(Futbol mu / Fanatizm mi?)
Bir yandan spor endüstrisi olarak da
nitelendirilebilen Futbol, sporun gösteri haline gelmesidir. Spor kulübü olgusu
şehirle bütünleşince altyapı, tesisler, mahalli ligler, kıran kırana geçen
müsabakalar; Kitleleri memnun etmek, daha ilgi çekebilmek amacıyla daha büyük
stadlar (Brezilya-Rio de Janeira’daki 200 bin kişilik Maracana Stadı) yanında,
yıldız futbolculara transfer piyasasında büyük paralar akıtılarak profesyonel
bir anlayış piyasası yaratılır. Gösteri stadlarla sınırlı kalmaz, gazetelerin
spor sayfalarına, televizyonların spor programlarına yansıyarak organizasyon,
reklam ve yayın sözleşmeleri ile bütünleşerek sektör halini alır.
Yıllar önce İspanya’da Franko,
Portekiz’de Salazar ülkelerini uyutmak için uzun yıllar 3 F (Futbol, Fiesta/Fado,
Fatima) ile yönetmiştir. Günümüzde ise uyanık Avrupa gençliği bu 3 F’yi Free
(özgür), Fair (Adil), Fearless (Korkusuz) şeklinde sloganlaştırarak farklılık
oluşturmuşlardır. Kıtalar turnuvasını Dünya kupası en büyük futbol
organizasyonu olarak tamamlamış; dört yılda bir yapılan Olimpiyatların yanı
sıra, dört yılda bir organize edilen Dünya Kupaları da aynı ilgiye hatta daha
fazlasına mazhar olmuştur. Avrupa’nın öncülüğünü İngilizler, Almanlar,
İtalyanlar, Fransızlar, İspanyollar yaparken bunlara rakip olarak Güney Amerika
ülkeleri çıkmış; Brezilya, Uruguay ve Arjantin ile şampiyonlukları paylaşmışlardır.
Ardından Avrupa ve Dünya ligleri farklı ülkelerin oyuncu ve antrenörleri ile
donanmış; futbol, kendi açısından ülkeler-kıtalararası sınırları ortadan
kaldırmıştır. Futbol, spordan öte artık uluslararası yeni bir endüstri dalı
olarak ortaya çıkarken onu basketbol, voleybol, tenis, boks ve başka sporlar
izlemeye çalışsa da -gösteri açısından
futbol kadar izleyici/ilgi görmeyerek- profesyonellikten daha çok amatör
ruh taşıyacaklardır.
(Aslolan, toplumları ileriye götüren/götürecek asli unsurların başında
Bilim ve Sanat yer almaktadır. Spor ise tanıtım, temsil ve görsellik açılarından
önem arz eder.)
Ülkemizde de spor, Cumhuriyet
öncesinde (1910-22) gönüllü kuruluşlar/cemiyetler tarafından yürütülmüş,
Cumhuriyet sonrası Türkiye İdman Cemiyeti öne çıkmış, 1930’larda Atatürk’ün
öncülüğünde sporun yurt çapında yaygılaşması için çalışmalar başlatılmış,
yurtdışından uzmanlar çağırılırken, dışarıya elemanlar gönderilmiştir. 1932
yılında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü bünyesinde Beden Eğitimi bölümü açılmış
ve 1936 yılında kurulan Türk Spor Kurumu, 1938 yılında Beden Terbiyesi Genel
Müdürlüğü’ne dönüşmüş; Beden Terbiyesi 11 spor dalını faaliyete geçirmiş ve tüm
yurt sathında spor organizasyonları oluşturmuştur (2). Bu çalışmalar paralelinde KİT’ler öncülüğünde de spor
teşvik edilmiş. Her kurum ve kuruluşa en az 3 dalda kulüp kurmak zorunluluğu
getirilmiştir. Güreş, Binicilik, Cirit gibi geleneksel ata sporlarını sonraki
yıllarda Halkevlerinin öncülüğünde diğer spor dalları takip etmiştir.
1960 sonrası Futbol diğer sporların
arasından sıyrılarak kentlerle bütünleşmiş; İstanbul, Ankara, İzmir takımlarına
1970’li yıllar sonrası sanayileşen şehirlerin takımları olan Bursa, Eskişehir,
Bolu, Kocaeli, Adana, Mersin, Kayseri, Diyarbakır, Balıkesir, Gaziantep,
Denizli ve Karadeniz (Artvin ve Sinop dışında tüm sahil şeridi) takımları katılmıştır.
Karadeniz fırtınası Trabzonspor 3 büyükler (BJK, FB, GS) efsanesini bozmuş,
müzesine üst üste şampiyonluklar taşımış; tıpkı Avrupa’nın tılsımını bozan Güney
Amerika efsanesi (Brezilya, Uruguay ve Arjantin) gibi Türkiye’de 4 büyükler
olgusunu yaratmıştır. 2010 yılında 4 büyükler sarmalını bozan yeni bir takım
çıkmış ve şampiyonluk bu kez Bursaspor ile Anadolu’ya taşınmıştır.
1980’li yıllar sonrası sanayide
yaşanan Anadolu Kaplanları gelişimi futbola da ilgi gösterir. Sakarya, Antalya,
Çanakkale, Aydın, Karabük, Konya, Kırıkkale, Kahramanmaraş, Yozgat, Malatya,
Van, Erzurum, Elazığ, Siirt bu kervana katılır. Son olarak 2005 sezonunda
Sivas, Manisa ve Erciyes vagona eklenir. Ardından İstanbul ve Ankara Büyükşehir
Belediye takımları ile Kasımpaşa, Hacettepe, Bucaspor, Akhisar Belediyespor gibi
ilçe takımları süper lige renk katarlar. Bazıları istikrar sağlarken, bazıları
da asansör takımı konumunda, bazıları da liglerden amatör kümeye düşer. 80’li yıllar sonrası futbol kulüpleri
şirketleşirken, (3) 2000’lerde hisseleri borsada işlem görür (4). Bu da futbol endüstrisinin ekonomik boyutunu bizlere göstermektedir.
Kulüp yöneticiliği için kongreler öncesi listeler çarpışacak, bu seçimler
politik arenayı aratmayacaktır. Spor
kompleksleri, altyapı harcamaları, iç-dış transferler kulüp bütçelerini
astronomik seviyelere ulaştırır. Bunun diğer bir ayağı da sponsorluk,
menajerlik gibi yan sektörleri de kendiliğinden getirerek başlı başına bir
piyasa, bir rant oluşturur. Toto, loto, bahisler diğer talih oyunlarını aratmaz.
Spor endüstrisinin gelişmesi dünya
çapında spor gereçleri, aksesuarları, giysileri yanında menajerlik olgusunu da
getirerek transfer piyasasının eksperlerini yaratır...
Futbol ve futbol yıldızları… Günümüzde gazete sayfalarını,
TV ekranlarını, reklam panolarını bunlar, bunların yaşamları, yaptıkları süsler.
Süslemekle kalmayıp gençliğe idol/örnek teşkil ederler. Günümüzde futbol
yaşamsal bir sektör olunca gözde meslekler arasına futbolcular da dahil olur.
(1905’lerden
günümüze 75’i aşkın Türk futbolcusu yurtdışına transfer olurken Vahap Özaltay
ilk profesyonelimiz olarak 1932’de Fransa-Racing Paris’e transfer olmuş; 10’a
yakın teknik adamımız yurtdışında futbol takımı çalıştırırken Fatih Terim en
başarılı teknik direktör unvanını almıştır.)
Sporda Şiddet
ve Kitle Psikolojisi:
Futbol kent oyunudur. Örgüt ve para
işidir. Futbol fanatizminin psikozu ise, ‘tutku’dan başka bir şey değildir.
Yevmiyesini ve harçlığını tuttuğu takımın maçını izleyebilmek için geceden stad
önünde yatan, sabahlayan ya da sabahın erken saatlerinde kuyruğa girerek 90
dakika sürecek maratonu bir güne yayacaktır.
Öyle günler olur ki;
bireysel-toplumsal tüm sorunlar, sıkıntılar unutulur. Her şey maç sonucuna, lig
sonucuna kadar ertelenir. Neydi bu meşin yuvarlağın-topun tılsımı? Bir topun
peşinde hakem de dahil 21 adam koşuyor, binlerce adamda tribünlerde izlemekten
öte kavga ediyor. Adeta tutmuş olduğu takım ve renkleri ile özdeşleşiyor.
Evini, arabasını, işyerini takımına ait resim, poster, slogan, flama vb.
şeylerle donatıyor. Çocuklarına futbolcu isimleri koyuyor. “Zevk almak ve
deşarj olmak” sözcükleri bu tutkuyu tam olarak anlatamaz. “Ölmeye ölmeye
geldik” diye bağıran taraftarın psikozu “eksiklik duygularının giderme “
çabasıdır.
Kişinin- kişilerin kendini büyük
görebilmesi için bir büyük iş yapması, ‘en büyük benim, en büyük biziz psikozu’ sonuç
olarak en tehlikeli duygu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Futbol takımı taraftarlığında; ‘En
büyük biz, karşı taraf düşman’ noktasına gelinerek, körü körüne bir bakış açısı
oluşur. Oysa sporun özünde savaş değil; barış, sevgi, coşku vardır. Hayatın
özünde olduğu gibi spor “sevgi”
gerektirir! Huzur ve mutluluklar, dostluklar; sevgiyle, dürüstlükle gelişir,
karşılıklı saygıya dönüşür.
Günlerce konuşulan, tartışılan
pozisyonlar bu işi önemsediğiniz anlamına gelmiyor mu? Ekranlar karşısında
adeta kilitleniyor, hayatın diğer gerçeğinden soyutlanıyoruz. Bu açıdan
spor-futbol başarılı oluyor. İnsanları bir sürede olsa rahatlatıyor ya da
rahatlatmış gözükür.
Bir de işin ‘Ayak oyunu mu?’ yoksa ‘Ayakla oynanan oyun mu?’ şeklinde
tanımlanması ikilemi; bir gerçeği de göz önüne sermektedir. Saha yerine masa
başında sonucu etkileyecek kararlar, sporun üzerine gölge düşürmektedir. Böyle
olunca da haklı haksız tartışmaları günlerce, haftalarca gündemden düşmez.
Futbolun ayak oyunu olmayıp ayakla oynanan oyun olduğu konusunda yapılan tespit
su götürmez. Her işte, her olayda olduğu gibi olumsuz unsurlar zaman zaman ön
plana çıkmaya çalışsa da o şeyin aslını değiştiremez.
Tezahürat olgusu geliştirilmek
yerine kolaycı olanı ‘Küfür’ seçilir. Toplum sıkıntılarını, kırgınlıklarını,
ezilmişliklerini, horlanmışlıklarını, biriktirdiklerini müsabaka esnasında
küfür ederek rahatlama yolunu seçer. Belki de günlük yaşantımızda da
kızdığımızda çabukça sarılacağımız bir olgu, bir gerçek: Küfür... Bilimsel
platformda aczin ifadesi, zayıflığın göstergesi olarak tanımlansa da
içgüdülerimize hakim olmak zor. Deşarj olmak önemli ama deşarj oluşturacak sözcükleri
seçmek de daha önemli olmasa gerek.
Şikeler, teşvik primleri futboldaki
mücadeleyi, rekabeti kirli-karanlık atmosfere sürüklerken mafya denilen olgu
rant olduğu için bu sektöre de el atar. Ardından da spor sporluktan çıkar…
Bazen futbol karşılaşmaları büyük
bir rekabete yol açar. Kazanma tutkusu coşkudan öte şiddete dönüşür. Futbol
tarihi kanlı sahnelere de tanıklık eder. 1964 yılındaki Peru ile Arjantin maçı
sonrası 320 kişi hayatını kaybetmiş, 1970’li yıllar sonrası Avrupa’da öncelikle
İngiltere ve Hollanda’da futboldaki bu şiddet örgütlü hal alarak ‘Holiganizm’
olarak kendini gösterir. İngiliz Holiganlar 1985 yılında Brüksel-Heysel
stadında oynanan Avrupa şampiyon kulüpler kupa finalini kana boyar, 32 kişinin
ölümüne yol açarlar. 1989 yılında bu kez Sheffield-Hillsborough stadında
Liverpool ile N. Forest arasında oynanan müsabaka sonucu 95 kişi hayatını
kaybeder. 1992 yılında bu kez Fransa-Fruani stadında oynanan Bastia ile Olimpic
Marsilya sırasında izdiham sonucu çöken tribün 15 kişiye mezar olur.
Şiddet
ülkemizde de stadyumlara yansımakta gecikmez. En trajik olanı 1967 yılındaki
Kayseri şehir stadında Kayserispor ile Sivasspor müsabakası sonucu: 60 dakika,
1 gol, 40 ölü, 300 yaralı...
Sonraki yıllar şiddet olaylarına
tanıklık edilse de bu tür bir trajedi yaşanmaz. Özellikle derbi maçları ya da
komşu takımlar arasındaki futbol karşılaşmaları öncesi-sonrası yaralama ve
münferitte olsa ölüm olayları yaşanır. (5)
Türkiye’de maç
başına şiddet olaylarının Avrupa ülkelerine oranla çok daha düşük bir düzeyde
seyrettiği, hatta yüzde birin altında kaldığı izlenir. (6)
Özel
güvenlikti, genel güvenlikti derken kulüp başkanları, yöneticiler, amigo ve
taraftar dernekleri de elele verip sporda ‘şiddete hayır’ denir, Lütfen! denir…
Ardından 2004 yılında “Spor Müsabakalarında
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” yürürlüğe girer ve 2011 yılında da yenilenir. (7) 2011 yılında yenilenen yasanın uygulamaya girmesinin 2,5 ay sonrasında da
Türk futboluna “şike ve teşvik primi” çerçevesinde başlatılan operasyon ve şike
soruşturması damgasını vurur. (8) 2011 Nisanında yürürlüğe giren
bu yeni yasanın cezaları ağır bulunarak kamuoyunda “şike indirimi” olarak
adlandırılan revize edilmiş hali 2011 Aralık ayında, -8 ay sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından; "Düzenleme adalete
güven duygusunun sarsılmasına sebep olur" gerekçesiyle veto edilerek
meclise iade edilse bile aynı şekilde yasalaşarak- yürürlüğe girer. (9)
21.yüzyılda hem ulusal hem de
uluslararası alanda insanların sosyal yaşamlarında spora daha çok zaman ayırdığı,
günlük yaşamda sporun daha çok alanı kapsaması ile birlikte sporda ortaya çıkan
sorunların daha çok arttığı, futbol kulüplerinin tüm Dünya'da yarattığı gelirin
yıllık 24 milyar dolara ulaştığı ve ülkemizdeki
futbol pastasının büyüklüğünün ise 820 milyon dolara yükseldiğine dair veriler hukuk/yargılama kararlarına geçer/yansır. (10)
Sporun sahada kalması, tribün ve
stad dışına taşmaması için güzel gelişmeler yaşansa da rekabetin getirmiş
olduğu gerilim fırsat bulundukça tetiklenmeye çalışılacaktır. Spor da olsa
tedbir yine tedbirdir.
Medya, spor yazarları, spor
adamları, sponsorlar, kulüp yöneticileri ve akil adamlar ne kadar sağduyulu
olsa da bu sağduyu galip gelebilecek mi, spor amatör ruhuna yeniden dönebilecek
midir? Yoksa günümüzde olduğu gibi ‘Fanatizm’ tamamen öne çıkarak ‘Tutku’ yerine geçecek midir?
Dip Not / Kaynakça:
(1) Axis–2000 Büyük Ansiklopedi,
Milliyet / Hachette yayınları, cilt-5, s.82
(2) Barbaros Talı,
“Beden Terbiyesi”, 03. 01. 2009, Cumhuriyet Gazetesi, s.16
(3) “Ülkemizde ilk şirketleşen kulüpler olarak karşımıza Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray,
Malatyaspor, Vanspor, Adanaspor, İstanbulspor, Çanakkalespor, Karşıyaka,
Antalya ve Siirtspor çıkmaktadır. Ancak söz konusu kulüplerimizden
sadece 4 büyük kulüp hisselerini borsaya açma başarısını gösterebilmiştir.” (Bkz.Tuğrul AKŞAR, “Futbol Kulüplerinin
Şirketleşmesi ve Halka Arz”, 5.5.2006,http://www.fesam.org/sur
makale.php?kod=2&url= uzman / ta031.htm)
(4) “İMKB’de borsanın
devleri arasında Fenerbahçe Sportif 25'inci, Trabzonspor 82’nci, Galatasaray
97'nci, Beşiktaş ise 155'inci borsa şirketi oldu.” (Bkz. “Kulüp Hisseleri Fırladı”, 05.07.2008, http://www.turkei.net/news_detail.php?id=41582)
(5) 2003 yılında İzmir Alsancak stadında
(Göztepe-Karşıyaka maçı) bir taraftarın; bir yıl sonrası 2004 yılında İstanbul
İnönü Stadında (Beşiktaş-Çaykur Rizespor maçı) bir taraftarın stad
içersinde-tribünde bıçaklanarak öldürülmesi spor adına vahim olaylardır.
(6) Artun Ünsal, ”Tribün Cemaatinin Öfkesi”,
2005, İstanbul, İletişim yayınları, s.92-93
(7) 28/4/2004 tarihli ve 5149 sayılı “Spor Müsabakalarında
Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” yenilenerek yerine 31/3/2011
tarihli 6222 sayılı “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”
yürürlüğe girmiştir.
(8) Türk futbolunun ve de sporunun armadası konumundaki
Fenerbahçe başta olmak üzere birçok kulüp zan altındadır. 3 Temmuz 2011
tarihinde başlatılan şike soruşturması kapsamında: yöneticiler, teknik adamlar, sporcular tutuklanmış;
futbol artık “organize suç örgütü” kapsamında mahkemeliktir. Türk futbolu,
içeride-dışarıda itibar kaybederken kulüpler de ekonomik açıdan kayıplar yaşar.
Futbol ve şike konusu diğer güncel olay ve konuların önüne geçmiş; haber ve
siyaset yorumcuları da TV’lerde futbol ve şikeyi tartışır olmuşlardır.
2011-2012 sezonuna -gecikmeli de olsa- şikenin gölgesinde girilmiştir.
(9) 93 sanığın
yargılandığı şike davasında, 45 sanık hakkında beraat kararı verilirken
aralarında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın da olduğu 48 sanık
hakkında ''çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, örgüte üye olmak, şike, teşvik,
tehdit ve rüşvet vermek-almak'' gibi suçlardan hapis cezası öngörülür (2 Temmuz
2012).
(10) “Sporun profesyonel olarak icra edilmesine
başlanmasıyla birlikte, spor sadece zevk için yapılan bir faaliyet olmaktan
çıkıp meslek olarak değerlendirilen ve kazanç elde etme amacı güdülen bir uğraş
haline de dönüşmüştür. Alan hâkimiyeti bakımından dünyada olduğu gibi Türkiye'de
de büyük bir yaygınlık kazanan futbolda söz sahibi olma yarışı özellikle çıkar
amaçlı suç örgütleri açısından dikkate değer bir boyut kazanmıştır. Nitekim
soruşturma ve kovuşturma aşamasında elde edilen deliller ve yine soruşturma ve
kovuşturmaya tabi olmamakla birlikte bağlantı sebebiyle bir şekilde dosyaya
intikal eden bilgi ve belgelerden çıkar amaçlı suç örgütü yönetici ve
üyelerinin bu sahaya da el atmaya çalıştıklarını gözlemlenmiştir." (İstanbul
16. Ağır Ceza Mahkemesinin şike davasına ilişkin 10.08.2012 tarihli 682
sayfalık gerekçeli kararından - http://spor.milliyet.com.tr/sike-davasinin-gerekceli-karari-aciklandi/spor/spordetay/10.08.2012/1579102/default.htm).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder