10 Ekim 2019 Perşembe

Türkiye ve Güç Konumu


KÜRESEL VE BÖLGESEL GÜÇ BAĞLAMINDA TÜRKİYE

TURKEY IN THE CONTEXT OF GLOBAL AND REGIONAL POWER
           
Remzi KOÇÖZ [*]
           
ÖZET
Teknolojik gelişmeler uzakların yakınlaşmasına, uzaydan ulaşıma kadar her alanda sınırların aşılmasını sağlamıştır. Bilişimde gelinen nokta ise iletişimden faksa, elektronik postadan bilgi paylaşımına uzanan bir yelpazeyi teşkil etmektedir. Bu iki konu, küreselleşmenin önlenemez gücünü ve yükselişini simgelemektedir. Bu süreç, 1990’lar sonrasında soğuk savaşın sona ermesi ile oluşan tek kutuplu dünyada 500 yıllık bir gelişimin getirisidir.
Soğuk savaşın galibi batı, liberal anlayış ve kapitalist sistem olmuştur. Bu durum ‘Yeni Dünya Düzeni’ adı altında tek kutuplu bir gücü doğurmuştur. Küreselleşme denilen rüzgâr dünyayı kasıp kavurmuş, sınırları aşmış ulus devletlerin korkulu rüyası olmuştur.
Türkiye ise, jeopolitik konumu nedeniyle zorlukları olan bir coğrafyada bulunan bir güç olarak ulus devlet yapısını korumak ve bölgesel güç olmanın iç dinamiklerini geliştirmek suretiyle, dış dinamiklerle kendi milli menfaatleri doğrultusunda uzlaşacağı ortak bir strateji geliştirip küresel güç olmanın mücadelesini vermektedir.
Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, bölgesel, milli güç, dinamik, strateji.

ABSTRACT
Developments in the technology enable the distances to become closer and proceed beyond the boundaries from space to transportation in every field. The position where the information technology accrued however is a spectrum from communication to fax and e-mail to information sharing. The above two main points symbolize the power and unavoidable upturn of the globalization. This process, after 1990s together with the end of cold war, where a world of a one power world has been created, is somehow the benefit of an upswing for 500 years.
The successful parties of the cold war have been the east, the liberal political view and the capitalist system. This aspect has leaded a one polar power under the name of “New World Order”. The wind named as globalization has oppressed the world, crossed the frontiers and became the nightmare of the national states.
Turkey, however, that being a power in a land possessing difficulties specific to its geopolitical position, has been struggling to become a global power, in order to protect its national structure and regional authority by improving the internal dynamics and building up a mutual strategy so as to temporize with the external dynamics.
Key Words: Globalization, regional, national power, dynamic, strartegy.


Giriş

Küreselleşme, soğuk savaş sonrasının en çok kullanılan kavramı haline gelmiş, dünyanın her köşesinde olduğu gibi ülkemizin en ücra köşesine kadar giren bir olgu olmuştur. Coğrafi keşiflerle başlayan süreç sanayi devrimi ile aşama kaydetmiş, teknolojik alandaki gelişmeler sonucu hız kazanarak bilişim devrimi ile zirveye çıkarak, soğuk savaş sonucu oluşan tek kutuplu yeni dünya düzeni ile gücünü pekiştirmiştir.
Küreselleşme bir başka deyişle Globalleşme; üzerinde başlangıcı ve bitimi noktasında bir mutabakat olmamasına rağmen birçok düşünür, yazar tarafından çeşitli biçimlerde tanımlanmaya çalışılmıştır. Küreselleşme kavramı genel olarak değişim süreci ve uluslararası politika, ekonomi ve kültürel yapıdaki dönüşümü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu durum bir anlamda sosyal  bilimlerde karşımıza çıkan bir paradigma gibi gözükür. Aslında Cerny’nin 1994’te ortaya koyduğu gibi küreselleşme ne bütünleyici, ne de homojen bir kavram değildir.[1]
Değişen zaman, mekan kavramalarıyla birlikte, sınırların ortadan kaybolmaya başlaması ve yeryüzündeki tüm insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılığın artması şeklinde bir tanımlamaya gidilebileceği gibi siyasal açıdan devletin fonksiyonlarının işlerliği açısından da tanımlanabilir. [2]
Dünya ekonomisinde 1930 sonrası 1970’lerin başında bir kırılma daha yaşanarak 1980’lerden itibaren gelişmiş ülkeler korumacı yapıdan liberalleşmeye[3] yönelmişlerdir. Ayrıca küreselleşme, bir karşı tez olarak "Bloklaşma" yaratmakta ve "Korumacılık" eğilimlerini de körüklemektedir.[4]
Bu gelişmeler sonrası sosyalist sistemin özellikle teknoloji, yaşam standardı, refah düzeyi alanında batılı Kapitalist sistem ile yarışamayacağı ortaya çıkmış ve 1992 yılında SSCB’nin ardından Doğu Bloğunun dağılması ile soğuk savaş sona ermiştir.
Bölgeselleşme, Küreselleşmenin aksine kutuplaşma, bloklaşma şeklinde belirli kıta içi ya da komşu ülkelerin kıtalar arası ekonomik, sosyal, politik ve askeri güç olarak öncelik taşımaktadır. Bölgesel Ekonomik Birleşim Çeşitleri; Serbest Ticaret Bölgesi, Gümrük Birliği, Ortak Pazar ve Ekonomik Birlik[5] şeklinde oluşan AB, NAFTA, EFTA gibi yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgesel ekonomik birleşmelerde başarı için;
  • Ekonomik gelişme farklılıkların az olması,
  • Coğrafi yakınlık,
  • Ekonomik yapı benzerliği,
  • Sosyal-Kültürel-Tarihsel-Dinsel ortaklık,
  • Askeri ve Politik ortaklık [6] şeklindeki kriterler geçerlidir.

1. Güç Kavramı

Günümüz dünyasında klasik tanımlamalar yetersiz kalarak sistemik bakış açısına gerek duyulmuştur. Liberalizm ve Neoliberalizm çerçevesinde teorik olarak tanımlanmaya çalışılan güç kavramı, Realizmin tanımladığı güç kavramıyla da karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Teorik açıdan realist yaklaşım askeri gücü, liberal yaklaşım ise ekonomik gücü öne çıkarmaktadır. Bu yaklaşımlar sonucu güç kavramı; ekonomik ve siyasal sistemin yapısının değiştirilmesi sayesinde elde edilen güç olarak tanımlanmıştır.[7] Bu tanıma göre, uluslararası ilişkilerde hegemonya oluşturulması ve sürdürülebilmesi için güç kavramı büyük önem kazanmıştır.
Uluslararası ilişkiler alanında Neorealizmin temsilcilerinden olan R.Gilpin'e göre "güç, devletlerin askeri, ekonomik ve teknolojik yeteneklerini" ifade etmektedir. Bu açıdan "gücü", global sistemin işleyişinin temel unsuru olarak kabul etmek gerekmektedir. "Güç"e dayanan böyle bir sistemin birimleri ise "aktörlerdir"[8]; sistem onların birbirleriyle olan ilişkileri ve birbirlerine karşı uyguladıkları etkilerle şekillenmektedir. Sistemdeki bütün aktörler ister bir devletlerarası örgüt olsun, ister bir dini gruplaşma ya da bir global şirket, hepsi genel gidişatı kendi lehlerine çevirmek ve sistem içindeki güçlü, yerleşik konumlarını kaybetmemek için güçlerini korumaya ve kullanmaya mecburdurlar.[9]
Güç kavramını irdelerken Millî Güç olgusunu da göz ardı etmemeliyiz. Millî Güç; bir devletin millî çıkarlarını sağlamak ve millî hedeflerini elde etmek için kullanabileceği coğrafi, siyasi, ekonomik, askeri, demografik, sosyo-kültürel, bilimsel ve teknolojik güç gibi güçlerden oluşan maddî ve manevî unsurların tümüdür.[10]

Küresel Güç
Küreselleşme tanımından yola çıkarak Küresel Gücü; ‘Bir devletin tüm dünyada belirli bir düzeyde çevresini etkilemesi’ olarak tanımlayabiliriz. Bir ülkenin uluslararası ilişkilerdeki göreceli ağırlığı ve gücü konusunda bu kaygıları da göz önünde bulunduracak şekilde değişik tanımlamalar geliştirilebilir. Sabit veriler Coğrafya, Tarih, Nüfus ve Kültür olarak; Potansiyel veriler ise Ekonomik, Teknolojik ve Askeri kapasite olarak tanımlanabilir.[11] Yukarıdaki tanımlamalar ışığında Küresel güç kriterleri olarak;  Attalı'ya göre de -birçok uzman tarafından da kabul edilen- büyük güç olabilmek için şartlar:
  • Teknolojik Alan; Enerji ve İletişim alanındaki gelişmelere hakim olmak,
  • Ekonomik Alan; Yeteri kadar zengin olmak,
  • Parasal Alan; Uluslararası alanda itibarı olan ve tasarruf edilebilir olarak değerlendirilen bir paraya sahip olmak,
  • Askeri Alan; Nükleer silahları ve denizaşırı kullanılabilecek 10 Deniz Piyade Tümenine sahip olmak,
  • Coğrafi Alan; Hayati bir müttefikini, esas deniz ulaştırması yollarını, içilebilir su rezervlerini ve enerji kaynaklarını ülke sınırları dışında koruyabilecek pozisyona sahip olmak;
  • Kültürel Alan; Milli ya da dinsel boyutta, diğerlerinin menfaatleri ile işbirliği yapmaya müsait ve eserleri ile diğerlerini kendisine çeken evrensel bir kültüre sahip olmak,
  • Diplomatik Alan Emperyalist bir politikayı tasarlayan ve uygulamaya koyan, uyumlu ve yeteri kadar kuvvetli bir devlete sahip olmak gerekmektedir.[12]
Tek Kutuplu Dünya Düzeni’ne göre Küresel güç olarak ABD tartışmasız lider konumdadır. Batılı güçlerin desteğini alarak Küresel sistemin merkezinde yer tutan ABD, diğer güçlerin çıkarlarını önemsememekte, kendi güvenliği ve bekasını ön planda tutmaktadır. AB genel anlamda ABD’den sonra en büyük küresel güç olma peşindedir. Küresel diğer aktörlere bakınca G-8 [13]olarak adlandırılan ülkeler önceliktedir. Bunların içersinde İtalya en zayıf halka olarak adlandırılabilir. G-8’ler dışında küresel güç olma yolunda aktör olarak Çin müthiş bir performans göstermektedir. Bunun dışında Hindistan, İran,  gibi Asyalı devletler ABD hegemonyasına karşı güçlerini birleştirerek Tek Kutuplu Dünya Düzenini değiştirmeyi hedeflemektedirler.

Türkiye Küresel Bir Güçmüdür?  
Küresel Güç olabilmek için; ekonomik açıdan güçlü olup parasının uluslararası arenada geçerli olması; askeri güç açısından nükleer silahlara sahip olmak, dünyanın stratejik bölgelerinde müttefikler edinerek üsler açabilmek, ve bu bölgelerde oluşan gerilim ve çatışmalara müdahil olmak; kendi yaşam biçimi ve değerlerini yaymak, kültürel açıdan etkin olmak; teknolojik ilerleme kaydederek diğer ülkelere patent, lisans vererek marka satmak gibi koşulları sayabiliriz.
Türkiye’nin bulunmuş olduğu coğrafyadan kaynaklanan jeopolitik yapısı  Üç kıtanın (Avrupa-Asya-Afrika) geçiş noktasında bir yerde bulunması stratejik açıdan doğal bir önem arz etmektedir. Bu bölgeler ayni zamanda hem çatışma alanı hem de enerji kaynaklarının ağırlıklı olduğu bölgelerdir. Onun için küresel güç ve aktörlerce önem verilen, önem arz eden bir coğrafyadır. Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan tek kutuplu dünyada ise, stratejik durumu ile ABD ve Avrupa'nın güvenliği açısından önemini daha da arttırmıştır.
Ancak, Türkiye yukarıda belirtilen tanım ve kriterleri de değerlendirdiğimizde küresel güç olmak bir yana küresel bir aktör konumunda bile değildir.

Bölgesel Güç
Bölgesel Güç; ‘Bir devletin bulunduğu coğrafyada belirli bir düzeyde kıta içi ya da komşu ülkeleri etkilemesi’ olarak tanımlanabilir. Bölgesel güç tanımı Küresel güç tanımına göre daha esnek ve geniş alanı kapsasa da önemli olan belirli bir bölgede etkin olabilmektir. Soğuk savaş sonrası Küresel ekonomi-politik gelişmeler güç tanımını karmaşık bir yapıya sokarak jeopolitik, jeokültürel, jeoekonomik, jeostrateji gibi kavramların kullanımını gerekli kılmıştır.[14] Bölgesel güç kriterleri olarak;
  • Coğrafi Konum,
  • Sosyo-Kültürel, 
  • Ekonomik,
  • Askeri,
  • Politik kapasiteyi ekleyebiliriz. Bunun yanında uluslar arası kurumlara etkisini de göz önünde tutmalıyız. Bir ülkenin Bölgesel güç olabilmesi için Millî Güç unsurlarını belirli bir seviyeye çıkarması eksik olabilecek diğer kriterin boşluğunu doldurmaya yarayacak, ülkeye güç katacaktır.                                                                                                                                  Bölgesel güç olarak; Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, İran (Asya), Türkiye, İsrail (Ortadoğu), Brezilya, Arjantin (G.Amerika), G.Afrika, Nijerya (Afrika),  Almanya, Fransa, İngiltere (Avrupa) ve Avustralya’yı sayabiliriz.
          2. Türkiye’nin İç Dinamikleri  (Milli Güç ve Unsurları)

Türkiye’nin kurucusu Atatürk: “Bir milletin muvaffakiyeti demek mutlaka milli gücün bir istikamette toplanmasıyla mümkündür. Binaenaleyh bilelim ki elde ettiğimiz başarı, milletin gücünü birleştirmesinden, iş birliği yapmasından ileri gelmiştir. Eğer aynı başarıyı ve zaferi gelecekte de elde etmek istiyorsak, aynı esasta istinat edelim ve aynı surette yürüyelim.” diyerek milli gücün önemini vurgulamıştır. Onun için; Türkiye Cumhuriyeti; varlığını sürdürebilmek ve hedeflerine ulaşabilmek için milli gücünü sürekli geliştirmeli, etkinleştirmeli ve kullanmalıdır. Bölgesel güç olma açısından Türkiye’nin iç dinamiklerini oluşturan Milli Güç Unsurlarını irdememizde yarar vardır.

Siyasi Güç
Türkiye, kuruluşunda önderi Atatürk’ün çizmiş olduğu “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” prensibi ile izlediği tarafsızlık politikasına, II. Dünya Savaşı sonunda karşılaştığı Sovyet tehdidi sonrası oluşan iki kutuplu dünyada NATO üyesi olarak son vermek zorunda kaldı. İki kutuplu dünya arasında tampon görevi gördü. Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan tek kutuplu dünyada, jeostratejik durumu ile Avrupa, Asya ve Afrika arasında bölgesel güç olarak ABD ve Avrupa'nın güvenliği açısından önemini daha da arttırmıştır.
Türkiye’de soğuk savaş sonrası siyasi istikrarsızlıklar dış politikaya yansımış, iniş-çıkışlar yaşanmıştır. Kıbrıs ve Ege sorunu çözümlenemeyerek AB sürecinde AB tarafından baskı aracı olarak kullanılmaktadır. 2003 yılında Irak’ın işgalinde 1 Mart tezkeresine geçit vermeyerek Türkiye’yi yeni bir bölgesel istikrarsızlığın içine girmekten kurtarmış. Bu kararla Türkiye kuruluş döneminin dış politikasına doğru bir dönüş yaparken, ABD ve NATO ile mevcut olan özel stratejik ortaklığını devam ettirerek Orta Doğu’da dengeli bir politika izlemeye özen göstermiştir. Türkiye denge politikası izlerken PKK tarafından yürütülen terörün azdırılması ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması durumu ile karşı karşıya kalmıştır.
Bugün Türkiye siyasi ve stratejik açıdan bir yol ayrımındadır. Bir yandan ABD ile müttefik olmak, onun bölge ile ilgili planlarında Büyük Ortadoğu Projesi’nin[15] anahtar durumundaki ülkesi olarak yer almak; bir yandan AB’ye dahil olarak bölgedeki gücüne güç katmak, diğer taraftan da çevre ülkelerle ilişkilerini geliştirerek bölgesel güç haline gelmek ve bütün bunları kullanarak Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’yı da kapsayan yeni bir güç merkezi oluşturmak,  dünya barışı adına NATO’nun en etkin gücü olmak gibi zor ve önemli projelerle karşı karşıyadır.
Böylece jeopolitik konumunun avantajını kullanarak çevresindeki politikaları da yönlendirebilen bir bölgesel güç olarak, küresel güçler açısından da vazgeçilmez olacaktır. Riskleri fırsatlara, dezavantajları avantajlara dönüştürerek, Küresel güçlerin biçtikleri “Truva Atı” rolünden de kurtulmuş olacaktır.
        
          Askeri Güç
          Barışı korumanın en etkin yolu, kuvvetli bir askeri güç oluşturmaktan geçmektedir. “Su uyur düşman uyumaz” sözü basit ama çok şey ifade eder. Dünyadaki savaş ve krizlerin yaşandığı ateş çemberinin içersinde istikrar unsuru olarak, caydırıcılık unsuru olarak güçlü bir askeri gücün varlığı olmazsa olmazlardandır. 
Bulunulan coğrafyada müdahil olmanız gereken fiili durumlar her an karşınızda durmaktadır. Bosna, Kosova, Afganistan, Irak operasyonları birer canlı örnektir. İran ile yaşanılan nükleer gerilimi, her an için olası bir İran operasyonunu da gündeme getirebilir. Türk ordusunun modern yapıya kavuşmasında NATO üyeliğinin büyük katkısı olmuştur. Türkiye başta NATO olmak üzere oluşturulma aşamasında olan AGSK ve bölgesel ittifaklar içersinde jeopolitik ve jeostratejik açıdan aktif olarak yer alması Türkiye’nin bölgesel güç olmasında bir kuvvet çarpanı olarak değerlendirilmektedir.
Türk askeri, Ulusal kurtuluş savaşı sonrası 1950 yılında Kore’de,1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatında başarılara imza atmış, sonrasında BM ve NATO kapsamında uluslar arası platformda farklı görevler üstlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri kendi halkının yardımları ile kurmuş olduğu savunma sanayisi sayesinde araç, gereç, teçhizat, silah üreterek bölgesinin en büyük ve dinamik askeri gücüne sahiptir. 

Türkiye’nin deniz ülkesi olması nedeniyle deniz gücünü artırarak, hava gücü ile ilgili olarak da savaş uçaklarının montajı lehte yorumlansa da bu uçaklarımızın modernizasyonunu yapamamamız aleyhte bir sonuçtur. Bunun için savunma sanayinin daha da güçlendirilmesi stratejik açıdan önem arz eder.

Ekonomik Güç
Ülkemizin kuruluş yıllarında başlanan ekonomik hamleler sonraki yıllar hızını keserek durağanlaşmış, istikrarsızlıklar sonucu yaşanan krizler halkın refah seviyesini olumsuz yönde etkilemiştir.  80’li yıllar sonrası Türkiye bölgedeki diğer ülkelere nazaran hızlı bir gelişim göstererek ekonomik açıdan dünyaya açılmış -Balkanlar veya Türk cumhuriyetlerinin nüfusları kadar- 70 milyonluk büyüyen bir pazardır. Tarımdan sanaiye geçen ekonomisiyle üretim açısından da büyüme göstermektedir.
Türkiye Bakü-Tiflis-Ceyhan, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hatları yanında, Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya’dan gelecek doğalgaz boru hatlarıyla enerji köprüsü oluşturarak ekonomik avantaj yakalayacaktır. 
AB sürecinde sorunlar yaşansa da AB ile oluşturulan Gümrük Birliği kayıpları olduğu kadar, ekonomik altyapısını serbest piyasa ekonomisiyle uyumlu hale getirmesine katkıda bulunmuştur. Rekabet gücünü artırarak dünya piyasalarına kaliteli mal üretme aşamasına gelmiştir.
2000’li yıllardaki kişi başı 2500 ABD doları olan GSYİH, bugün 5000’lere çıkmış olsa da diğer gelişmiş ülkelere baktığımızda çok düşük seviyelerdedir. Milli gücümüzün en zayıf halkası olarak ekonomik gücü değerlendirebiliriz. Bunun için Ekonomik kalkınma açısından ağır giden süreci kuruluş yıllarında olduğu gibi yeniden hızlandırmamız durumunda, bölgedeki gücümüz daha da artacaktır.

Coğrafî / Jeopolitik Güç
Türkiye’nin; Avrupa-Asya-Afrika kıtalarının kesiştiği bölgede, üç tarafı denizlerle çevrili, enerji kaynakları havzalarına yakınlığı, dört mevsimi yaşatan iklimi, akarsuları, verimli toprakları, ormanları, madenleri, diğer yeraltı ve yer üstü kaynakları, savunmaya elverişli geniş coğrafyası ile Coğrafi konumu diğer güç merkezleri açısından önem arz ederken milli güce katkısı da yüksektir. Türkiye’nin sahip olduğu beşeri değerlerle coğrafi konumunun oluşturduğu gücün bölgesel ve dünya üzerindeki güçler karşısındaki durumu Türkiye jeopolitiğinin başlıca özelliklerini ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin jeopolitik yapısını irdelerken siyasi, ekonomik, güvenlik yanında kültürel yapısını da ele alan stratejilerini yeniden tanımlaması hasıl olmuştur. Bölgesindeki havzaları dikkate alarak strateji geliştirmesi gerekmektedir. Bu yaklaşımlar ışığında dış politikasını üç önemli jeopolitik etki alanı içersinde taktik önceliklere dayandırmak zorundadır. Bunlar;
Yakın kara havzası:   Balkanlar- Kafkaslar - Orta Doğu,
Yakın deniz havzası: Karadeniz-Doğu Akdeniz-Adriyatik-Kızıldeniz-Körfez-Hazar Denizi
Yakın kıta havzası:   Avrupa-Kuzey Afrika-Güney, Orta ve Doğu Asya olarak gösterilebilir.[16]

