1980 Türk siyasası ve kamu bürokrasisi için farklı bir süreç başlangıcıdır. 12 Eylül 1980 askeri darbe ve sonrasındaki sivil demokratik süreçte içinde bulunduğumuz uluslararası konjoktür gereği kamu yönetiminde Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden uzaklaşılarak Türk-İslam Sentezi çerçevesinde siyasal islamcı bir anlayışın önü açılacaktır. Hernekadar MGK ve Askeri Şura kararlarında irtica tehdit olarak aktarılıp tarikat/cemaat yapılanmalarının takip edildikleri izlenimi verilse de bir yapı/cemaat özellikle devlet içerisinde örgütlenmesine devam ederek bir örümcek gibi inceden inceye ağlarını örecektir. Toplumun her kesiminden zeki çocukların devşirilmesi yanında, özellikle polis koleji/akademisi, askeri okullar, lise ve üniversite sınav sorularını vererek/çalarak sonrasında da meslek öncesi sınav ve mülakatlarda korunarak/kollanarak devlete yerleştirildiler.
Kimine göre sivil
toplum, kimine göre modern/entellektüel bir dinsel yapı, kendilerine göre
hizmet hareketi olarak adlandırılırken, -yurtsever cumhuriyet savcıları ve
güvenlik birimlerince bu yapının içyüzü soruşturulup terör örgütü olarak yargı
kararlarına geçsede- Türkiye içerisindeki eğitim faaliyetlerini uluslararası alana
taşıyıp özel okullar açması, dinler
arası diyaloğu kucaklayan bir ılımlı İslam versiyonu
olarak addedilerek yurtiçinde/dışındaki çeşitli
kurum/kuruluşlarca desteklenirken, soğuk savaş döneminde “Komünizmle Mücadele
ve Yeşil Kuşak” sonrasında GOP/BOP gibi Yeni Dünya Düzeni projeleri
çerçevesinde bu yapıya sempatiyle bakılacak, devletin üst yönetiminden ve kurumlarından da destek
bulacaktır.
Bu yapı sadece eğitim/okul alanında kalmayıp
çeşitli vakıf/dernek/finans/ticari kuruluş/hastane gibi kuruluşlar yanında TV,
gazete-dergi gibi basın yayın kuruluşlarına sahip olurken büyük bir finansman
ağı ile hayatın her alanında vede uluslararası arenada geniş bir organizasyona
ulaşacaktır.
Türkiye 21. yüzyıla
girdiğinde ekonomik ve siyasi kriz sonucu, 2002’de Atatürk/Cumhuriyet karşıtı
ve siyasi İslamcı ağırlıklı bir iktidar değişimi yaşarken, özellikle, 2007’deki
cumhurbaşkanı değişimi ile kamu bürokrasisinde mesleki teamüller, hiyerarşi,
kıdem, liyakat gibi herşey iyiden iyiye altüst olacaktır. Yurtseverlerin/Cumhuriyet
sevdalılarının kumpaslarla, iftiralarla, siyasi mülahazalarla hakları
yenirken; hiyerarşi/kıdem/liyakat yok sayılırken, siyasi irade ‘hizmet
hareketi’ olarak lanse edilen ‘altın çocukları’ öne çıkarır ama 10 yıl geçmeden
hançeri yiyerek ihaneti yaşar. Bu yapılan ihaneti sadece siyaset kurumu olarak siyasi
iktidar değil tüm Türkiye, demokratik travma şeklinde bedel ödeyerek yaşar.
Altın nesil olarak devşirilenler güzelim Türkiye’ye altın vuruş yaptılar. Emniyet
teşkilatından, silahlı kuvvetlere, yargıya, eğitime; tüm kurumları, tüm
teamülleri, tüm değerleri altüst ettiler.
Sonrasında 17/25
Aralık 2013 tarihi milat olarak addedilip, FETÖ olarak adlandırılan bu yapının
tasfiye edilmesi devletten ayıklanması süreci başlatılsada, 15 Temmuz 2016
darbe girişimine gelinen ve sonrasındaki süreçte; siyaseten bu yapıya /
örgütlenmeye göz yumanlar / destek verenler / beraber yürüyenler / görmezden
gelenler / gerekli müdahale ve mücadeleyi vermeyenler kendilerini ilahi adalete
havale ederek hesap vermekten vareste tutarlar.
15 Temmuz, Türkiye Cumhuriyet tarihine geçen bir kara leke! Üzerinden 5 yıl gibi bir zaman dilimi geçmesine rağmen karanlıkta kalan, cevap veril(e)meyen, üstü örtülmeye çalışılan, ihanete ilişkin gerçekler ergeç açığa çıkacaktır. Bu darbe girişimine karşı direnen tüm yurtseverleri minnetle, şehitlerimizi rahmetle anarken, bu toplum/millet ergeç bir şekilde bu ihanetin gerçek sorumlularından hesap soracaktır.
Remzi KOÇÖZ
(Cumhuriyet Gazetesi, 15.07.2021, s.2 yayınlanan yazının orjinali.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder