‘Bırakıp gittin bizi,
Seni unuttuk sanma.
Zaman alışmayı öğretir belki,
Unutmayı asla…’
10
Kasımlar Türk Ulusunun özel bir günü, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
ölümünün yıl dönümü. Yas tutmak/ağlamak zamanı değil, anlamak ve çalışmak
zamanı. Kişi olarak toplum olarak çok çalışmak, emaneti olan bayrağı daha
ilerilere/yükseklere taşımak, gösterdiği çağdaş uygarlık hedefine
durmaksızın/yorulmaksızın yürümek zamanı. “Türkiye-Cumhuriyet-Atatürk”
bağlamında bütünleşen ve sonsuza değin yaşayacak olan üçlü yapının ortak
paydası tabi ki Atatürk’tür. O’nu çıkardığınızda ne Türkiye kalır ne de
Cumhuriyet!
Cumhuriyet ile hesaplaşma
çerçevesinde Atatürk’ün devrimlerini/ilkelerini yozlaştırarak/değiştirerek çok
yönlü/sistemli/planlı çalışmalar yürütüldüğü aşikardır. Emperyalistler
doyumsuzdur. 1900’lerde Sevr ile parçalamaya çalıştıkları Türkiye coğrafyasını
Anadolu’yu 100 yıl sonrasında -BOP/GOP
olarak adlandırdıkları Yeni Dünya Düzeni bağlamında- 2000’lerde yeniden yapılandırmaya
çalışmaktadırlar.(Medeniyetler Çatışması tezinin odak noktasında, Türkiye’nin Atatürk’ü
reddedip yüzünü Doğuya dönmesi önerilmekte!)
Bu kez askeri güç olarak savaşmalarına
gerek yoktur. Uluslararası diplomasi/istihbarat literatüründe
5.kol olarak adlandırılan iç dinamikler yani işbirlikçiler önceliktir. Saltanatçılar/Şeriatçılar/Tarikatlar/Bölücüler/2.Cumhuriyetçiler;
hepsi elbirliğiyle yıkım ekibi olarak içeride/dışarıda doludizgin çalışmakta!
Atatürk’ün öncelikle Türkiye, ardından Türk Dünyası ve bölge coğrafyası (Balkanlar/ Kafkaslar/Ortadoğu) üzerindeki gücünü yok etmek için eserleri/devrimleri/ilkeleri yerine -define avcıları minvalinde- özel yaşamını öne çıkaran yazılar, kitaplar yayınlıyorlar. Karşı devrim yada Cumhuriyetle rövanş bağlamında Ergenekon/Balyoz operasyonları/ kumpasları yaşanır. (-Sözüm ona tarafsızlık, özgürlük, demokrasi havarisi- bir belgeselci buldular. Mustafa adlı bir film yaptırıp 2008 yılında 29 Ekimden 10 Kasıma gişe rekoru yakaladılar. Bu filme imza atanlar, sonrasında Saidi Nursi filmine sponsor olacaklardı.)
Tüm
bunların aksine Atatürk’ün saklısı gizlisi yoktu. Padişahlar saraylarının dört
duvarı arasında ikiyüzlü içerlerken, O ise milletinin huzurunda şerefiyle içti.
Halkı önünde yüzdü, zeybek oynadı, dans etti. O bir insandı, aşkları da oldu
hüzünleri de! Aslında, yaşamının büyük bir bölümünü cephelerde/savaşlarda
yıpratırken, kalan ömrünü de tamamıyla Türk Milletine adadı (57
yıllık yaşama; 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap,1 ülke sığdırdı). Türk’ün
kurtulan gururu ve milyonlarca özgür insan ile bir liderden daha
fazlası; Türklerin Atasıydı.
100 yıl öncesinin savaş şartlarında
ve devamında kurulan İstiklal Mahkemelerinin kararlarını/infazlarını tartışıyorlar/yargılıyorlar.
Büyük Önderi diktatörlükle, keyfilikle hatta zorbalıkla
suçlayıp -düşünce ve devrimlerini
gözardı ederek- farklı mülahazalarla küçültmeye/itibarsızlaştırmaya/sıradanlaştırmaya
çalışsalar da daha da büyüyerek, yeni yüzyıllara yelken açacaktır. Atatürk gibi
bir deha Türkiye sınırlarını aşıp Dünyaya marka olmuş, "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel
bir değer kazanmıştır. (UNESCO tarafından doğumunun
100. yılı "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir.)
Atatürk’ün 100 yıl öncesinden gelen
sözleri kulaklarımızı çınlatmaya devam ediyor: “İktidara sahip olanlar, Gaflet ve Delalet hatta
Hıyanet içersinde olabilir!”
O’nun en çok değer verdiği: “Tam
Bağımsızlık, Ulusal Devlet, Ulusal Egemenlik” çok ama çok önemli olup, değerini sürdürüyor, daha da önem kazanıyor ve tarih
tekerrür ediyor.
Emperyalizme
karşı verilen savaşın Başkomutanı,
Karanlığa
karşı verilen savaşın devrimci ve inançlı Önderi;
Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK’e her geçen yıl daha da artan özlem, minnet ve saygıyla…
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder