“Uluslar için, atalarının yaratmış oldukları destanlar gurur kaynağı olurken; olumsuz tabloları hiç unutmaz, başarısızlıkları da ibret almaları gereken dersler olur. Tarih bilincini, uygarlık bilinci ile örtüştüren uluslar ise toplumlarını geleceğe diğer ulusların daima önünde taşırlar. Zaten, önemli olan husus: varlığını sürdürebilmek ve onu yücelterek daha da yükseğe taşıyabilmektir.”
Türk Dili
Türk olgusu, Türk gerçekliği bilimsel olarak ele alındığında Arkeologlar, Antropologlar ışığında Türkologlar tarafından: “Türk, Türk dilini konuşandır. Türklerle ilgili biricik tanım dilbilimsel olandır, başkası yetersiz kalır” şeklinde ortaya konulmaktadır.
Tarihteki Türkler ilk metinlerini dikme taşlara, mezar taşlarına yazmışlardır. MÖ VI ve VIII. yy.’lardan kalma Orhun ve Yenisey yazıtları Türk dilinin en eski kayıtlarıdır. Yazılar kültürü, sonrasında yaratılan destanlar ise uygarlığı betimler. Türk halkları V. yy’dan beri çeşitli din ve kültürlerin etkisi altına girip çıktıkları için dilleri de bu değişikliklerden etkilenmiş, çağlar boyunca Türk dilini yazmak için 20’ye yakın değişik alfabe kullanmışlardır. Göktürk-Uygur-Arap alfabeleri sonrası XX. yy’da Türkiye Türkleri Latin alfabesini kabul ederken Sovyetlerdeki Türkler Kiril alfabesini benimserler.
Doğu Asya’dan Batı Avrupa’ya kadar uzanan toprakların bazı kesimlerinde konuşulan aynı ortak dilden çıkmış birçok Türk dili ve lehçesi vardır. Türk lehçelerinin sınıflandırılması konusunda Türkologlar farklı görüşler ortaya koymuşlardır.
Türk dili de zamanla yıpranarak ilk önemli bozulmayı (Arapça ve Farsça sözcük) Osmanlıca adı altında yaşar. Dilleri Türkçe olduğu halde Arapça–Farsça anlatım tarzları dili o kadar bozmuşki bu nedenle XIX. yy’da Türkçe’de reform yapmak gerekmiştir.
Saray çevresinde Farsça hakim olurken, halk atalarından öğrendiği Türkçeyi konuşmayı sürdürmüş; Türkçeyi kurtaran ve Türklerin Türk olarak kalmalarını sağlayan da bu olmuş. Bu insanlar küçük lirik deyişlere, şarkılara, türkülere, destanlara ruh vererek Türkçeyi yaşatmış; saz ve söz ile Türkçe’yi bugünlere taşımışlardır.
Karamanoğlu Mehmet Bey, 1277 yılında ki fermanı ile Türkçeyi resmileştirir: “Bugünden sonra divanda, dergahta, barigahta, mecliste, meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır.”
Çağdaş Türkiye’nin kurucusu M. Kemal ATATÜRK ise; “ Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay dildir. Türk dili, Türk Milletinin kalbidir, beynidir” diyerek Türkçeyi ölümsüzleştirecektir.
Moliere, “Kibarlık Budalası” adlı eserinde; Türkçe için “şu Türkçe ne hayran kalınacak dil, az sözcükle çok şey söyler.”
Bitişken dillerden biri olan Türkçe’nin kurallı ve mantıklı oluşu öğrenilmesini kolaylaştırır. Bir diğer özellik ünlü-ünsüz ses uyumudur.
Oğuz Kağan, Alp er Tunga, Ergenekon ve Manas Destanları, Dede Korkut masalları anonimdir. Yusuf Has Hacib–Kutadgu Bilig (Mutluluğu getiren bilgi), Kaşgarlı Mahmut–Edebiyat Antolojisi ilk yazılı eserlerdir. Gazzali, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Ali Şir Nevai, Köroğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Evliya Çelebi ve adlarını sığdıramayacağımız niceleri ile bugünlere uzanır
Günümüz Türk Dünyasına Bakış
Türkler tarih boyunca boylardan-soylara farklı adlarla tarih sahnesinde hep var olmuşlardır. Bu varlıkların en büyük özelliği savaşçı yapılarından kaynaklanan doğuştan asker ruhlu bir millet olmalarıdır. Bu yüzden Avrupalılar, Çinliler Türkleri “Barbar” olarak nitelemişlerdir. Gözü kara bu insanlar at sırtında kıtadan kıtaya kanlar akıtmış, canlar vermiş, fetihler yapmışlar. Savaşmanın acımasız tüm kurallarını, yaşamak için ayakta kalmak ve de soylarını devam ettirmek için uygulamışlardır. Türklere barbar diyen uluslar Ortaçağ Avrupa’sında, Haçlı savaşlarında, engizisyonlarında akıl almaz vahşetler uygulamışlar, ortaya koymuşlardır. Türkler barbarlıkta onların eline su bile dökemez!
Avrupalılar bu süreci uygarlık potasında eriterek Birleşik Avrupa’ya doğru yol alırken Türkler de 21. yüzyıl coğrafyasında yalnız kalmamak için bu birleşime katılmanın uğraşını hem içerde hem dışarıda vermektedir. Hukuk başta olmak üzere hayatın her alanında son sürat değişiklikler, yenilikler ortaya koymaktadır. Bir yerde ülke olarak yeniden yapılanma (reorganizasyon) gerçekleştirilmektedir. Bazı gelişmeler ağır kalsa da başlamak önem taşıyacaktır.
Türklerin savaş kuralları dışında tarihe geçmiş bağnazlıkları yoktur. Düşmanları Türkleri bağnaz-barbar olarak nitelerler. Günümüzde Yunanlılar ve Ermeniler hala Türk aleyhtarı propagandaları sürdürmeye devam etmektedirler. Bu bize Türklerin evrensellik içeren “Yurtta barış, dünyada barış” değerleri ile barış içerisinde bir arada yaşamanın savunucusu olarak uygarlığa büyük katkılarda bulunduğunu ortaya koyar. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduktan sonra Ulusal kurtuluş savaşı sonrası II. Dünya Savaşı, I. ve II. Körfez savaşlarına karşı barış çubuğunu hep yüksekte tutmuştur. Çünkü artık Türkler savaşmanın acısının ne olduğunu, bugünkü topraklarının değerini, bu toprakların savunulması dışında savaşın haksız, kirli, çıkarsal olduğunu çok iyi bilmektedir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı bunun en bariz örneğidir.
(Kurtuluş savaşını yapmış 13 milyon Türk 2000’lerde 70 milyon olarak büyüyüp gelişir, Türk Dünyası da 200 milyonlara ulaşır. )
Türkler günümüzde yoğunlukla Türkiye’de, Azerbeycan’da, İran’da, Batı Türkistan’da (Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan) ve Çin sınırları içersindeki Doğu Türkistan’da, Kuzey Kıbrıs’ta, Rusya Federasyonu içersinde Tatar, Başkırt, ve Çuvaşların yaşadığı Volga-Ural bölgesinde, Doğu Sibirya’da Yakutistan ile Altay Dağlarının kuzeyinde Tuvalar, Hakaslar ve Altaylıların yaşadığı bölgede yoğunluk oluşturmaktadırlar.
Öte yandan Yunanistan (Batı Trakya), Bulgaristan (Deliorman, Mestanlı, Kızanlık, Kırcaali), Romanya (Dobruca), Moldova (Besarabya), Makedonya (Üsküp), Irak (Kerkük), Suriye (Humus, Halep), Afganistan’da Türk azınlıklar yaşamaktadır.
Ayrıca Batı Avrupa, Avustralya ve dünyanın değişik bölgelerinde yaklaşık 5 milyondan fazla işçi yada göçmen olarak Türk vardır.
Sonuç
Türkler 1699’dan 1922’lere kadar savaş alanlarında, cephelerde kanlarını akıttılar. Kimi zaman yendiler, çoğunda yenildiler. Kala kala 13 milyon kaldılar, oda Anadolu’da. Eşi benzeri olmayan inançları ve sağlam savaşçı ruhları yeniden dirilmelerini sağlayacaktı.
Türklerin 1453 yılında İstanbul’u ele geçirerek Ortaçağı sona erdirerek Viyana’ya kadar büyümelerinin ardından 1900’lere doğru ‘Hasta Adam’ konumuna düştükleri ve yeniden dirilerek “Ulusal Kurtuluş savaşı” sonrası Anadolu-Rumeli yarımadası üzerinde son Türk Devletini kurarak, 20. yüzyıla da damgasını M. Kemal ATATÜRK ile vurmuşlardır. ‘Hasta Adam’ ölecek yerine yeni bir güneş, yeni Türk Devleti, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ doğacaktır...
Tükler bugünde hala özellikleri belirgin ve Avrupalılarla geniş ölçüde birbirine ters düşen insan toplulukları oluşturmaktadır.
(Belkide bu tespitler AB sürecinin bu kadar uzamasının temel faktörüdür. Onun için AB ‘Hazmetme kapasitesi’ şeklinde bir metin hazırlama gereği duyar.)
Türk dünyasının yok olmaya yüz tutuğu son yüzyıl içersinde farklı biçim ve koşullarda gerçek dirilişler yaşanır. Büyük Okyanus dışında Orta Asya ile Akdeniz arasında yeniden hayat bulur.
Geçmiş her zaman geleceğin aynası olamaz, olmamıştır da... Akıl ve bilimle gelecek öngörülebilir; ancak tarihe takılı kalmakla değil tabiki!
Türk dünyası içersinde lokomotif görevi üstlenen Türkiye her geçen gün stratejik açıdan olduğu kadar, her açıdan önemini dahada artırmaktadır. Ortada satranç oynanmakta, Türkler ise kadercilik karşıtı olan akılcılığı öne çıkararak, bölgesini de ardından sürükleyerek yepyeni güç olacak konjoktürdedir. Ekonomik, sosyal, siyasi duraksamalar ve istikrarsızlıklar çağdaş uygarlık yolunda son olumsuzluklardır. Bunlardan da sıyrınıldığında o zaman gösterdikleri çabanın karşılığı olan diğer ulusların yakaladığı ya da yakalamağa çalıştığı bir geleceğe sahip olmak en doğal hakkıdır, Türklerin ve de Türk Dünyasının...
Tarihimizi çok iyi okumamız ve bilmemiz gerektiğinin önemini yıllar öncesinden Büyük Önder Atatürk şu şekilde vurgular: “Tarih bilincini canlı tutamayan Uluslar zamanla erozyona uğrayarak ulus olma özelliklerini yitirerek, başka ulusların egemenlikleri altına girerler.”
Bugün için; Önemli olan yaşamı yarınlara, geleceğe taşıyabilmektir. Sürdürebilmek ve kalabilmektir.
Türk tarihi; şan, şeref, ve sayısız kahramanlıklarla doludur. Kısır çekişmeler, içsel sorunlar ve ardından oluşan duraksamalar bugünkü uygarlığın gerisinde kalınmasının nedenlerinden en önemlisidir.
Destanlar yaratmak yetmiyor.! O destanları korumak, yaşatmak, geleceğe aktarmak gerek.
Tarihle övünmek yetmiyor.! Çalışmak, çok çalışmak, üretmek gerek.
Yürümek yetmiyor.! Koşmak, çok koşmak gerek.
Yoksa hep geriden takip ededurursunuz dünyayı ve uygarlığı...
Onun içinde; tarihe takılı kalmaktan öte tarihten dersler çıkararak, akıl ve bilimi ön planda tutmak öncelikler olmalıdır...
(http://www.remzikocoz.com)
Remzi KOÇÖZ
Dip not / Kaynakça:
(1) ‘Türkler’, Yeni Türkiye yayınları
(2) ‘Türk ve Türklük’, TSE yayını, 1994 Ankara
(3) ‘Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi’, Kültür Bakanlığı Yayınları
(4) ATATÜRK, M.Kemal, ‘Nutuk’
(5) GÜRÜN, Kamuran, ‘Türkler ve Türk Devletleri Tarihi’, Bilgi yayınevi, Eylül 1984
(6) GÖKALP, Ziya, ‘ Türkçülüğün Esasları’, Varlık yayınları
(7) TURAN, Osman, ‘ Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti’, Ankara 1965
(8) ROUX, Jean-Paul,‘Türklerin Tarihi’,Çev. Galip Üstün, Milliyet yayınları, 6.baskı,Haziran 1998
(9) Axis 2000 Büyük Ansiklopedi, cilt-12, Milliyet / Hachette yayınları, s.96
(10) DİNAMO, H.İzzettin,‘Kutsal İsyan’(Ulusal Kurtuluş Savaşının Gerçek Hikayesi) [8 Cilt], May yayınları
(11) DİNAMO, H.İzzettin,‘Kutsal Barış’ (Ulusal Kurtuluş Savaşı Sonrasının Gerçek Hikayesi) [4 Cilt]
(12) ÖZAKMAN, Turgut, ‘Şu Çılgın Türkler’, 5.basım, Bilgi yayınevi
(13) RAN, N.Hikmet, ‘Kuvayı Milliye Destanı’, Cem yayınevi
(14) KOÇÖZ, Remzi, ‘Bozkırda Bir Şehir’, Çağın Polisi Dergisi, sayı-24, Aralık 2003
1 yorum:
Yazınızı okuyunca tarihimizi çok okumamız gerektiğini yeniden hatırladık.
İyi bir mesajdı.
Teşekkür ederim.
Erol Özdemir
Yorum Gönder