Cuma DELİOĞLU (1959), Antep’li çok
çocuklu işçi bir ailesinin üniversite kazanan/okuyan tek çocuğu. Ankara Devlet Mimar
Mühendislik Akademisinin o günlerde Türkiye’de ilk olacak Endüstri Mühendisliği
bölümünde okuyordu. Ailesinin sağlayabildiği kısıtlı imkanlarla okul dışı kalan
zamanları çalışarak değerlendirip, (yaz/ara
tatillerinde Antep’te trikotaj/tekstil gibi el sanatları işinde, Ankara’da
eğitim dışı saatlerinde/hafta sonları çalışarak, kimseye yük olmayıp, emeğiyle harçlığını
çıkararak) kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan biri olarak başkent
Ankara’da okuyordu.
Ezilmenin/emeğin/alınterinin ne
olduğunu, nasıl olduğunu çok iyi biliyordu. Bildiği bir şey daha vardı. Bunları
aşarak meslek sahibi olup Anadolu tabiriyle “Altın Bilezik” sahibi olmaktı.
Sonrasında ailesine ve memleketine katkı sağlayacaktı.
70'li yılların sonlarında tüm gençliğin
kendine bir dünya görüşü aradığı Türkiye’de O’da kendi safını bulacaktı. Emekten
yana, sömürüsüz bir dünya için mücadele edenlerin yanında yer alacaktı. O
yaşlarda maceracılık revaçta iken soğukkanlı/sağduyulu, kendini kullandırmadan
öncelikli okulunu bitirip, meslek sahibi olduktan sonra hayat mücadelesini
verecekti.
Sınıf arkadaşları ve diğer arkadaş
çevresinde çok sevilen/sevgi dolu bir insandı. Popülist/goygoycu bir yapıda
olmayıp, her zaman naif bir insan olarak sade bir yapıda kaldı. Gülerken bile kimseyi
rahatsız etmemeyi ilke edinmişti.
Kimseyi kırmamak/incitmemek/sömürmemek
için içe dönük bir yapıda gençliğinin gereği olan sevdalarını/duygularını iç
dünyasında yaşadı. Anadolu insanının saf temizliğiyle yardımlaşmayı/dayanışmayı/paylaşmayı
hep ilişkilerinin, arkadaşlıklarının önünde tuttu. Dost oldu mu onu da candan
yapardı.
Okulunu bitirip, memleketi Antep’e
dönüp endüstri mühendisi olarak -idealindeki
kendi işini kurana/sermaye oluşturana kadar- KÜSGEB/KOSGEB’de uzman olarak işe
başlar. Hayatını Ankara’dan öğrencilik yıllarında tanıdığı/tanıştığı öğretmen Hülya
Hanım ile birleştirip, aile yaşamına geçiş yapmasının ardından 2 çocuk babası
olacak ve çocuklarının iyi bir eğitim alarak meslek sahibi olmalarının
mücadelesini verecekti. (Oğlu Caner Tıp
doktoru KBB uzmanı olarak Ankara’da görev ve meslektaş evliliğinin ardından
İstanbul’a atanacak, Kızı Ceren ise Eczacı olacak Ankara/Kavaklıdere semtinde
eczane açacaktı.)
Bir taraftan, anne/baba/ağabey/kardeşler/yeğenler
gibi aile efradına destek oluyor. Özellikle yeğenlerinin yükseköğrenim
görmeleri onun örnekliğinde/önderliğinde gerçekleşiyordu.
Cuma aslında ağır bir yük altına
girmişti. Yıllarca kendi emeği/çabasıyla didinerek, okuyarak, kendi işini/dünyasını
kurup, özlemlerini gerçekleştirmek istiyordu. Ancak aile yapısı/yetişme
tarzı/geleneklerle bezendiği Anadolu kültürü, bu ideallerini/hayallerini
gerçekleştirmeye engel olacaktı.
Aslında kendini ben/bencillik yerine
biz/üleşme kavramına feda etmiş, Türkiye’nin ilk Endüstri Mühendislerinden biri
olarak İstanbul/Ankara gibi metropol kentlerde büyük şirketlerde üst düzey
yöneticiliğe kadar yükselmeyi elinin tersiyle iterek memleketine hizmet vermeyi
yeğlemişti.
Kolay olanı değil de kendisi için güç
olanı tercih etmek zorunda kalacak, doğmuş olduğu, büyümüş olduğu şehirde
yaşamının bundan sonrasını devam ettirecekti. Öncelikli olarak ailesine
sahiplenecek, kendi memleketinde yararlı olmaya çalışacak, 90’lı yılların
ortalarında TMMOB Gaziantep şube başkanlığı gibi önemli bir görevi üstlenecekti.
Kendini aşma yolunda mücadeleci yapısı,
O’nu memleketinde kendi insanı ile yüz yüze, omuz omuza olduğu anlarda zaman
zaman hayal kırıklığına uğratır. Çoğu insan ikiyüzlü/riyakar bir yapıda çıkar
ilişkilerini ön planda tutmayı yeğlerken, O kollektif/toplumcu düşünme ideallerinde
kalakalmıştı. Liyakatın arka plana atılıp yerel/siyasal angajmanlarla
yeteneksizlerin ödüllendirildiği bir sistemde/anlayışta, sistemle kavgalı
olarak sıkıntılar/sürgünler yaşayacak, uzman olarak başladığı kurumda -niteliksiz referanslarla/siyasi
mülahazalarla makam sahibi olmak yerine-
onurlu bir yaşam çizgisiyle nitelikli bir uzman olarak kalacaktı.
1982 yılında mezuniyet sonrası yollarımız
ayrılıp Ankara dışında yaşam mücadelesine başlarken “aramızda oluşan gönül
bağının/dostluğun devamı temennisiyle; her şey gönlünce olsun, dilediğince
gelişsin” dileklerinde bulunmuştum. Sonrasında neredeyse 20 yıl gibi uzun bir
süre (1988-1989-2001’de
günübirlik görüşmelerimiz dışında) yüz yüze görüşemeyecek
telefonla/mektupla haberleşilecekti, Can Dostumla... (21.7.2002 / Karaağaç-GÖMEÇ)
Değerli Arkadaşım/Can Dostum...
2003 yılında Ankara’ya dönüş yapmam sonrası Antep’ten Ankara’ya hemen
hemen her gelişinde kısa/uzun görüşmelerimiz ile geçmişi yadedip hasret giderirdik.
21 Haziran 2020 tarihinde ‘Babalar’ günü için kaleme alıp paylaştığım
şiirimin ardından telefonla görüştüğümüzde annenin kaybını öğrenmiş üzülmüştüm.
Ardından karaciğerinden biopsi ile alınan parçanın kötü huylu tümör olduğunu ve
Ankara’da kemoterapiye başladığını paylaşırken ne zaman döneceğimi sormuştun.
Kemoterapi sürecinde telefonla görüşmelerimizde -en son Ağustos ayı
sonlarına doğru- sesini yorgun bulurken moralini yüksek tutmaya çalışıyordun.
9 Eylül günü gazetede yayınlanan yazımı Whatsaptan paylaştığımda kızı
Ceren’in bana dönüş yaparak seni yani biricik babasını 7 Eylül günü emboli
atması sonucu kaybettiklerini ve Ankara/Karşıyaka’ya defnettiklerini söyleyince
yüreğim cız etti. Bir dostu apansız kaybetmiştim.
Seni özleyeceğiz, yüreği sevgi dolu güzel insan.
Toprağın bol olsun, Işıklar içerisinde uyu, Can Dostum…
(07. 10. 2020 / Karaağaç-GÖMEÇ)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder