“Türkiye Cumhuriyeti, İslam toplumları tarihinde gerçekleştirilen en büyük uygarlık projesidir. 20. yüzyılın en büyük toplumsal devrimi, Türk devrimidir. Şimdilerde ise maalesef, İslam toplumlarının çağdaş dünyayla sürüp giden uyuşmazlığı, Türkiye'ye de bulaştırıldı. Emperyalizm ve ulaklarının en büyük çabası, Türkiye devriminin yaşamsal kavramlarının içini boşaltmaktır, bunun aracı olarak da Cumhuriyet simgelerini yok etmektir. Çünkü Atatürk erişemeyecekleri yüksekliktedir!” Prof. Doğan KUBAN
Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Yeniden Meşrutiyet
Türk Siyasi Tarihi
açısından 1876’da Meşrutiyet ilanının ardından ilk Osmanlı anayasası “Kanun-ı
Esasi” uyarınca, birçok temel özgürlüğün (Bağımsız yargı/hakim teminatı gibi)
devletin ana hukuki metnine girmesi önemli gelişmelerdir. Ayrıca Türk tarihinde
ilkler açısından genel seçimler yapılıp parlamento oluşturulmuştur. Meşrutiyet
ilanının 2 yıl sonrasında 1878’de Sultan II. Abdülhamid’in Anayasayı askıya
alarak kurduğu İstibdat dönemi (1878-1908) olarak adlandırılan baskıcı rejim 30
yıl sürer.
1908’de
ilan edilen II. Meşrutiyet ile Kanuni Esasi’de -31 Mart Ayaklanmasının
bastırılmasından ve Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra- yapılan
1909 değişiklikleriyle parlamenter hükümet sistemi benimsenip, meşrutiyet ya da
anayasal monarşi gerçekleşirken, Heyet-i Ayan kararnamesi ile “hakimiyeti
milliye ilkesi” anayasal tarihimize girmiştir.
Mutlakıyet
idaresi, Meşrutiyet çerçevesinde parlamenter rejime dönüştürülmüş, Meclis’in
kabineyi/hükümeti düşürmesi kolaylaştırılıp, hükümetin Meclis’i feshi hemen
hemen hukuken imkânsız hale getirilmiş, hükümet Meclis’e tamamen tâbi bir
duruma sokulmuştur. Meclis’in bağımsızlığını sağlamak amacıyla Kabinenin
padişah yerine, Meclis’e karşı sorumluluk sistemi oluşturularak demokratik bir
denetim sistemi ile Padişahın (yasama ve yürütme üzerindeki) 1876’daki yetkisi
sınırlanmıştır.
Meşrutiyete
geçişte öncü konumundaki İttihat ve Terakki dönemi savaşların ve siyasal
çalkantıların ardından Yasama ve Yürütme bağlamındaki yetkiler İttihatçı
önderlerin elinde toplanırken, serüvenci dış politikaları sonucu I. Dünya
Savaşına girilmesinin ardından Meclis tatil edilerek devlet yönetimi -kanun
hükmünde kararnamelerle “yok kanun, yap kanun” kaidesi bağlamında- tamamen
yürütmenin inisiyatifine bırakılır.
Sonuç
olarak, İstibdat dönemine son verip Meşrutiyeti ilan ederek Abdülhamid’i tahtan
indiren -en etkili siyasal ve askeri güç haline gelen- İttihatçılar -olumsuz
gidişatı durduramadıkları gibi- imparatorluğun bütünüyle çökmesinde büyük pay
sahibi olurlar.
II.
Meşrutiyet’in bitimine ilişkin 1918-1920-1922 gibi farklı görüşler vardır. Türk Devrim Tarihi üzerine önemli çalışmaları
olan Prof. T. Zafer TUNAYA’ya göre -zaman
sınırlarını tespit etmek ilk bakışta yalnız tarihçiyi ilgilendiren bir sorun
olarak görünse de- Meşrutiyet Dönemi, Mondros
Mütarekesi ve ardından Meclisi Mebusanın feshi ile 1918 yılında son bulmuştur.
Bazı tarihçiler (Mahmut GOLOĞLU gibi) 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından itibaren Cumhuriyete giden süreci -1920-1923 dönemini- III. Meşrutiyet olarak dile getirselerde, aslında III. Meşrutiyet, 21.yy’da Türkiye’nin gündemine -15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında- yasama ve denetim gücü olan parlamentonun -100 yıllık bir tarihsel gelişimin aksine- işlevsiz/devre dışı bırakılıp tüm yetkilerin bir kişiye / tek adama verilmesi sonucu girecektir. (23.09.2021)
Remzi KOÇÖZ
*Cumhuriyet/Bilim ve Teknoloji vede Herkese Bilim Teknoloji dergisinde ilerlemiş yaşına rağmen yazmaya, toplumu aydınlatmaya devam eden, Cumhuriyet kuşağı, uygarlık/aydınlanma savaşçısı, kent/çevre/doğa dostu, bilim/düşün/kültür adamı, bilge insan; Toprağın bol, ışıklar içerisinde olsun, güle güle: Doğan KUBAN...