TERÖR, DİYARBAKIR VE GAFFAR OKKAN…
‘24 Ocak tarihi 1980’lerde ‘Ekonomik İstikrar Kararları’ ile anılırken,
1993 yılında Ankara’da evinin önünde karanlık güçler tarafından
katledilen Aydınlık bir Türkiye savaşçısı, araştırmacı gazeteci/yazar ve basın
şehidi Uğur MUMCU ile özdeşleşip anılmaya başlar.
2001 yılında ise Diyarbakır'da yine mücadele ettiği karanlık güçler tarafından
haince pusuya düşürülerek şehit edilen ve terör örgütleri ile amansız mücadelesi
yanında; el tutan, yüreklere dokunan, yaşlıya baston/çocuğa amca olan, halkla
devlet arasında gönül köprüsü kuran, adeta efsaneleşen yürekli/yiğit/yurtsever
bir emniyet müdürü Ali Gaffar OKKAN ile de özdeşleşecektir.’
24 Ocak 2001 günü 17.45 sıralarında ülkenin ve görev yapılan bölgenin
huzurlu ortamını istemeyen, terör odaklarınca şehit edilen Emniyet Müdürü
Gaffar OKKAN kendisiyle yapılan en son röportajlardan birinde; “Kendisine
suikast yapacak bir timin ele geçirilmesinden sonra verilecek bir canının
olduğunu, 5-6 tetikçinin daha Türkiye’de kanlı eylemler gerçekleştirmek için
pusu da beklediklerini bunların ele geçirilmesi için mücadele verdiklerini” belirtirken,
kendisi akşam makam otosuyla Emniyet Müdürlüğüne yakın Şehitlik Kavşağında
pusuya düşürülerek korumaları 5 polis memuru ile birlikte şehit edilirler. Bir anda tüm Türkiye Diyarbakır’a
kilitlenerek dikkat kesilir.
Gaffar OKKAN, -12
Eylül 1980 öncesi 1979 sonbaharında 28 Eylül günü- Adana Emniyet
Müdürü
iken makam otomobilinde derin ve karanlık güçler tarafından bir suikast
sonucu şehit edilen
Cevat YURDAKUL’un ardından; terör odaklarınca şehit edilen
ikinci İl Emniyet Müdürü olarak
tarihe geçer, ölümünden önce olduğu gibi sonrasında da
ilklere imza atar. Ölümünden hemen sonraki
o zor
günlerde, Diyarbakır’dan tüm Türkiye’ye yansıyan duygu/düşünce/izlenimleri ve de
ilkleri
şöyle sıralayabiliriz:
- Örgüt eylemleri dışında ilk kez Esnaf kepenk kapattı; Evlere, binalara siyah flamalar, araçlara siyah kurdeleler asılarak tüm şehir adeta siyahlara, mateme büründü.
- Otobüs, minibüs, dolmuş seferleri ile şehir içi/dışı ulaşım durdu. İşyerleri, fabrikalar üretime ara verdi, öğrenciler okullara gitmedi, adeta hayat durdu.
- Şehit Polisler için halk sokağa döküldü, olay yerine karanfil ve mumlar bırakıldı.
- Parti Mitingi, konser vb. etkinliklerden daha fazla bir kalabalık toplandı.
- Yaklaşık 25.000 kişi, önce Dağkapı semtinde toplandı. Arkasından Ofis Semtine, oradan da Valilik önündeki cenaze törenin yapılacağı alana ellerinde Türk Bayrakları ve Şehit resimleri ile geldi.
- Güneydoğuda, Diyarbakır’da geniş bir katılımla, kitleler tarafından Terör lanetlendi.
- Avrupa Konseyi bile şehit edilen polisler nezdinde terör olayını kınadı.
- Polis-Asker-Vatandaş şehit cenaze töreninde aynı safta bir araya geldi.
- Aileler yeni doğan çocuklarına Ali Gaffar adını koyup, Cadde/Bulvar/Parklara adını vererek sevgilerini gösterdiler.
Sporun/Futbolun Diyarbakır’ın huzur ve güvenliği için,
“Terör sadece silahla yenilmez. İnsanları
dağdan, bayırdan, kahveden çıkarıp tribüne getiriyoruz. Artık Diyarbakırspor
gibi bir beklentileri var” şeklinde gençliğin terör batağından kurtarılması
bağlamında önemli işlev göreceğini öngörür. Diyarbakırspor’un onursal başkanlığını
yürütürken, terör/uyuşturucu batağındaki gençleri spora kanalize edip, sportif
faaliyetlere -amatör spor kulüplerine malzeme yardımı gibi- ön ayak olup
gençliği kazanmaya çalışır. Kendisi göremez ama uğraşları/çabaları arkasından
da olsa gerçekleşir; Diyarbakırspor 2.lig şampiyonu olarak 1.lige adım atar. Diyarbakırsporlular şampiyonluk
maratonu içerisinde başarılarında O'nun resimli tişörtleriyle sevgilerini
seyirciyle, tüm Türkiye ile paylaştılar. Şampiyonluğun ardından
Sakarya/Hendek’teki mezarı başında vefalarını gösterdiler.
Ve Diyarbakır halkı, -tarihinde belki
de ilk kez- Diyarbakırlı olmayan bir kamu yöneticisini, bir Emniyet Müdürünü
bu kadar çok sever. Bu kadar çok sevildi, bu kadar çok sevdirdi kendini Gaffar
OKKAN...
Niçin Güneydoğu
insanı, Diyarbakır halkı bu insanı bu kadar çok sevdi? Ölümünde neden bu kadar
çok gözyaşı döktü? Tüm Diyarbakır da neden hayat durdu, yas ilan edildi?
Bunların cevabı çok eski yıllarda, Cumhuriyetin ilk yıllarında Genç
Cumhuriyeti yıpratacak, zayıf düşürecek, sonrasında bu bölgenin
Sosyal-Kültürel-Ekonomik açıdan ihmal edilmesine kadar uzanacaktır.
1924 yıllarında, Hakkari ve
çevresinde birdenbire Nasturi İsyanı patlarken Cumhuriyete karşı ilk isyan da başlıyor.
İsyancıları İngiliz askerleri korurken, askerimiz İngiliz desteğine rağmen o
günlerin kısıtlı olanaklarıyla isyanı bastırıyor. Nasturi isyanı bitiyor,
ardından 1925 yılında Şeyh Sait isyanı başlıyor. Bingöl’den başlayan isyan
Diyarbakır’a kadar yayılıyor. Genç Cumhuriyet bu isyanı da bastırıyor. Her iki
isyanda İngiliz parmağı olduğunu tüm dünya bilse de; bölgede çıkarılan bu
isyanlarla Türkiye Cumhuriyeti zor durumda bırakılmaya çalışılır.
Bölgenin jeo-stratejik ve demografik yapısı, feodal yapılanmanın egemen
güçleri ‘ağa-şeyh-şıh’ vd. etkenler halkın yararına yapılacak her türlü
yatırım/hizmeti engelleyerek feodal güçlerini sürdüregelmiş,
emperyal güçlerin kışkırtması ile birleşerek bölge insanını devletle karşı karşıya
getirmiştir.
O bölgeye gönderilen
kamu görevlilerinin büyük çoğunluğu olmasa da bir kısmı ‘sürgün-küskün’ adderek/addedilerek,
o bölgede hizmet yerine zaman doldurarak, yerel yaşam geleneklerine ayak
uydurarak, kah devlete kah kendine küserek kabuğuna çekilmiş, kah feodal ileri
gelen ağa-şeyh-şıh vb. yapılanmalarla yakınlaşarak, işbirliği içersinde hizmet
sürelerini halktan uzak, halktan kopuk, halkın çıkarlarına ters düşen, olaylara
seyirci kalarak, onları kaderlerine terk ederek, idareyi maslahat şeklinde bir yönetim
sergilemişler. Yeni şeyler üretmeyerek, hizmet vermeyerek, bölgenin geri
kalmasında-bırakılmasında pay sahibi olmuşlar.
Ülkemiz bu birikimin, bu ihmalin sonucunu yıllar sonra ağır bedellerle
öder. bölgedeki bu yapı potansiyel bir güç odağı haline dönüşerek yıllar sonra
iç/dış düşmanlarınca devlete başkaldırı şeklinde ülkeyi terör batağına sokup
kan gölüne dönüştürmüşlerdir. Son 35 yılımızla birlikte on binlerce insanımızı
huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla şehit vermiş. Binlercesinin sakat
kalmasına gazi olmasına neden olmuş; yapılan yatırım/hizmetler sabote edilerek
insanlar köylerinden/kasabalarından ayrılmak, göç etmek zorunda kalmış/bırakılmışlardır.
Arkasından ise yeni terör odakları bu bataklıktan beslenerek Cumhuriyetle
hesaplaşma adına binlerce masum insanın yanında Gaffar OKKAN ve arkadaşlarını
aramızdan aldılar.
İşte Gaffar OKKAN’da Diyarbakır özelinde Güneydoğuda yaşayan insanlara
potansiyel bir suçlu gözüyle bakmayarak, yıllarca ihmal edilen –Terör
odaklarının kucağına itilen ve istismar edilen- bölge halkıyla, yöre
insanı ile bu sıcak teması bu sıcak iletişimi bu elektriği yakalayarak bir
farklılık yaratmış, ‘gönülbağı’ oluşturmuş, Devletin sıcaklığını, şefkatini, sevgisini,
hoşgörüsünü ileterek Devleti ve Polisi sevdirmiştir.
Yoksa hiçbir güç, toplumu bu kadar kitlesel bir şekilde bir araya
getiremez. O sevgi/hoşgörü/kardeşlik özelinde insana/insanlara değer vererek,
ölümüyle, ölümünden sonra tüm Türkiye’de ilk kez geniş bir yelpazede, geniş bir
katılımla terörün lanetlenmesine öncülük etmiştir.
Ölümünden sonra geçen 2 sene zarfında katillerin ve suç aletlerinin
yakalanması (yakın tarihimizde aydın, yazar ve
gazetecilere yönelik gerçekleşen katliamlar gibi bu suikast ve arkasındaki
derin güçler tıpkı ilk şehit edilen Emniyet müdürü Cevat YURDAKUL olayı gibi çözülememiş
olmakla birlikte) bize O’nu
ve arkadaşlarını geri getirmeyecektir.
Bizler bugün bu ülke içersinde huzur ve güvenli bir ortamı yakalayıp
Misak-ı Milli ile çizilen sınırlarımız ve de Cumhuriyet kazanımları ile belirli
bir mesafeye gelmişsek bu ülke için kendilerini kurşunlara siper edip,
canlarını veren şehitlerimizin büyük özverileri yatmaktadır.
Sonuç olarak; Emniyet
Teşkilatı içerisinde yetişmiş nitelikli bir yöneticisini, Türkiye’de yiğit/yurtsever/yürekli
bir evladını, -tıpkı 24 Ocak 1993’te aynı karanlık güçler tarafından
katledilen basın şehidi Uğur MUMCU’yu sonsuzluğa uğurladıkları gibi- Ulus
olarak terörü lanetleyerek toprağa verir.
Gaffar OKKAN
özelinde tüm şehitlerimizi yüreğimize gömüp, onları rahmet ve saygı ile anarken;
Eşine/Çocuklarına/sevenlerine sabır ve kolaylıklar dilerken, Büyük Önder
ATATÜRK’ün bizlere hedef gösterdiği, ‘Çağdaş ve de Aydınlık bir Türkiye’
umutlarımı yineliyorum.
(Not: 25 Ocak 2020 tarihli Cumhuriyet Gazetesi s.2'de yayınlanan kısım.)