‘Tarihçilerin, bilim adamlarının ortaya koymuş olduğu belge, görüş ve değerlendirmelerin yok sayılıp siyasi bakış açısı ile çarpıtılması; 90 yıl önce yaşananların yeniden ısıtılarak Türkiye’nin önüne ‘İnsanlık Suçu’ olarak konulması; bu coğrafyada yaşayan bireylere/bizlere; -yıllar öncesinden ötelenerek günü kurtarmaya yönelik yapı ve sorunların çözümlenerek- ulusal tarihimizi, ulusal mücadelemizi geleceğe, konulara uzak bizden sonraki kuşaklara objektif olarak aktarmamız konusunda sorumluluk yüklemektedir.’
Ermeni Soykırımı ve Batı Dünyası
24 Nisan 1915 tarihinde; Van’da binlerce Türk ahalinin Ermeni çetelerce katledilmesi sonucu Osmanlı Hükümeti Taşnak ve Hınçak Partilerinin kapatılma kararını verir. Ve bu tarih sonrası yaklaşık 520 bin Türk insanı Anadolu’nun değişik bölgelerinde Ermenilerin hunharca gadrine uğrayıp yaşamlarını kaybeder. Ve bu katliamlar, I. Dünya Savaşında farklı cephelerde Türk insanı savaş verirken gerçekleşir. Cephe gerisindeki azınlıklardan Rumlar ve Ermeniler çeteleşerek -yaşlı-kadın ve çocukların çoğunluğunu oluşturduğu- cephe gerisindeki insanları hunharca katlederler. Özellikle Doğu cephesinde Ruslarla çarpışırken Ermeniler de cephe gerisinde katliamlarına devam eder. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti 27 Mayıs 1915’de “Tehcir Kanunu”nu çıkartır. Bu kanun kapsamında Terör ve Çete olaylarına bulaşan yaklaşık 430 bin Ermeni Suriye’ye göç ettirilir. Göç esnasında 380 bin Ermeni, Suriye’ye sağ-salim ulaşırken yaklaşık 50 bin Ermeni ise Kürt aşiretleri, yöredeki eşkıyaların yağma ve saldırıları ve de salgın hastalık sonucu yaşamlarını yitirirler. (1)
Yıllar sonra Ermeniler lobi faaliyetlerini daha da arttırırlar. 15 Kasım 2000 tarihinde Avrupa Parlamentosu, “Türkiye’nin ermeni soykırımı yaptığını ilan eder ve Türk hükümetinin bunu kabul etmesini ister” şeklinde karar alır.
18 Ocak 2001 tarihinde Fransa Parlamentosu 24 Nisan tarihini Ermeni Soykırımı günü olarak kabul ederek Marsilya’da, ardından 2002’de Lyon’da anıt dikerler.
27 Şubat 2002 tarihinde Avrupa Parlamentosu, “Soykırımın Avrupa Parlamentosu ve bazı AB ülkeleri tarafından tanınması, I.Dünya Savaşı sonunda Türk rejiminin bazı sorumlulukları soykırım nedeniyle ağır cezalara mahkum etmiş olması, bu sorunun Türkiye tarafından sonuçlandırılması için AB’nin getireceği bir öneriye temel oluşturabilir” şeklinde karar alır.
1985 yılında BM İnsan Hakları alt komisyonu da bu yönde bir karar alır. ABD Temsilciler Meclisinde bekleyen karar henüz kabul edilmezken; Arjantin, Belçika, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum, Polonya ve Alman Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi olmak üzere (15) devlet ile (2) uluslararası kuruluş tarafından kabul edilir. Gürcistan’da ki ermeni soykırımı yasası ateşi yeniden körüklerken, dünyanın değişik ülkelerinde bu konu her geçen gün yeniden küllendirilir.
24 Nisan günü Ermeni Soykırımı Günü olarak AB ve ABD’nin lobisi güne damgasını vurur. Soykırım Anıtı dikilmesi işin tuzu biberi olur.
Batı Dünyası, Türk-Alman İlişkileri ve Lobiler ; (2)
Diğer batı dünyasının heveslenmesinde olduğu gibi Almanların da asıl amacının bir taraftan Doğu Anadolu’yu kontrolüne almak, diğer taraftan da Demiryolu ağı kurarak enerji yataklarına ulaşmak, ekonomik çıkarları gelecek yıllara taşımaktı. 1835’li yıllardan sonra Almanlar, Osmanlılar üzerinde etkili olur. Daha öncesinde Fransızların siyasal, sosyal ve kültürel akımlarının etkisini yaşamıştık. Bunlar içinden askeri açıdan modernleşme çalışmaları ön plandadır. 1913’lü yıllara geldiğimizde Almanların Türk ordusunda üst düzeyde görev aldıklarını; ardından 1.Dünya Savaşına onların cephesinde girip, onların yenilgisinin faturasını -yenilmememize rağmen- müttefik olarak bizler de çekeriz. Mondros Mütarekesi dayatmasıyla ülkemiz işgale uğrar ve savaşta kaybetmediğimiz insanları bu işgal yıllarında kaybederiz.
Samsun-Sivas-Trabzon-Erzurum-Musul-Bağdat illerinde Alman Konsoloslukları Osmanlıların o günkü yapısı ile ilgili -o günkü yaşananlardan- kesitleri rapor şeklinde Alman Dışişleri bakanlığına sunarlar. O dönemi yansıtan bir arşiv ortaya çıkar. Günümüzde bu arşiv çok önem arz etmektedir. Türkiye’de görev yapan yabancı asker şahıslar kendi açılarından raporlarını bu merkeze ulaştırırlar. Ve o günlerde yaşanan Ermeni göçünü ve Ermeni çetelerinin yapmış oldukları mezalimleri o raporların büyük bir kısmı ortaya çıkarmaktadır. Türklerin o günlerde karşılaştığı, sıkça yaşadığı sıkıntıları dile getiremediğinin aksine, Ermenilerin ABD-Alman misyonerleri aracılığı ile kendilerine acındırdığını Felix Kuse, 1925’li yıllarda araştırmalarını sonuçlandırarak ortaya döker:
Türk birliklerinin güçlü olduğu bölgelerde Ermeniler devlete bağlı görünürler,
Türk birliklerinin güçsüz olduğu yerlerde ise cephe gerisine sızıp özellikle
Ruslarla yapılan savaşlar esnasında çete halinde arkadan vurma şeklinde Ruslarla işbirliği yaparlar.
Tehcir Kanunu sonucu göç eden kişilere Kürt grup ve aşiretlerinin saldırmaları sonucu yağma, talan ve öldürmeler olmuş.
Almanya Ermeniler ile ilgili konularda kendilerini aklama gereği duyarak 1918’li yıllarda arşivlerini açarak belge ve raporları açıklama gereği duyar. Belli ki o dönemde Türkiye’de gerçekleştirilen eylemlerin belge ve bilgilerin raporlarının bir kısmını Papaz Lepsius (Alman Misyoner-Ajan) işine geldiği şekilde Türklerin aleyhine olacak şekilde senaryolaştırıp Ermenilerin lehine kitaplaştırır.
Yaratılmak istenen “Ermeni Sorunu”na ilişkin en gerçekçi görüşlerden biri de İstanbul’daki, Alman Büyükelçisi Vangenhaym’ın 10 Haziran 1913 tarihli Berlin’e gönderdiği rapordur. Bu raporda aşağıdaki ana hususlar dikkati çeker: (3)
Ermeniler, Türkiye’de bugün de Rusya’da Yahudilerin, Lehlilerin ve Finlerin bulundukları duruma nispeten daha iyi durumda bulunuyorlar.
Avrupa Türkiye’sindeki Hıristiyan ırklar Türk boyunduruğundan kurtuldular. Şimdi artık Küçük Asya Hıristiyanları da kurtulmak istiyor.
Ermeni taleplerinin yükselmesine sebep olan devlet Rusya’dır
Halbuki yol ve demiryolu olmadan Türk hükümeti Kürtlerle Ermeniler arasında sükuneti tesis edemez. Hatta Rusya, Ermenilerden başka Kürtlerle de Ermenilerin sırtında eşkıya hayatlarını idame ettirsinler diye, para ve silahla yardım etmektedir.
Rusya için Ermeni hareketi, öyle bir vasıtadır ki, Rusya bununla Asya Türkiyesi’ni daima bir heyecan halinde ve zamanı gelince alakalı komşu devlet sıfatıyla müdahale hakkını iddia etmesini mümkün kılacak bir durumda tutmaktadır. Rusya, Ermeni meselesinin yardımıyla İstanbul yolunu açık tutmak istiyor. Bu onun için günü gelince Boğazları açacak olan anahtardır.
Üçlü Anlaşma (İngiltere, Fransa, Rusya) tarafından kararlaştırıldığı ve Türk dramının son perdesi yakında başlayacağı yolu fikirlerine iştirak etmeyeceğim. Demek ki Rusya ile Fransa, İngiltere Küçük Asya’yı bizimle çekişmeden parçalamak istiyorlar.
Bu yüzden bizim arşiv, kaynak, belge ve bulgularımızın dış ülkelerle mukayesesi çok önem arz etmektedir. Ayrıca Alman belgelerinin de dikkatle yeniden ele alınması durumunda 1. Dünya Savaşı, yakın tarih yeniden yazılacak gibi görünüyor.
Almanlar günümüzde de farklı politika izler; amaçları kutsalsa belge üretim fabrikasında becerileri üzerine yoktur. Bir yandan yaklaşık 2,5 milyon Türk, Almanya’da yaşamaktadır, diğer yandan ise “AB için Türkler ehil değildir!” şeklinde beyanat verirler.
1990’lar sonrası Alman Politikası, Türkiye’yi de Yugoslavyalaştırmaktır. Alman politikacı Hans Dietrich GENSCHER ‘in “Türkiye için bir Yugoslavya modeli öngörülmektedir” sözleri herhalde sadece kendi kişisel düşüncesini ifade etmiyordur.
Bazı Alman Kaynaklar ise;
Ermeni Soykırımı ile Yahudi Soykırımını birbirine benzeştirip, Yahudi Soykırımının provası olduğunu vurgulamaktadırlar.
İttihatçılar için gözünü kan bürümüş ırkçı teşkilatçılar,
Mustafa Kemal için 2 Milyon Ermeni ve Rumun katili,
Ermeni Komitalar için Masum Aile Reisleri şeklinde vurgulamalar yapmaktadırlar.
Yeri geldiğinde Türkiye’nin müttefikidirler, ne zaman başımız belaya girdiyse onlarla birlikte hareket etmemizin karşılığını olumsuz olarak yaşamışız. En hayati konularda AB gibi bizi yaya bırakmışlar, hep kapı arkasında bekletmişler. Oysa, Nazi Almanyası’ndan kaçan Yahudiler -İspanyol Yahudilerin 1492’de Osmanlılara sığındığı gibi- Türkiye’ye sığınmıştır.
Buradan şu sonuçları çıkarabiliriz:
Yahudi Soykırımı gerçekleştirilmiş, 6 milyona yakın Yahudi yok edilmiş ve tüm Dünya akabinde bu olayı kabul ederek bu soykırımı tTarihe not düşmüştür. II. Dünya Savaşından sonrada İsrail Devleti, Filistin topraklarında kurdurulmuş ve günümüz Orta Doğu sorunu bugünlere taşınmıştır.
Ermenilerin soykırım iddiası ise tarihi tehcir olayını kendilerine göre yorumlamasıdır. Üzerinden 100 yıla yakın zaman geçmesine rağmen sorunun gündeme getirilmesi, sorgulanması, küllendirilmesi dikkat çekicidir. Bir şey ya vardır ya da yoktur. Tarih anında yazılır ya da akabinde... Onun ötesi ise varsıyım ve yorumlara dayanacaktır; belgeler, oluşumlu bulgular ise taraflı olacaktır.
Türkiye’deki Bizans, Gürcü, Rus ve Ermenilerden kalan eserler restore edilerek yaşatılmaktadır. Aksini Ermenilerde, Bosna’ da göremezsiniz.
Tarihte Mezopotamya ve Doğu Anadolu’nun taliplileri çok olmuştur. Günümüzde de uluslararası çalışmalar bu yönde seyretmektedir. Ortadoğu’daki ABD’nin Irak üzerindeki Barış ve Demokrasi senaryoları, bölgede jandarmalığı, herhalde Arapları çok sevmesinden kaynaklanmıyordur.
Günümüzde haklı-haksızdan öte tarihi gerçekleri, 1915’li yıllarda yaşanan olayları, savaş koşulları içersinde gerçekleştiği için Türklerin planlı bir soykırımı olmadığının Dünya kamuoyuna çok iyi aktarılması gerekmektedir: bilimsel bulgularla, belgelerle, arşiv ve tarihi gerçeklerle...
Belge ve Arşivlerden Kesitler
16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri, son Osmanlı Mebuslar Meclisini basarak 118 Türk mebus ve devlet adamını Malta’ya sürgün etmişlerdir. Cihan imparatorluğunun başşehri İstanbul, İngiltere ve Fransa’nın işgali altında olmasına rağmen, Osmanlı arşivleri de tamamen İngiliz ve Fransız bilim adamlarının eline geçmesine rağmen, Osmanlı Hükümetini soykırımla suçlayacak hukuki değerde hiçbir belge bulamamışlardır.
ABD’li tarihçi Justin Mc Carthy, “Ölüm ve Sürgün” adlı eserinde, 1. Dünya Savaşından sonra, İstanbul’u işgal edip Osmanlıların bütün arşiv ve yazışmalarını elleri altında bulunduran İngiltere ve Fransa otoritelerinin, bütün çabalarına rağmen, Osmanlı Devletinin Ermenileri planlı imhasından suçlu olduğuna dair hiçbir delil bulamadığını yazmaktadır.
Ermeniler, bugüne kadar Sevr Antlaşması’nın geçerliliğini öteden beridir kabullenip Lozan Antlaşmasının geçersiz olduğunu dünya siyaset gündemine taşımaya çalıştılar. William Eagleten, “Sevr Antlaşması, daha imzalandığı anda ölü doğmuş metinden başka bir şey değildi; çünkü tarih, Mustafa Kemal tarafından farklı bir biçimde yazılmaktaydı” şeklindeki sözleri ile tanımlamaktayken, Türk Milleti ve büyük önder Mustafa Kemal de Sevr Antlaşmasını ölü doğmuş bir antlaşma olarak kabul etmekteydiler.
Sevr Antlaşmasına geniş sınırlı bir bağımsız Ermeni Devleti koydurmayı başaran, Avrupa’daki Ermeni politikacılarının hayalciliği, Sevr’in gerçekleşebileceğini uman batılıların ki kadar büyüktü. Fransa’nın, en ciddi gazetesi Le Temps, 1 Aralık 1920 tarihli başyazısında şunları söylüyordu: “Sevr Antlaşmasını hazırlayanlar neye benziyor biliyor musunuz? Tavşanını unutmuş olan ve şapkasından hiçbir şey çıkaramayan bir sihirbaza.”
İngilizler, Osmanlı arşivleri dışında ABD Senato arşivinden de yararlanarak araştırmalarını genişletmişlerdir. Senatonun 3 Temmuz 1921’de yayınladığı bir raporda: “Maalesef, Senato arşivindeki 33 bin belge arasında soykırımı doğrulayacak hiçbir belge yoktur. Mevcutlar ise, Ermeniler tarafından ifade edilen, fakat ikinci elden hiçbir hukuki değeri olmayan belgelerdir” şeklinde tarihi belgelere dayanarak gerçekleri ortaya koymuştur.
Ermeni Soykırımı Raporu için Avrupa’dan gelen Ermeni yanlısı gazeteci heyete Tarihçi Ahmet Refik Altınay eşlik eder. Heyet Trabzon, Erzincan ve Erzurum’u gezer. Altınay, bu gezisini “Kafkas Yollarında” adlı eserle dile getirir:
Trabzon’da 4 bin Ermeninin yaşadığı tespit edilir.
Erzincan’da Ermeni mahallesindeki cesetlerin Türklere ait olduğu belirlenir. Ermeni çeteler toplamış oldukları Türkleri guruplar halinde kendilerince güvenilir olan Ermeni mahallerine götürerek katledip toprağa gömerler.
Erzurum ise Harabeler Şehri olarak adlandırılır. Gelen heyet iki konağın yakılmış halini görünce o günleri tespit ederler. (4)
Sonuç
Tarihe “Ermeni Sorunu” olarak geçirilen isyan ve terör olaylarının gerçek yüzü, sunulan belgelerden çok iyi anlaşılmaktadır. Binlerce İngiliz, Rus, Alman, Avusturya, Fransız ve Amerikan belgeleri de Türklerin masumiyetiyle ilgili açıklanan gerçeği doğrulamaktadır. Günümüzde ise yaratılmak istenen “Ermeni Sorunu” değil, “Ermenilerin Sorunu“dur. (5)
Tarihlerinin hiçbir döneminde, bağımsız bir devlet olamamış ve çatısı altında yaşadıkları devletler içinde azınlık olmaktan kurtulamamış Ermenilere en büyük hakları ilk kez Türkler tanımıştır. Selçuklular döneminde Melikşah, Osmanlılar döneminde Fatih Sultan Mehmet, Ermenileri dini bir örgüt bünyesinde tebaa olarak kabul etmekle imparatorluğun “özerk sistemi” içerisine girmişlerdir. Osmanlılarca 1860’larda düzenlenen “Ermeni Milleti Nizamnamesi” bir nevi Ermeni anayasasıdır.
Ermeniler bu haklar sayesinde çok büyük makamlara gelebilme şansı yakalamışlar, ‘Millet-i Sadıka’ unvanına layık görülmüşlerdir. I. Dünya Savaşı esnasında saf değiştirip Osmanlıya karşı hainlik yapmaları onlar için intihardan başka bir şey değildir. Bindikleri dalı keserek kendi sonlarını hazırlamışlar, ‘Millet-i Sadıka’ unvanından “hain millet” durumuna düşmüşlerdir. 1000 yıla yakın birlikte yaşamış oldukları Anadolu insanına, komşularına yapmadık eziyet, zulüm, işkence bırakmazlar. Çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden savunmasız insanları vahşice katleder; adeta soykırım yaparlar.
Soykırım iddialarına mezarlıklar şahittir. Amerikalı General gibi Prof Mc. Carthy’de Türkler ile aynı bakış açısını yakalamıştır. Nasıl mı? Bilimselliği, aklı kullanarak. Yüzlerce kazı sonucu ortaya çıkarılan toplu mezarlar, tarih önünde her şeyi tüm çıplaklığı ile ortaya dökmektedir…
Tarihinin hiçbir döneminde böyle bir kara sayfayı barındırmayan Türk ulusunun neden böyle bir haksızlıkla yüz yüze getirildiği aslında bizlerin değil, bütün dünyanın bize açıklaması gereken bir utanç tablosudur! (6)
“Türkiye'nin Ermeni soykırımıyla suçlanmasına ilişkin hiçbir belge bulunmadığı, Ama 519 bin kişinin isim isim, köy köy Ermeniler tarafından nasıl katledildiğini ortaya koyabiliriz. Sürekli soykırımdan bahsedenlerin, arşivlerinde neler olduğunu ortaya koyma zorunlulukları vardır. Türkleri nasıl öldürdüklerini muhtemelen orada göreceğiz."(7) şeklinde yapılan açıklama uluslararası lobilere meydan okumaktadır. Zaten devamında Türkiye Parlamentosu Ermeni Sorununu görüşmesi sonrası Türk Hükümeti tarafından tarihi bir mektup Ermenistan’a gönderilir: “Gelin birlikte araştıralım.”
1815’li yıllarda batılı ülkeler, Viyana Kongresi sonucu aralarında anlaşarak “Hasta Adam” diye tabir ettikleri Osmanlının parçalanmasına karar verirler. Doğu Sorunu olarak adlandırılan “Hasta Adam” iması aslında Türk Sorununun, Türkiye Sorununun ta kendisidir. Kafkaslara uzanan yolda Anadolu’nun önemi daha da değerlilik arz eder. Avrupa ve Asya arasındaki köprü görevi yanında günümüzdeki Kafkaslardaki savaşın Orta Doğudaki çıkar çatışmasına neden olan Petrol gibi doğal kaynaklar ve bölge kontrolünün ele geçirilmesi savaşları olarak görüyoruz. Bu nedenle;
Hazar Bölgesi Enerji yatakları ve kaynaklarının, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının Hazar’dan Akdeniz’e kontrolü,
Türkiye ile Türk Dünyası arasında oluşturulan tampon Ermenistan devleti ile
Türkiye’nin Kafkaslardan Orta Asya’ ya açılmasının kontrolü sağlanacaktır.
Bugün Kafkaslarda kurulan Ermenistan dışında Avrupa ve Amerika başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde etkin, yetkin, yetenekli, geniş bir Ermeni Diasporası (dağılmış insanların tümü) oluşa gelmiştir. Bugünkü soykırım senaryoları bu Diasporanın en az 30 yıllık lobilerinin getirisidir.
Yeni kurulan Cumhuriyet, Lozan’da, masa başında Ermeni lobisiyle mücadele ederek diplomasi olarak Batı’ya gerekli dersi vermiş, defteri kapatmıştı. Türkiye, Lozan sonrası Ermeni sorununu 50 yıl daha yaşamadı ve hiç yaşamayacaktı.
Ama ne var ki 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Rum Lobisi, Ermeni Lobisini hareketlendirip Asala terörünü öne çıkardı ve batı da buna seyirci kalınca 41 diplomatımız hunharca katledildi.
Büyük önder Atatürk daha Cumhuriyet kurulmadan 1919 yılında Ermeni sorunu konusunda bizi uyarmıştır;
“Ermeni sorunu, Ermeni ulusunun gerçek çıkarlarından çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik ve politik çıkarlarına göre çözümlenmek istenmiştir.”
2005 yılında, 1915 tehcirinin 90. yıldönümü nedeniyle Ermeni soykırımı yeniden ısıtılarak dünya piyasasına sürülür. Bugün Türkiye, Osmanlı arşivlerini açarak internete koymuştur. 185 toplu mezar, bilgi-belge ve arşivler soykırımın kime yapıldığını gösterir. Rus, İngiliz, Amerikan, Fransız ve Ermeni gizli arşivlerinin açılması şartıyla Türkiye, Ermenistan, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Rusya ve ABD'den bilim adamlarının yer alacağı bir komisyon tarafından konunun araştırılması tarihin yerli yerine oturmasına katkı sağlayacaktır.
Remzi KOÇÖZ
Dip Not/Kaynakça:
(1) KILIÇ Selami, “Alman Arşivleri ve Ermeni Sorunu” konulu konferans notlarından
(2) KILIÇ, Selami, “Alman Arşivleri ve Ermeni Sorunu” konulu konferans notlarından
(3) “İzmir Ermeni İhtilal komitesi ve Terör”, Derleyen Hayri Mutluçağ, Belge Yayınları, 1986-İstanbul, (Ertuğrul Zekai Ökte’nin Sunuş bölümü, Alman B.C. 38/B. 15334)
(4) KÜRKÇÜOĞLU Erol, “Doğu Anadolu’da Türk Soykırımı ve Ermeniler” konulu Konferans notlarından.
(5) İzmir Ermeni İhtilal komitesi ve Terör, age, s.12
(6) ÇİĞDEM, Süleyman, ‘Alaca Tarihi’, A.Ü. Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayınları No:1, Ankara-2002
(7) Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türk Tarih Kurumu Başkanı, 19 Aralık 2004, Milliyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder