“Bu memleket dünyanın beklemediği asla ümit etmediği
bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu.
Bu sahne 7000 senelik en aşağı bir Türk beşiğidir.
Beşik, tabiatın rüzgarlarıyla sallandı.
Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
O çocuk, tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından,
evvela korkar gibi oldu.
Sonra onlara alıştı.
Onları tabiatın babası sandı.
Onların oğlu oldu.
Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu;
Türk oldu, Türk budur.
Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
M. Kemal ATATÜRK
Türkler, “Dört nala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” 2000 yıllık bir serüven. Geçmişinde yer yer kan ve şiddete, yer yer barışa, hoşgörüye, inceliklere rastlanılmakta, insanlık serüveninde onlarda yer almaktadır. Bu serüven Fransız Türkolog Roux tarafından, “İnsanları olağanüstü bir serüvene çağırmak istiyorum. Bu serüven, sıradan olanın üstüne çıkan her şey gibi, karşıtlıklar, aykırılıklar ve aşırılıklardan oluşuyor. Ve işin ucunda, bu serüven, bu adı taşımaya layık, en iyiye de en kötüye de yetenekli insanın, içinde hala, bir zamanlar kaçınılmaz olarak olmuş olduğu barbarla bugün olmak durumuna eriştiği uygarın yaşadığı tüm insanın yapıtı” olarak anlatılır.
Türklerin egemen oldukları Doğu’dan Batı’ya, Mağrip’ten Ganj’a, Mançurya’dan Macaristan’a, Pekin’den Viyana’ya 2000 yıllık bir tarih geride kalır. Göçebe Türkler, tüm Avrasya bozkırlarını baştanbaşa aşmış, Avrupa ve Uzakdoğu’yu saldırıları ile bunaltmış, Ruslara boyun eğdirmiş, egemenliklerini Pekin, Delhi, Kabil, İsfahan, Bağdat, Kahire, Şam, Tunus, Cezayir kentlerinde pekiştirmiş, tarih yazmış, 150 civarında devlet kurmuşlardır.
Hakanlar ölüyor, devletler yıkılıyor, arkadan gelen başka Türk boyları görevi devralıyordu. Ülkeleri değil, kıtaları altüst etmişler ve bu korkunç devletler ve bu korkunç devletlerarasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenlikler yaratmışlardır.
Tarih boyunca, Hiung-Nular, Hunlar, Dokuz Oğuzlar, On Uygurlar, Kırkızlar, Selçuklular, Memluklar, Kıpçaklar, Altınordulular, Timuroğulları, Osmanlılar vb. adlarla tanınan Türklerin insanlığın serüvenindeki rolleri temel nitelikte olmuştur.
Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışları
Türkler kesin olarak saptanamayan bir tarihte Asya’nın Kuzey Doğu bölgelerinde ortaya çıkmış, MÖ 7000 tarihlerinde Türkler tarafından kurulan Orta Asya’daki Anav medeniyeti, Türklerin varlığını MÖ 10000’lere, dahası Nuh tufanına kadar götürmektedir.
MÖ I. Bin yıl içersinde Sibirya ormanlarını terk ederek Yukarı Asya bozkırlarına doğru göç etmiş, Tanrı dağları ve Balkaş gölü bozkırını doldurmuşlardır.
Başlangıçta Altay dağlarında yaşayan Türkler demirci bir halk olarak bilinen dağınık boy, federasyon biçiminde bir araya gelerek başa geçen kişinin adını alır. Liderin ölümünde ani bir biçimde dağılarak boyların her biri yeniden bağımsız olurlar. Ardından bazı boylar bir başka birleşme ile bir araya gelerek sürekli yeni oluşan adlarla tarih sahnesinde varlığını sürdürürler. Bu gelişim Türklerin göçebe toplum yapısını ortaya koymakta ve Türkoloji ile uğraşan bilim adamlarının ortak paydaları olmaktadır.
Beyler bir araya gelerek “Bozkır Devletleri” adı altında federasyon şeklinde varlıklarını savaşarak sürdürürler; savaşlar sonucu öyle bir vurucu göçe ulaştılar ki yerleşik krallıkları yerle bir edip tarih sahnesinden silerler.
“Siz bizim için Altay’da silah yapan kölelerimiz değilmisiniz?” diyerek küçümsedikleri Türkler karşısında; Çinliler, MÖ IV. yy’da Hunların akınlarına karşı Büyük Çin Seddi’ni inşa etmişlerdir. Teoman’ın oğlu Mete Han Çinliler için bir kabus olmuş. Hun toplulukları 375’te Volga’nın batısına geçerek Vizigotları, Ostrogotları ve Alanları yerlerinden edip Avrupa’yı altüst eden Kavimler hareketine yol açmışlardır.
Attila’nın önderliğinde Hunlar Avrupa’yı titretmişler. Batıdaki iki seferi Avrupalılar tarafından ona “Tanrı’nın felaketi, geçtiği yerde ot bitmeyen adam” unvanını kazandırırken, Hunlar ve genelinde Türkler “Barbar” unvanı almışlardır. Yüzyıllar sonra -yeniden dirilerek- ardından onu izleyecek olan Cengiz Han ve Timurlenk kabus gibi çökerler. Moğol tarihçisi Cuvayni Tarih-i Cihan-guşa adlı eserinde; Moğol istilasının tahribatını Buhara’dan kaçan birisisinin şu sözleriyle özetler: “Geldiler, yıktılar, yaktılar, öldürdüler, götürdüler ve gittiler.”
(Rusya’nın 1223’te Moğollara yenilmesi, Cengiz Han’ın büyük bozkır imparatorluğuna ve onun ötesinde de göçebe ve yerleşik Türklere karşı XX. yy’a kadar sürecek olan bir savaş, Rus düşmanlığının ilanıydı. Bin yılı aşkın süredir Türkçe konuşulan tüm topraklar Slav olmuştu. Nasıl mı? Ülke dışına sürgünler, idamlar, asimilasyonlar sonucu soykırımın daniskası yapılmıştı! )
Tarihte belirli bir güce ulaşan Türk liderler öncelikle komşuları olan tüm Türkleri yok etmeyi hedef almışlar, Timurlenk örneği en acımasızıdır. Geçerli düşünce; “Gökyüzünde tek tanrı olduğu gibi yeryüzünde onun temsilcisi tek hükümdarlıktır.”
Timur, “iki efendi onu paylaştığı sürece, tüm dünyanın bir değeri yoktur” diyerek Osmanlılarla kozlarını paylaşır. Bugünkü Türkiye’nin başkenti Ankara’da Osmanlıları yenerek Attilla ve Cengiz Han’dan sonra adını tarihe kazıtır. Öyle bir kazıtır ki; o güne kadar oluşmuş uygarlıklar yeni uygarlıklar yaratılsın denilerek tarih dümdüz edilecektir. Bir deprem, bir kasırga gibi filleriyle ezip geçer, İnsanlığı ve yaratmış olduğu eserlerini.
Bozkırdaki uzun sessizlik sonrası birden ortaya çıkarak dalga dalga yayıldıkları üç kıtada Attila, Cengiz Han, Timurlenk korkunç anılar bırakmışlarsa da, kimi zaman egemen oldukları halklara parlak dönemler yaşatmışlardır.
Ardından Fatih, Yavuz, Kanuni üçlüsü Türklerin üç kıtada varlıklarını cihan imparatorluğu olarak yaşatırlar. Ardından dünyadaki daha doğrusu Avrupa’nın önünü çektiği gelişmeler öne çıkar. Keşifler, Buluşlar, Reform, Rönesans, Uluslaşma ve Aydınlanma sonrası haritalar değişerek imparatorluklar yıkılarak yerine ulus devletler kurulur. Osmanlı İmparatorluğu olarak Türklerde bu gelişmelerden nasibini alır, duraklama, gerileme sonrası çöküş yaşanır. Bu çöküş esnasında koca imparatorluk diğer milletlerin, azınlıkların ihanetlerini, umursamazlıklarını yaşarken imparatorluğu savunmak, savaşmak Türklere düşer.
İslamiyet ve Türkler
Türklerin dünya üzerinde yayılış ve egemenliklerini bazı tarihçiler 4 ana devir olarak ele alırlar. Hunlar, Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar... İlk iki devre İslam’dan önce kapalı alanda Orta Asya’da yaşanırken sonrasındaki iki devirde İslamiyetle iç içedirler. Selçuklular 4 asır, Osmanlılar ise 6 asır olmak üzere toplam 1000 yıllık bir süreçte üç kıtada, Türk ve İslam dünyası adına uygarlık yarışında önemli eserlere imza atmışlardır.
Uzun süre Asya bozkırlarında göçebe ve savaşçı topluluklar olarak yaşayan Türklerin eski tarihinin ayrıntılarını ortaya çıkarmak son derece güçtür. Asya ve Avrupa’da aralarında Hun ve Göktürk imparatorluklarının da bulunduğu birçok siyasi birlik kuran Türklerin, VIII. yy ortalarında İslamiyeti benimsemeleri tarihlerinin dönüm noktası olur. Arapların 751 yılında Taşkent Türkleri ve Karluklarla ittifak yaparak Talas Savaşında Çinlileri yenmesi, Orta Asya’nın Çin’in etkisine girmesini önleyip, gelecekteki İslamlaşma için uygun zemin hazırlar. Önce Selçuklular sonra Osmanlılar İslam dünyasının önderliğini ele geçirerek bu dini Hindistan’a, Anadolu ve Balkanlar’a taşır. Nüfusu 150 milyonu bulan ve büyük bir bölümü Müslüman olan Türkler, batıda Balkanlar’dan doğuda Sibirya’ya, kuzeyde Buz Denizinden güneyde Tibet’e kadar uzanan çok geniş bir alana yayılmışlardır. Türk adını taşıyan ilk devlet ise VI. yy ortalarında Orhun ve Selenga ırmakları arasında yaşayan Göktürklerdir.
İslamiyet öncesi Budacılık, Manicilik, Şamanizm yanı sıra Zerdüştçülük, Yahudilik ve Hristiyanlık Türkler üzerinde iz bırakır. Müslümanlık Türklere dinini, uygarlığını verirken; Türkler Müslümanlığa ordularını, canlarını vermişlerdir. Türkler Müslümanlığın resmi ideolojisi dışında inanç olarak, içten hizmet ederek uygarlığa güzel eserler bırakmışlardır.
Selçuklular-İran’da, Tabgaçlar-Çin’de, Memlükler-Mısır’da, Babur Şah-Hindistan’da, Osmanlılar-Üç kıtada, Türkler Müslümanlığın önce kılıcı sonra kalkanı olmuş hep savaşmışlardır.
Türkler yerleşik kültüre adım atarken kurmuş oldukları devletler içersinde hem azınlık, hem hoşgörü zincirini iyi koruyarak, kendilerinden olmayanları ne Müslümanlaştırmaya, ne Türkleştirmeye çalışmışlardı.
Müslüman mezhepleri Şiilik ve Sünnilik arasındaki kavga tarih boyu sürerken Türk dünyasına da sıçramış, Osmanlılar ve Safeviler arasında Müslüman “Ortodoks ve Protestanlığı” çatışmaları yaşanmıştır.
Zirveden, İnişe Gelişmeler
Bilim ve teknik alanında dünyanın önünde olan Türkler, Doğu ve Müslüman dünyası içinde katar rolü üslenmişlerdi. 1500 yılları tarih sahnesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Üstünlük Asya’dan Avrupa’ya geçmiştir.
Göçebelerin üstünlüğü çağın tekniği ile son bulurken; ateşli silahların ortaya çıkması, ok-yay-kılıç-kalkanın, atın niceliksel ve niceliksel olarak tepetaklak olmasıydı. Tekerleğin geriye dönüşü olmadığı gibi tarihte geriye dönüş yoktu.
XV. yy başlarında top-tüfekle tanışan Türk dünyasının bir bölümü dünyanın gidişatına ayak uydurup egemenliğini sürdürürken, daha doğu da Asya’da kalanlar üstünlüklerini yitirerek tarih sahnesinden zamanla kendi kabuklarına çekilmiş, Müslüman dünyası da bu çöküşten nasibini almıştır.
Batı dünyası gelişmesine devam etmiş, ilk aşaması coğrafi keşifler; İkincisi XVI. yy sonlarında gelecek olan Aydınlanma çağı sonrası modern bilimsel düşünce olmuş. Ardından Sanayi Devrimi dünyayı kasıp kavururken -Doğu özelinde- Türkler onların ürettiklerine bakmakla yetinerek matbaayı da gecikmeli olarak almıştır.
(Bu bize şunu gösteriyor bozkır atlısı olarak kalan Türkler tarih sahnesinden çekilmiş, ateşli silah devrimine katılanlar yollarına devam etmişlerdir. )
O dönemde Müslüman dünyası içersinde bir tek Türk devleti Osmanlılar bu gelişmeleri yakalayabilecek güçtedir. Kanuni ile evrensel uygarlığın büyük doruklarına ulaşılır. Her çıkışın bir inişi olduğu gibi zirvede kalmak çok zordur. Hak yerine, adalet yerine, erdemlik yerine; müsriflik, miskinlik, kokuşmuşluk gibi olumsuzluklar ağır basmış. Yönetim bu değerlerden uzaklaşıp zevki sefaya dalınca, liyakat yerine lütuf ortaya çıkınca bu doruklardan inişe geçilmiş. Uzmanlar yerine, hatır sahibi insanlar göreve atanarak idareyi maslahat yoluyla çürümeye yol açmışlar.
Bu gelişmeler (reform, rönesanas, uluslaşma, aydınlanma ve sanayi devrimi sonrası) ışığında, Onlarda (Osmanlılar); -kademe kademe yolları ayrılan- diğer Türk devletleri gibi misyonunu tamamlayarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir. (Sürecek…)
(http://www.remzikocoz.com)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder