren kendi kendini yönetmiştir. 1963-1967 arasında
“Genel Komite’, 1967-1974 arası “Geçici Türk Yönetimi’, 1974-1975 ‘Otonom
Kıbrıs Yönetimi’, 1975-1983 arası KTFD ve 1983 sonrası da KKTC olarak
şekillenmiştir.
1988-1990 tarihleri arası yeni bir görüşme sağlansa da bir sonuç alınamaz. 1990
yılında Kıbrıs Rum kesimi Kıbrıs adına AB’ye üyelik için başvurur. KKTC ve
Türkiye’nin 1960 anlaşmaları ışığında itirazlarına rağmen AB Rumların
başvurusunu incelemeye alır.
1992 yılında BM “Gali Fikirler Dizisi” adıyla ortaya atılan planı Türkler
müzakere edilebilir bulsa da, Rumlar tümüyle reddeder.
Rum ve yunan lobisi uzlaşmaz
tutumunu sürdürerek yeni maceralara hazırlanıp 1993 yılında “ortak savunma
doktrini” hazırlarlar. Bunun üzerine BM 1994 yılında güven artırıcı önlemler
paketi hazırlar. 1995 yılında AB Kıbrıs’la ilgili üyelik sürecini başlatır.
Bunun üzerine 1997 yılında KKTC’nin Türkiye ile bütünleşme süreciyle
sonuçlanabilecek Türkiye ve KKTC cumhurbaşkanları ortak deklarasyon yayınlarlar.
Bu bir yerde uluslararası politik manevra olarak da adlandırılabilinir.
1997 yılında iki kez görüşme
sağlansa da sonuç yok. Aralık 1997 tarihinde AB Lüksemburg zirvesinde Rumlarla
tek yanlı müzakerelere başlanacağı açıklanır. Bu ayni zamanda bir yerde bugüne
kadar yürütülen toplumlararası görüşmelere de noktayı koymuştur.
1998 yılında Türk tarafı, barışçı girişimlerini sürdürerek “fiili garanti, iki
kesimli, iki toplumlu konfederasyon” önerir. Türkiye’nin garantörlüğü özellikle
vurgulanır. Rumlar ise 30 yıldan bu yana oluşmuş fiili yapıyı ve bu yapının
nasıl oluştuğunu görmezden gelerek, “Üniter devlet, Türkiye’den gelen
göçmenlerin geri gönderilmesi, evleri kuzeyde olan Rumların evlerine dönmesi,
TSK’nin adadan çekilmesi” esasları üzerinde kilitlenir.
Barış
Görüşmeleri ve Annan Planı;
1998 yılında BM yeni genel
sekreteri Annan iki toplum arasında yeni görüşmelere ön ayak olur. 1999-2000
tarihlerinde görüşmeler sürdürülür. (Bu
planı ortaya koyanlar Kıbrıs Rum Lideri Vasiliu ile BM Kıbrıs Temsilcisi De Soto
aynı zamanda ticari ortak olarak uluslararası faaliyet göstermektedirler.)
2001 yılındaki New-York
görüşmelerine KKTC politik açıdan bir değişiklik olmadığını ve sonuç
alınamayacağını gerekçe göstererek katılmaz. İşte daha sonraları masadan kaçan
taraf olarak Rumlar bunu her platformda seslendirecek, hatta Türkiye’de ve KKTC
de taraftar bulacaklardır. 2001 yılının sonlarına doğru Türk tarafı atağa
geçerek 2001-2002 yıllarında doğrudan görüşmeler sürdürülür.
2003 yılı içerisinde Kıbrıs’ta
serbest geçiş olayını başlatan KKTC Rumların oyununu bozup, dünyayı şaşırtır.
Bugüne dek uyuşmaz olarak gösterilen Türkler bir ilki başlatarak Rum yönetimine
gol atar. Bir hafta içersinde karşılıklı olarak insanlar birbirlerinin
topraklarına geçerler. Binlerce insan sevinç içersinde 30 yıl öncesinin
özlemini yaşar. Binlerce insan Kuzeyden-Güneye, Güneyden-Kuzeye geçerken, daha
çok Rumlar bu işe sevinirler. Bu şunu gösterir: Ulusların iradelerine dışarıdan
karışılmaz, karıştırılmazsa onlar ayni topraklarda bir arada barış içersinde
yaşayacaklardır. Ancak geçmişte yapılan, yaptırılan katliamlar bir arada
yaşamanın uzun sürmeyeceğinin canlı göstergesi olarak karşımızda durmaktadır.
Sonrasında BM devreye girerek Annan planını görüşmeye açar. Bu plan her görüşme
sonrası değişime uğrar. Taraflar planda anlaşamayınca boşluklar BM tarafından
doldurularak 5. kez değişime uğrayan Annan planı 28 Nisan 2004 tarihinde
Kıbrıs’ta referanduma sunulur. Referandum sonucunda Türklerin evet, Rumların
hayır demesi bir şeyi değiştirmeyecek Rumlar Kıbrıs olarak 1 Mayıs 2004
tarihinde AB’ye girer.
1974 yılında yaşanan
Kıbrıs’taki Rumların katliamları sonucu açılan toplu mezarlar TV kanallarından -hem
de BM gözetiminde- tüm dünyanın gözleri önüne serilmiş. Buna rağmen adada Türkler
işgalci konumuna sokularak, adanın temsilcisi Rumlar kabul edilmiş. Yine
dünyaya kendimizi haklılığımızı anlatamamışız. Ve sonuçta da Yunanistan’dan
sonra Kıbrıs Rum kesimi de AB’ye tam üye olurken, biz beklemeye daha da devam
edeceğiz. Rum lobisi, AB ve Batı dayanışması karşımızda durmakta.
Atatürk’ün Türk silahlı
kuvvetlerinin 1930’lu yıllarda Antalya bölgesinde yaptığı muhtemel bir düşman
kuvvetinin bölgeyi işgal ettiği varsayımına dayanan bir tatbikatında komutan ve
subaylara söylediği sözler son derece anlamlıdır: “Efendiler, Kıbrıs düşman
elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat
ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.”
Türkiye Cumhuriyeti’de
önderinin sözlerini hiçbir zaman göz ardı etmeyerek, Kıbrıs’ı ulusal bir dava
olarak savuna gelmiştir. Kıbrıs davası belki çoğu yeni nesil insanımıza
anlamsız gelebilir. Buda tarih bilincini sürekli canlı tutmanın ulusların
gelecekleri için ne kadar önemli olduğunun kaçınılmaz bir göstergesidir.
Remzi KOÇÖZ
Dip Not/Kaynakça:
(*) Kıbrıs Barış Harekatının 30. yıldönümüne ithafen bu yazı kaleme alınmıştır.
(1) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt-13, Milliyet yayınları,
s.6678/6684
(2) AXİS 2000 Büyük Ansiklopedi, Cilt-7, Milliyet/Hachette yayınları, s.230-233
(3) “Kıbrıs’ın Tarihçesi”, Derleyen Talat Ürer, ATO yayınları, Mart-2003
(4) Manisalı Erol, “Gündemdeki Kıbrıs”, Ankara Barosu Yayınları, konferanslar
dizisi-5, Ankara-2002.
(5) Kıbrıs’ın Tarihçesi, age.
(6) Kıbrıs’ın Tarihçesi, age.
(7) Kıbrıs’ın Tarihçesi, age.
(8) Atatürk Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin “Kıbrıs konulu”
Paneli, Erzurum-2002.