Demografik Güç
           Türkiye’nin toplam nüfusu, 2000 yılı nüfus sayımına göre yaklaşık 68 milyon kişiye ulaşmıştır. Bu toplam nüfusun 44 milyonu şehirlerde, 24 milyona yakını da köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü esas aldığımızda kilometre kareye 88 kişi düşmektedir. Yine bu nüfusun yaklaşık % 9’u 65 yaş ve üzeri, % 46’sı 14 yaş ve altı, geriye kalan % 45’ide orta yaş ve çalışma hayatına katkısı olanları kapsamaktadır. Yıllık nüfus artış hızımız % 1,8 olup, okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 6.14’dür.[17]
           Türkiye yukarıdaki rakamlar çerçevesinde dinamik ve genç bir nüfusa sahiptir. İşgücü açısından olumlu olarak değerlendirilebilecek bu tablo istihdam sorunu yaşanması nedeniyle yoksulluk, işsizlik, çarpık kentleşme, eğitim ve sağlık alanlarındaki sorunların da büyümesine yol açmaktadır. Nüfus artış hızının düşürülmesi ve dengeli bir yapıya kavuşturulması bu sorunların büyük bölümünün önüne geçecektir. Nüfus gücü bir devlet için şarttır; ancak tek başına güçlü olmasının garantisi değildir. Kendisini çevreleyen ve kalabalık nüfuslara sahip birçok ülkeden daha güçlü olan İsrail’i örnekleyebiliriz.
Bunun için, ülkemizdeki eğitimli, nitelikli ve üretken insan sayısını artırarak kaliteli insan yetiştirmemiz durumunda nüfusun milli gücümüze katkısı o kadar yüksek olacaktır.

Sosyo-Kültürel Güç
Sosyo-Kültürel Gücü, “Bir toplumun, kültür yoluyla oluşan ve milli varlığını geliştirme ve korumada itici ve yönlendirici rol oynayan düşünce, inanç ve davranışlarının tümüdür.” şeklinde tanımlayabiliriz.
Sosyo-Kültürel gücün özelliklerinden biri de psikolojiktir. Bazı düşünürler sosyo-kültürel gücü, “Psiko-Sosyal Güç” olarak da nitelemektedir. Bu tanımlama, toplum gücünün daha çok ruhsal bir niteliğe sahip olmasından kaynaklanır.[18] Bu güç ayni zamanda toplumun moral-motivasyon değerleridir.
Ülkemizin dini ve etnik yapısı çeşitlilik göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ulus-devlet yapısı içersindeki bu farklılıklar Atatürk milliyetçiliği ve laiklik ilkesi çerçevesinde toplumsal bir bütünlük oluşturmuştur.
Türkiye'nin bir "İslam ülkesi" olması, O'nun dış dünyadaki önemini daha fazla arttırmaktadır. Bunun en önemli nedeni "Türkiye'nin tek ve biricik, laik ve demokratik İslam ülkesi olmasıdır." Türkiye'nin, Müslüman toplumlar için, laik ve demokratik bir model oluşturması, sadece bölge açısından değil, tüm dünya ve insanlık tarihi açısından önemli bir olaydır.[19]
Bir diğer temel taş ise ortak resmi dil olan Türkçe’dir. Türk dili, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile resmilik kazanmış, Türk dilini geliştirerek milli kültüre katkısını artırmak amacıyla dil kurultayları düzenlenerek, Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Türkiye’nin kurucusu Atatürk ise; “Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay dildir. Türk dili, Türk Milletinin kalbidir, beynidir” diyerek Türkçe’yi ortak değer haline getirmiştir. Doğu Asya’dan Batı Avrupa’ya kadar uzanan toprakların bazı kesimlerinde 200 milyona yakın insan tarafından konuşulan aynı ortak dilden çıkmış birçok Türk dili ve lehçesi vardır.
Kendine özgü bir kültür ve değerlere sahip devletler, tarihi süreçte yerlerini korumayı başarmışlar, yabancı
 kültürlerin etkisi altında kalan milletler ise zamanla tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Hukuk ve demokrasimizi ne kadar güçlü kılarsak Devlet olarak da o kadar güçlü oluruz. Öncellikle ülke içerisindeki adaleti sağlar, haksızlığı, yolsuzluğu azaltır, insan haklarına saygıyı üst seviyelere çıkarırsak o kadar yol almış oluruz. Kendi içerisinde huzuru yakalayan toplumların uluslar arası arenada güçlü olacakları yadsınamaz.

Bilimsel ve Teknolojik Güç
Günümüzde uygarlık bilim ve teknik alanında katedilen mesafe ile eşdeğerdedir. Sanayi devrimini gerçekleştiren toplumlar diğer toplumların önüne geçmiş, onları hegemonyaları altına almışlardır. Ardından teknoloji alanında yapılan gelişmeler ülkeleri bilgi toplumuna yükseltmiştir. Bilim ve teknolojide ileri giden ülkeler bilimsel çalışma, araştırma ve gelişmelerine (ar-ge) kaynak aktararak yeni teknolojilere ulaşmışlardır. Eski teknolojilerini diğer ülkelere satarak hep bir adım önde gitmektedirler.
Türkiye açısından teknolojiyi dışarıdan satın almak aslında daha yüksek maliyetlere neden olmaktadır. Ülkemizde bir cep telefonu alabilmek için tonlarca pamuk yada benzeri ürünleri satmak zorunda kalarak öz kaynaklarımızı kullanıyoruz.
Türkiye’nin sanayi devrimini kaçırmasına rağmen bilgi toplumunu yakalama şansı vardır. Öncelikle bilgi üreten toplum haline gelebilmemiz için bilimsel çalışmalara kaynak aktarıp ar-ge çalışmalarına önem vererek kendi teknolojimizi kendimiz yaratmalıyız. Uluslar arası piyasada ulusal markalarımızla imzamızı atarak yarışmalıyız. Böylece, Bilim ve Teknolojide alınacak mesafe milli gücü doğrudan etkileyerek gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmaya yarayacaktır.

3. Türkiye’nin Dış Dinamikleri (Bölgesel İttifaklar)

Türkiye, kuruluşundan bu yana barış ortamı için bölgesel ittifaklara, saldırmazlık anlaşmalarına
önem vermiştir. Bu ittifaklar askeri, siyasi, sosyal-kültürel bağlar yanında ekonomik ilişkiler
ağırlıklıdır. Bu ittifaklar platform ve forumlar şeklinde ülkelerin birbirlerini tanımalarını, uzlaşı
kültürünü geliştirmeye çalışırken Türkiye’nin bölgesel güç olmasına da büyük katkı
sağlamaktadırlar. Türkiye'nin bölgesel gücü, hiç kuşkusuz, dış dinamikler açısından da değerlendirilebilen bir konudur. Bu dinamikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO),
Avrupa Birliği (AB),
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO),
Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ),
İslam Konferansı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK), D- 8 ve G-20.

4. Diğer Güç Merkezleri, Teoriler ve Çatışmalar
           
Uluslararası Kurumlar
II. Dünya savaşı sonrası ABD, Sosyal-Ekonomik-Politik Uluslararası yeni bir oluşumu gerçekleştirmek amacıyla BM’nin kurulmasında öncülük etmiştir. Ardından da IMF,  Dünya Bankası, GATT[20] gibi kuruluşlar Dünya ekonomisindeki piyasa kurallarının işleyişini sağlamak için yapılandırılmışlardır. Bu uluslararası ekonomik kuruluşlar ile bunların faaliyet çerçevesinde dünyada hem küreselleşme gerçekleştirilmesi, hem de genel açıdan uluslar arası bir dayanışma ortamı sağlanmak hedeflenmiştir.
Uluslararası örgütler, katılımı teşvik ederken, diğer taraftan da ciddi bir denetim mekanizması oluşturarak ulus devlet yapılarını esnetiyor. IMF ile olan ilişkimizde, BM mekanizmalarında; sürekli denetleniyor durumdaysanız, belli bir egemenlik problemi ortaya çıkıyor. Küreselleşme sürecinin aktif belirleyici unsuru haline gelmek, katılan ve denetim mekanizmaları içinde de yer alan bir unsur haline gelmek için meşruiyet ve güç temerküzü gerekmektedir.[21] Türkiye’nin AB sürecide bu bağlamda değerlendirilebilir.

Çok Uluslu Şirketler
Küresel güç yalnız devletle sınırlı kalmayarak özelleşmiştir. Artık yeni aktörler olarak işadamları, şirketler, kurumlar ve medya öne çıkmıştır. Bu yeni güç ‘Çok Uluslu Şirketler’[22] şeklinde, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde mevcut sistemin yapısını sarsarak değişimler yaratmıştır.
Küresel dalganın getirdiği yeni dünya düzeninin öncülüğünü, çoğu bazı bağımsız uluslardan da büyük olan küresel dev şirketler yapıyor. Bunlar bir ülkenin olduğu gibi birden fazla ülkenin şirket evliliklerinden oluşan (BP-Mobil, Sony-Erickson gibi.), birden fazla ülkede konsorsiyumlarla dev projelere imza atan, yatırım yapan güçlerdir.
On yıl önce yıllık satışı Türkiye'nin gayrı safi milli gelirinden fazla çok sayıda çokuluslu şirket bulunmaktaydı. Şimdi ise birçoğunun yıllık cirosu Türkiye’nin toplam dış ticaret rakamının çok üstündedir. Öte yandan, zayıflayan hükümetler dünyasındaki bu başına buyruk şirketler, bir dizi çok önemli politik kararı veto edecek güçtedirler. Küresel imparator şirketler, politikacıların, bürokratların ve iş adamlarının iktidar çatışmaları, gelişmelerden en çok yararlanması gereken insan kütlelerini olumsuz etkileyerek kapsamlarını genişletiyorlar. [23] 

Küreselleşme - Ulus Devlet Çatışması
Küreselleşme ile ulusal egemenlikler zayıflıyor; yerel kültürler bütünlüklerini yitirerek yozlaşıyor; ekonomik, sosyal ve politik istikrar bozuluyor. Ulus devletini koruyamayan ülkelerde: Gümrük denetimleri zayıflatılıyor, siyasal otoriteler güçsüzleştiriliyor, ülkeler borçlandırılıyor, dış alım satım dengeleri bozuluyor; alt kimlikler bağımsızlığa özendiriliyor; devlet yapıları küçültülüyor; ulusal irade zayıflatılıyor; özelleştirme ve yerelleştirme hızlandırılıyor.
Küresel güç konumundaki ülkelere baktığımızda durum farklı seyir izliyor. Onlar kendi ulus devletlerini yaşatırken bölgesel güç konumundaki ulus devletleri kendilerine engel görüyorlar. Doğu-Batı Almanya birleşmesi gerçekleştirilirken Yugoslavya, 6 cumhuriyete dönüşmüştür. AB içersinde yaşanan anayasa ve bütçe krizi sonucunda; Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya gibi ülkelerin ulus devletten vazgeçmeyeceklerini işaret ediyor.       
Küreselleşmenin olumsuzluklarına karşı uygun önlemler alınması gerekir, kendi haline bırakılamaz. Küreselleşmenin getirilerinden yararlanmak, götürülerine karşı güvenceye sahip olmak, Atatürkçü düşünceye dayalı ulus devlet ile mümkündür. Çünkü ulus devlet, küreselleşmenin getirilerinden yararlanmak, götürülerini sınırlamak için görünen tek ve en güçlü yoldur. [24]

Stratejik Teoriler
20 yüzyıl içersinde bazı temel jeopolitik teoriler geliştirilerek ülkelerin temel stratejisini oluşturmuştur. Deniz Hâkimiyet Teorisi (ABD'li Amiral MAHAN) Kara Hâkimiyet Teorisi (İngiliz Prof. MACKINDER), Kenar Kuşak Teorisi (ABD'li Prof. SPYKMAN), Hava Hâkimiyet Teorisi ile Günümüzde uzay jeopolitiği de gündeme getirilmektedir. Bunların çoğu günümüzde geçerliliğini yitirmiş olup günümüz yaklaşımına ise soğuk savaş sonrası yaşananlar damgasını vurur.
Soğuk savaş sonrası dönemde yeni dünya düzeni sloganı çerçevesinde yaygınlaşan yeni teoriler hâkim siyası güçlere kamuoyu oluşturma ve meşruiyet kazanma doğrultusunda önemli hizmetler sunmuşlardır. En çarpıcı misalini Fukuyama'nın “Tarihin Sonu”[25] tezinde gördüğümüz bu ilişki türünün son örneği Huntington'ın “Medeniyetlerin çatışması”[26] tezidir.
Davutoğlu’na göre; muhteva açısından birbiriyle çelişen bu iki tez zamanlama ve ABD dış politikasının teorik zeminini oluşturmak bakımından ciddî benzerlikler arz etmektedir. Bosna'da yaşanan insanlık dramı tarihin değil bu hülyalı dönemin sonu oldu. Böyle bir gelişme Fukuyama'nın oluşturduğu çerçeveyi geçersiz kılıyordu. Bu dengesizlik ve çarpıklıkların örtbas edilmesi için yeni teorik çerçeveler ve bu teorik çerçevelerin öngördüğü yeni suçlular ve düşmanlar gerekiyordu. Bu noktada Huntington bu tezi ile Fukuyama'nın yarım bıraktığı resmi tamamlıyor. Oluşturduğu evrensel değerler ve demokratik sistemle insanoğlunun nihaî hedefini gerçekleştiren batı medeniyeti (Fukuyama) ve detaydaki bunalımların çıkmasına sebep olan yerel kültür ve medeniyet çatışmaları olarak niteliyor(Huntington). [27] 
Bu tezlerden sonra Brzezinski’nin kaleme almış olduğu “Büyük Satranç Tahtası”[28] adlı kitap soğuk savaş sonrası ABD’nin jeostratejisini tanımlayarak Avrasya’ya egemen olmak suretiyle küresel egemenliği sağlamayı esas almıştır.[29] Bu kitap ve teorilerin ardından yaşanan 11 Eylül 2001 ikiz kuleler saldırısı sonrası ABD öncülüğünde gerçekleştirilen Afganistan ve Irak operasyonları; ABD’nin Kuzey Afrika’dan başlayarak Avrasya’yı da içine alan ‘Büyük yada Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ soğuk savaş sonrası bu bölgenin kontrol altına alınması şeklinde değerlendirilmektedir.

5. Türkiye’nin Bölgesel Güç Olarak Değerlendirilmesi

Genel
Küreselleşme ve güç kavramları ile Türkiye’nin iç dinamikleri, dış dinamikleri, jeopolitik yapısı,  güç dengeleri irdelenmesi sonucu bölgede bir güç olma yanında bölgesel güç olduğumuz aşikardır. Bu konuda diğer ülkelerin, siyasilerin, uzmanların, diplomatların ortak bakış açıları da bu yöndedir.
Türkiye olarak zor bir coğrafyada yaşamanın avantajlarından daha çok dezavantajlarını yaşar durumdayız. Bölgesel güç olmamızın getirmiş olduğu sorumluluk milli güç unsurlarını da kapsayacak şekilde etkin bir konuma kavuşması bizi merkeze yaklaştıracak bir üst lig olan küresel ligin aktörleri arasına getirecektir. Bölgesel güçten merkeze merkezden de Küresel aktör olmamız için ülkelerin değişmezleri zaman ve mekan olarak algılanmaktadır Bunun için Türkiye’nin önemini biraz daha geniş yelpazede ele almalıyız.

Tarihsel Derinlik
Türkiye, tarihsel süreç içerisinde dünyanın 3 kıtasını dize getirmiş, sayısız uygarlıklar yaratmış, eski bir küresel güç olarak 600 yıllık bir geçmişe sahiptir. 19. yüzyıl başlarındaki sanayileşme ve teknolojik gelişmelere uzak kalmış, 1.Dünya savaşı sonrası Mondros ve Sevr uzantısı anlaşmalarla paylaşımı büyük önder Atatürk’ün önderliğinde vermiş oldukları, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile yırtarak yeni bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır.
Türkiye, kuruluşunda önderi Atatürk’ün çizmiş olduğu “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” prensibi ile izlediği tarafsızlık politikasına, II. Dünya Savaşı sonunda karşılaştığı Sovyet tehdidi sonrası oluşan iki kutuplu dünyada NATO üyesi olarak son vermek zorunda kaldı. Bir nevi iki kutuplu dünya arasında tampon görevi gördü. Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan tek kutuplu dünyada, jeostratejik durumu ile Avrupa, Asya ve Afrika arasında bölgesel güç olarak ABD ve Avrupa'nın güvenliği açısından önemini daha da arttırmıştır. Doğu bloğunun dağılması bağımsız yeni devletleri ortaya çıkarırken, Türkiye’nin tarihi derinliğini de gündeme getirmiştir. Türkiye’nin yakın havzasında bulunan bu devletlerle etnik ve dinsel açıdan kültürel bağları vardır.
Ancak Türkiye; soğuk savaş öncesi ve sonrası boğuşmuş olduğu sorunlardan  (ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlıklar, terör ve iç tehditler yanında dışarıdan da Kıbrıs, Ege, Ermeni, Ekümenlik gibi dış tehdit ve sorunlar) sıyrılarak tarihsel derinliğinde olan Küresel gücüne ulaşamamıştır. Bu ülkelerle yapılan bölgesel birliktelikler ise dünya ve bölge ölçeğinde beklenen sonuçlar vermemiştir.

Jeopolitik Boyut
Kafkaslardan, Karadeniz’e Orta Asya’ya, Balkanlar’dan Akdeniz’e ve Orta Doğu’ya uzanan coğrafi yapı, soğuk savaş sonrasının; güçler çekişmesinin ve sınanmasının, soğuk savaş kurumları ve davranışlarının meşrulaştırma çabalarının ve küresel-bölgesel güç konumlarının uygulama alanları olarak belirginleşiyor. Özellikle enerji bağlamında söz konusu bölgeler birbiriyle eklemlenmiş, bütüncül bir atmosferi yansıtıyor. Bu durum soğuk savaş sonrasının yeni jeopolitik ortamının temel görüntüsünü yansıtıyor. Türkiye bu görüntünün ana unsurlarındandır ve bu görüntü Türkiye’nin soğuk savaş sonrasına ilişkin yeni rol ve kimlik tanımının ana kaynağıdır. Bu rol ve kimlik Türkiye’nin;[30] çok seçenekli, etkileyen, üretici, yaratıcı, aktif bir bölgesel güç, ulusal savunma sanayisi olan, dışa açılan, geleceği tasarlayan merkez bir ülke olmasını koşullandırıyor.
Bir başka açıdan bakacak olursak; Türkiye doğu-batı, kuzey-güney ekseninde hem enerji koridoru hem de haberleşme ağının geçiş noktasında bulunuyor. Üçüncü önemli konumu ise enerji kaynaklarının dünyaya aktarılan limanı konumunda olmasıdır.
Coğrafi konumun değişmezliği yanında Türkiye’nin jeopolitik konumu çeşitli iç ve dış etkenlerle değişebilmektedir. Türkiye farklı jeopolitik bölgelerin sınırında yer almaktadır. Bu anlamda Asya ile Avrupa’nın, Doğu ile Batı kültürünün, İslamiyet ile Hıristiyanlığın, tek partili sistemlerle çok partili sistemlerin, serbest pazar ekonomisiyle kontrollü ve devletçi ekonomilerin sınırındadır. [31]
Böylece Türkiye, jeopolitik konumunun avantajını kullanarak çevresindeki politikaları da yönlendirebilen bir bölgesel güç olarak, küresel güçler açısından da vazgeçilmez olacaktır.

Güvenlik ve Dış Politika Boyutu
            Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte, askeri tehdit yerini; terörizm, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, yasa dışı göçler, teknolojik tehditler gibi çok yönlü riskler ve asimetrik tehditler almıştır. 11 Eylül 2001 New York-ikiz kuleler, 15/20 Kasım 2003 İstanbul-sinagog,11 Mart 2004 Madrid-tren istasyonu, 03 Eylül 2004 Kuzey Osetya-okul, 07Temmuz 2005 Londra- metro baskını; bize terörizmin küreselleşme ile yeni bir boyut kazanarak artış gösterdiğidir.
Bulunmuş olduğumuz coğrafyanın avantajları yanında dezavantajları da var. Ülke olarak dış politik gücümüzü zayıflatan sorunlarımıza Genelkurmay Başkanı aşağıya yansıdığı şekilde dikkat çekiyor:
“Türkiye Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana bu kadar büyük risk, tehdit ve sıkıntılarla karşı karşıya kalmadı. Hududumuzda Irak sorunu var. Bu, komşuların, bölgenin ve ABD'nin sorunu. Irak sorunu, tek bir parça sorun değil. Irak'ın kuzeyi ayrı sorundur, bütünü ayrı sorundur. Bu bir gerçektir. Bugün Irak, bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunu kimse inkar edemez. Irak'ın kuzeyinde bir terör örgütü var. Bu, Türkiye'nin sorunudur, bölgenin sorunudur. Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili sorunu var. Kafkaslar potansiyel bir risk bölgesidir. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Diğeri, Türkiye'nin İran ile sınırı vardır. Orası da potansiyel bir risk bölgesidir. Türkiye bu kadar sorunla Cumhuriyet tarihi boyunca karşı karşıya kalmamıştır. Biz bu sorunlar varken, bu sorunları tek başımıza mı çözeceğiz yoksa uluslararası ilişkilerle mi çözeceğiz? Bu çok boyutlu bir durum. Türkiye'nin şu anda karşı karşıya bulunduğu sorunlar, maalesef kendi aralarında dokusal bir ilişki içindedir. Kuzey Irak ile Türkiye'deki terör sorunu, Irak'ın bütünlüğü konuları birbirinden ayrı değil. Çözerken Türkiye'nin ileriye doğru tutarlı ve sağlıklı politika uygulaması kaçınılmazdır.” [32]

Stratejik Planlama / Türkiye’nin Gelecek Yönetimi
Strateji kelimesi, Latice “Stratos” kelimesinden türetilmiş olup, temel olarak yol yada hedefe doğru adımlar bütünü olarak anlaşılmaktadır. Bu kavramı ülkemizde kullanmış, anlamlandırmış kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini göstermek mümkündür. Tarihsel gelişim içersinde Çin’den dünya medeniyetlerine kazandırılan bir kavramdır. Strateji, orduların karargah kültürünün temel enstrümanlarından olduğu literatürde geçmektedir.
Türkiye’de soğuk savaş sonrası siyasi istikrarsızlıklar dış politikaya yansımış, iniş-çıkışlar yaşanmıştır. Dış politika alanında kısa, orta, uzun vadeli stratejilerin planlanması ekonomideki ar-ge çalışmaları kadar önemlidir. Türkiye’nin kendi teorilerini üretecek, beyin fırtınası yapacak uzmanlara, kuruluşlara ihtiyacı vardır. Türkiye kendi teorilerini üretme konusunda yetersiz kalmış, dış dünyanın üretmiş olduğu teoriler çerçevesinde odaklanmıştır. 2000’li yıllarda sevindirici gelişmeler yaşanmış, Üniversiteler, düşünce kuruluşları akademisyenler, uzmanlar nezdinde stratejik araştırma merkezleri stratejik planlama konusunda aşama kaydetmişlerdir. 01.01.2006 itibariyle -geç de olsa- kamudaki APK daireleri Strateji Geliştirme Başkanlıklarına dönüştürülerek kurumlarda gelecek yönetimi ile mali kontrol konusunda temel çağdaş yapı sağlanmıştır. Bu noktada,Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal bir yapıya kavuşarak bu konuda kamu kurumlarına öncülük etmesi yadsınamaz
Böylelikle Türkiye Cumhuriyetinde başlayan 1960 yılındaki planlı kalkınma öngörüsü tüm bileşenleri ile tekmil bir yapı olarak oluşturulmuş. Sürekli gelişimin ve kurumsal kültürleri oluşturmanın gereği sağlanmıştır. Türkiye’nin kendi bölgesinde, kendi dış politikası ile ilgili olarak stratejik planlar yapması, gelişen şartlar doğrultusunda yenilemesi etkin bir bölgesel güç olması için zorunluluktur.
Aslında ülkemizde hükümetlerin AB, BOP gibi diğer stratejik konularda alacakları kararlarda da riayet etmeleri gereken bu husus,  büyük önder Atatürk tarafından yıllar önce aşağıdaki sözlerle vurgulanmıştır (1924): “Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsız ülke vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.” 

Sonuç / Değerlendirme

Türkiye, soğuk savaş sonrası küresel ve bölgesel güçlerin yakalamış olduğu ivmenin aksine 1991 Körfez, 1999 deprem, 1995 ve 2001 ekonomik krizlerinin sıkıntılarını henüz atlatmış değildir. Diğer yandan küreselleşmenin olumsuz etkilerinden ulus devlet olarak en az zararla sıyrılabilmesi için mili güç unsurlarının zayıf halkaları olan ekonomisini,  bilim ve teknolojisini güçlendirmek suretiyle bekasını sürdürebilmek için jeopolitik konumu nedeniylede bölgesinde etkin bir güç olmak zorundadır.
Türkiye’nin küresel ve bölgesel güç bağlamında, güç kavramının tanım ve kriterleri doğrultusunda bölgesel bir güç olduğu aşikardır. Ancak bu güç olgusunun sınırları belirsizdir. Etkin bir bölgesel güç olmak için dışarıdan az etkilenen, dışarıyı çok etkileyen; yönlendirilen değil yönlendiren bir bölgesel güç olmamız için zayıf halkalarımızı güçlendirmemiz gerekmektedir.
Sosyo-kültürel açıdan toplumun çimentosu konumunda olan etnik ve dini değerlerin günlük siyasetten uzakta -siyaset üstü- tutularak, kuruluşundaki bir diğer çimento olan laiklik yapısından taviz vermeyerek, çağdaş bakış açısı ve analitik düşünce geliştirilmelidir.
Siyasi istikrarsızlık toplumun bilinç düzeyi ile eşdeğer bir seyir izler. Her açıdan nitelikli insan eğitimine ağırlık verilmeli, Yurttaşımız önemsendiğini, kendisine güven duyulduğunu hissetmelidir. Hukuk ve demokrasimizi ne kadar güçlü kılarsak istikrarı daha çok yakalamış oluruz. İçeride birlik beraberliği, huzuru yakaladığımız an güçlü bir şekilde dışarıda, dış politikada statik yapıdan dinamik yapıya geçmiş oluruz.
Askeri açıdan savunma sanayimizi güçlendirmeli, Teknoloji alanında da bilim adamı ve ar-ge çalışmalarına daha fazla kaynak aktararak diğer güç unsurlarına etki edecek kuvvet çarpanı elde etmeliyiz. Hatay’ın anavatana katılması, Kıbrıs Barış Harekatı, bölücü terör örgütü başının Suriye’den çıkarılması bizlere, ulusal çıkarlarımız konusunda güçlü ve kararlı olduğumuzda elde edilen getirilerle yakın tarihimizden örneklerdir.
Sonuç olarak; Türkiye tarihi derinliğini yeni jeopolitik konumuyla örtüştürüp, İç dinamiklerini geliştirerek, dış dinamiklerle milli menfaatleri doğrultusunda -Atatürk ilke ve devrimleri ışığında üniter devlet yapısını koruyarak-  strateji geliştirip küresel güç olmanın mücadelesine bugünden hazırlanmalı, hedef büyütmelidir. Kısa vadede bölgesel gücünü güçlendirmeli, orta vadede küresel aktör, uzun vadede ise küresel güç olmak için maratona hemen başlamalıdır. (2007)

       
KAYNAKÇA                        

:

ARIBOĞAN, Deniz Ü.
:
Küreselleştirme ve Küreselcilik” adlı makale.  
ARIBOĞAN, Deniz Ü.
:
“Globalleşme Senaryosunun Aktörleri Uluslararası İlişkilerde Güç
Mücadelesi” adlı makale.
BOZDAĞLIOĞLU, Yücel.-
 ÖZEN Çınar
:
“Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu”, Uluslararası İlişkiler
Dergisi, Cilt 1, Sayı: 4
BOZKURT, Veysel
:
“Küreselleşme, Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar” 
Küreselleşmenin İnsani Yüzü (Der: Veysel Bozkurt), Alfa Yayınları,
 İstanbul- 2000
BÜYÜKANIT, Yaşar
:
”Türkiye Demokratik, Laik, Sosyal ve Üniter Bir Devlettir” ABD ziyareti ziyareti konuşması.    
DAVUTOĞLU, Ahmet
:
“Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu”, Küre Yayınları,
İstanbul-2001
DAVUTOĞLU, Ahmet
:
“Küreselleşme ve AB -Türkiye İlişkileri Çerçevesinde Ulusal
Egemenliğin Geleceği” Konulu Sempozyum.

DAVUTOĞLU, Ahmet
:
“Fukuyama'dan Huntington'a Bir Bunalımı Örtme Çabası ve Siyası
 Teorinin Pragmatik Kullanımı” adlı makale. İzlenim, Ekim 1993,
Sayı: 10
DENK, Nevzat
:
“Geçmişten Günümüze Dünyada Güç Merkezleri“ adlı makale.
Jeopolitik  Dergisi, sayı:1
ESLEN, Nejat
:
“Küresel Hamleler Anahtar Stratejiler”, Tekağaç kitap, Ankara-2005

HACISALİHOĞLU,
İ. Yaşar
:
“Jeopolitik Doğarken”, adlı makale.
İLHAN, Suat
:
Küreselleşmenin Siyasi Boyutu; Ulus Devlet, Kemalizm” adlı makale.
KANTARCI, Vahdettin
:
“Milli Güvenlik “ konulu konferans.
KARAKURT, Oktay
:
(2002), “Türkiye’nin jeopolitik ve Coğrafi Konumundan
Kaynaklanan Güç Unsurları”, Türk Dünyası Araştırmaları 138: 89-100
KARLUK, Rıdvan
:
Avrupa Birliği ve Türkiye”, Anadolu Üniversitesi Basımevi,
 Eskişehir 1996, 4.baskı
KONGAR, Emre
:
“Türkiye'nin Önemi” adlı makale.
MANİSALI, Erol
:
“Dünyada neler oluyor? Türkiye ve Küreselleşme”,
Derin yayınları, İstanbul-2002
ŞENKAL, Abdulkadir
:
“Küreselleşme, Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum
Örgütleri” adlı makale.

:
Türkiye İstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr

:
Vikipedi, özgür ansiklopedi, http://tr.wikipedia.org




[* ] Polis Başmüfettişi, 1.Sınıf Emniyet Müdürü,  EGM Teftiş Kurulu Başkanlığı.

[1] ŞENKAL,Abdulkadir, “Küreselleşme, Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri”,
 www.sosyalsiyaset.com, erişim-14.04.2007
[2] Küreselleşmeyi ortaya çıkaran faktörler konusunda Bknz, Veysel Bozkurt, “KÜRESELLEŞME, Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar”  Küreselleşmenin İnsani Yüzü (Der: Veysel Bozkurt), Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.30.
[3] MANİSALI Erol, “Dünyada neler oluyor? Türkiye ve Küreselleşme”, Derin yayınları, İstanbul–2002, s.44 (Liberalizmin öncüsü Adam Smith 18. yüzyılda Milletlerin Zenginliği eserini yazdığında dünyaya küresel bakmış, ekonomik hayatın evrenin ve yerkürenin akış ve işleyişindeki gibi doğallıkta bir düzen içersinde işleyeceğini savunmuştu.)
[4] ARIBOĞAN Deniz Ü. .,”Küreselleştirme ve Küreselcilik” adlı makale.  www.turkab.net
[5] KARLUK, Rıdvan,Avrupa Birliği ve Türkiye”, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir 1996,4.baskı, s. 22 / 25
[6] KARLUK, Rıdvan, age., s. 34, 35
[7] BOZDAĞLIOĞLU Y.- ÖZEN Ç., “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 4
[8] Uluslararası ilişkiler disiplininde sıkça kullanılan kavramlardan birisi de "aktör" sözcüğüdür.
[9] ARIBOĞAN Deniz Ü.”Globalleşme Senaryosunun Aktörleri Uluslararası İlişkilerde Güç Mücadelesi”, www.turkab.net
[10] Vikipedi, özgür ansiklopedi, http://tr.wikipedia.org
[11] DAVUTOĞLU Ahmet, “Stratejik Derinlik: Türkiye’nin uluslar arası konumu”, Küre Yayınları, İstanbul-2001, s.17
[12] DENK Nevzat, “Geçmişten Günümüze Dünyada Güç Merkezleri “ adlı makale. Jeopolitik dergisi, sayı-1 (Bkz. ATTALİ, J. 21. Yüzyıl Sözlüğü, Paris)  
[13] G–7’ler (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada, İtalya) + Rusya’nın (2002) katılımı ile günümüzde G-8 olarak adlandırılmıştır.
[14] DAVUTOĞLU Ahmet, age., s.16
[15] ABD Başkanı George W. Bush, 20 Ocak 2004 tarihinde kongrede yaptığı 'Birliğin Durumu' konuşması ile 'Büyük Ortadoğu' projesi için ABD'nin bölgede ileri bir özgürlük projesi başlattığını ifade ederek bölgenin özgürleştirileceğinden söz etmesinin ardından ABD yetkilileri, Türkiye'nin bu projede 'kilit ülke', 'cephe ülke' daha sonra inkâr edilse bile 'ılımlı İslam' kimliği ile 'model ülke' olacağını açıkladılar. 
[16] DAVUTOĞLU Ahmet, age., s.118
[17] Türkiye İstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr
[18] KANTARCI Vahdettin, “Milli Güvenlik “ konulu konferansı, 27. 02. 2007, MGA 62. dönem
[19] KONGAR Emre,  “Türkiye'nin Önemi” adlı makale, www.kongar.org/makaleler 
[20] 1994 yılında GATT’ın yerini Dünya Ticaret Örgütü (WTO) almıştır.
[21] DAVUTOĞLU Ahmet, “Küreselleşme ve AB -Türkiye İlişkileri Çerçevesinde Ulusal Egemenliğin Geleceği” Konulu Sempozyum, 26.04.2003 www.haberler.com 26 Nisan 2003 
[22] BM Çokuluslular Merkezi'ne göre, 1970'te dünyada 7000 çokuluslu şirket vardı ve yarıdan fazlası Amerika ile İngiltere kökenliydi. Öte yandan, bu sayı 1990'ların başında 35.000'e ulaşırken, ABD, Japonya, Almanya ve İsviçre kökenlilerin tümü, bunun yarısından azını oluşturuyorlardı. Kabaca hesaplanırsa, günümüzde dünyanın en büyük 300 endüstri şirketi 20 trilyon dolarlık üretken aktif portföyünün % 25'ini kontrol etmektedir.
[23] ARIBOĞAN Deniz Ü.,”Küreselleştirme ve Küreselcilik” adlı makale,  www.turkab.net
[24] İLHAN Suat, “Küreselleşmenin Siyasi Boyutu; Ulus Devlet, Kemalizm” adlı makale
[25] FUKUYAMA F.(1989); “İnsanoğlunun tarih boyu süren arayışı batı liberal demokrasisinin getirdiği değerlerle nihaî mükemmeliyete ulaştığından, artık bü­tün alternatif değer sistemleri ve medeniyet yapıları tarihin bu son ev­resinde batı medeniyetinin üstün değerlerine boyun eğmek zorundadır.” Bu yaklaşım ‘Yeni Dünya Düzeni’ fikrinin entelektüel zeminini oluş­turdu.
[26] HUNTİNGTON S. (1993); “Başta İslam ve onu takiben Konfüçyanizm olmak üzere diğer bütün kültür ve medeniyetler, çıkan siyasi huzursuzluk ve bunalımların kaynağı ve sorumlusu olarak”  takdim ediliyor.
[27] DAVUTOĞLU Ahmet, “Fukuyama'dan Huntington'a Bir Bunalımı Örtme Çabası ve Siyası Teorinin Pragmatik Kullanımı” adlı makale. İzlenim, Ekim 1993, Sayı: 10, www.karakutu.com
[28] BRZEZİNSKİ, Z.(1997); “Avrasya; dünya tarihini yazan coğrafyadır. Eski ve yeni medeniyetlerin büyük bir kısmına beşiklik etmiş, dünya nüfusunun yaklaşık % 75’ine sahiptir. Ve dünya karalarının yaklaşık % 37’sini oluşturmakta, dünya gayri safi üretiminin % 60’ına, bilinen dünya enerji kaynaklarının 4/3’üne, ABD’den sonra dünyanın 6 büyük ekonomisine sahiptir. Dünyanın 6 büyük silah alıcısı ile ABD hariç dünyanın bilinen ve gizli bütün nükleer güçleri Avrasya’da bulunmaktadır.”
[29] ESLEN Nejat, “Küresel Hamleler anahtar Stratejiler”, Tekağaç kitap, Ankara–2005 s.20–21
[30] HACISALİHOĞLU İ. Yaşar,  “Jeopolitik Doğarken”,  jeopolitik.org
[31] KARAKURT Oktay, (2002), “Türkiye’nin jeopolitik ve Coğrafi konumundan kaynaklanan güç unsurları”, Türk Dünyası Araştırmaları 138: 89-100. 
[32] BÜYÜKANIT Yaşar, ”Türkiye Demokratik, Laik, Sosyal Ve Üniter Bir Devlettir” ABD ziyareti konuşması.  www.elegans.com.tr

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz