18 Mayıs 2022 Çarşamba

KÜLTÜR TÜKETMEK / KÜLTÜRLENMEK

İnsan ve Toplum olgusunun birbirlerini tamamlayan en önemli işlevi üretimdir. 

Üretim deyince genel olarak ekonomik ve sosyal alandaki ticaret/sanayi dallarındaki ortaya çıkan

maddeleri/eşya/malları algılarız. Doğal olan da budur. Çünkü el/beden emeği ile ortaya konulan

ve de insanların temel ihtiyaç olarak tükettikleri metadır.

Günümüz toplumunda sosyal ve kültürel üretim, -özellikle sanal ortamın/dijital

platformların yaygınlaşması nedeniyle- insanların genelinden uzaktadır. Nedir bunlar?

- Tiyatro, Sinema, Konser gibi görsel etkinlikler.

- Resim, Heykel, Karikatür gibi sergiler.

- Edebiyat, Kitap, Dergi, Gazete gibi yazılı olarak üretilen değerler.

21. Yüzyıl içerisinde uluslararası coğrafyada, üretimin/tüketimin -Doğu/Batı şeklinde-

birbirinden farklı kutuplara uzandığını gözlemleriz. Doğu coğrafyasında ekonomik sorunlar ve

bedensel üretim ön plandadır. İhtiyaçların giderilmesi temel sorundur. Öncelikle insanın iş sahibi

olup ekonomik özgürlüğünü sağladıktan sonra temel ihtiyaçlarını giderecek eşyalara sahip

olması, birikim sonrası kendi/aile yaşamını rahatlatarak bir ev/oto sahibi olmasıdır. Sosyal alanda

ise aile/akraba/dost ziyaretleri ile eğlence dünyası ön alır.

Tüketim olayında içgüdüler/dürtüler insanları sürüklüyor. Toplum yaşamı ve kurallar

çerçevesinde insanlar bireyselliği ve bencilliği akıl/zeka ile bastırarak bir nevi dizginleyerek

minimize edebilmekte. Kendimizi, davranışlarımızı süzgeçten geçirip yargılayabildiğimiz ve

bunu toplumsal yaşamda bir bütün olarak öne çıkardığımızda daha iyi ve güzel olguların

kendiliğinden ortaya çıkabileceğini gözlemleyebiliriz. Böylece kişisel/bireysel değerler yerine

toplumsal/bütünsel değerleri, akıl ve bilimin desteklediği objelerin, -insanların yaradılışından bu

güne doğru- uzun bir süreçte sonuca ulaştığını görürüz.

İnsanlık iletişim ve bilgi çağına, bu günlere kolay gelmedi. Ancak Doğu-Batı arasında

yüzyılları aşan bir farklılık/yaşam görüntüsü, insanlık adına daha çok yol alınacağının gerçeği

olarak karşımızda durmakta.

Sadece düşünen/konuşan insan yerine, bunları hayata uygulayarak başarı elde eden

insan/lar bireyselliği aşarak bütünselliği yakalayacaktır. Burada da üreticilik insanı daha da

yüceleştirecektir. İnsanın kendini gerçekleştirme ideali, tüm insanların hedefi haline geldiğinde

insanlık daha çağdaş bir yapıya, uygarlık ötesine ulaşacaktır. Diğer canlılardan farkımız da

burada yatıyor. Doğmak-yaşamak-ölmek süreci tüm canlıların ortak olgusu olmakla birlikte; akıl

ve zeka denilen olgu insanları diğer canlılardan ayrıştırıp, bilim ve aydınlanma açısından ilerleme

katedilecektir.

Bu da insanın yaşadığı süreç içerisinde yaratıcılığı yakalama bağlamında, bir eser/ürün

ortaya çıkarma çabası olarak nitelenebilir. İnsanlar bu ideale üretim/tüketim denklemini bütün

olarak yakaladıkları noktada, Dünya daha farklı bir yapı olarak karşımıza çıkacaktır. Bu da birey

olarak tek tek hepimizin sorumluluğunu daha da arttırmaktadır.

Sonuç olarak, kültürün/felsefenin/sanatın/yaratıcılığın köreltildiği yerde (toplumlarda

ülkede/coğrafyada) gelişememe/yerinde sayma; yaşatıldığı/desteklendiği yerde de gelişme

kaçınılmazdır.

Temel ihtiyaçlarımızı gidermek için yaptığımız tüketimi; biyolojik/bedensel bağışıklık

anlayışıyla, sosyal alanda kültürel açıdan da -kültür tüketerek yani kültürlenerek- gerçekleştirebildiğimiz sürece; önce bilinçli birey sonrasında bilinçli toplum olarak, birlik ve

dayanışma ile geleceğe ışık tutup, uygarlık yolunda çağı yakalamış olabileceğiz.

Remzi KOÇÖZ

(Cumhuriyet Gazetesi, 18.05.2022, s.2 yayınlanan yazının orjinali.)



15 Mayıs 2022 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 23

             “Âcizler için imkansız, Korkaklar için müthiş gözüken şeyler,

            Kahramanlar için idealdir.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

MİLLİ MÜCADELEDE ÖZEL KAHRAMANLIKLAR

         Milli Mücadelenin sergüzeşt, delifişek, gözü kara silahşörleridir onlar. Yahya Kaptan, Cambaz Mehmet, Topal Osman, İpsiz Recep gibi niceleri.. Hani İngilizlerin James Bond’ları vardır. Dizi dizi filmlerle/senaryolarla dünyayı kurtarırlar. Bizimkiler ise yaşamları ile yaptıkları yiğitlikleri ile “Bir Türk Dünyaya bedeldir” sözündeki gibi sayısız Bond’lara bedeldirler.’

İstanbul ve Anadolu’da çok sayıda subay/diplomat dışında gazeteci, arkeolog, tarihçi, din adamı kimlikleriyle dolaşan, aslında işgalci güçler adına casusluk yapan çok sayıda yabancı şahıslar vardı. Özellikle İngilizlerin yoğun çabası/ propagandası/ parası etkisiyle yerli işbirlikçilerce kurulan dernekler ihanet konusunda adeta birbirleriyle yarışacaklardı.

İngilizlerin yerli Rum ve Ermeniler yanında işbirlikçi Türklerden oluşturduğu Black/Kara Jumbo isimli bir casusluk ağı, Doğuda/G.Doğuda para karşılığında İngiliz tetikçisi olan aşiretler/cemiyetler -Mustafa Kemal ortadan kaldırılınca saltanata/halifeye bağlı özerk Kürdistan’a izin verileceği vaadiyle- milli mücadele karşısında saf tutacaklardı. Cumhuriyet sonrasında da bu oluşumlar bölgesel/yöresel isyanlarla ihanete devam edeceklerdi.

İngiliz istihbaratının Çerkez planı çerçevesinde Vahdettin talimatı ile İstanbul’da Çerkez toplantısı yapılır. Çerkezleri kışkırtıp, Ethem’in etrafında toplanıp Ankara üzerine yürüteceklerdi. Şeyh Şamil’in torunu Hamza Bey, “Türk’üz Çerkeziz, daima kardeşiz. İzmir’de 1-2 sefilin hareketi bütün Çerkez alemini mütessir etti bu topraklarda Türkiye’de Çerkez istiklali istemek kadar gülünç bir şey düşünülemez” diyerek Çerkez planını suya düşürür.

Mütareke döneminde yurtdışına kaçan İttihatçı liderlerin talimatıyla Kara Vasıf ve Kara Kemal Bey’in kurduğu İttihatçı yapıdaki Karakol Cemiyeti, Milli mücadele için çalışmaya başlayıp Anadolu’ya silah/cephane/belge taşırlar. Sivas Kongresinde tüm bölgesel milli cemiyetlerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adı altında birleştirilmesine karar verilmesine rağmen örgütünü muhafaza edip bağımsız davranmaya çalışarak, -Kocaeli Yarımadası’nı kontrol altında almak için bölgede Rum çetelerine karşı silahlı teşkilatın başına getirilen ve- kendi nüfuzlarından çıkan Yahya Kaptan’ı bölgeden uzaklaştırmaya çalışmalarının ardından şehit edilmesi sonucu (Nutuk’ta belgeler çerçevesinde bu olaydan uzun uzun bahsedilerek Karakol Cemiyetinin zafiyetlerine değinilmektedir) Ankara/Temsil Heyeti ile ARMHC’nin İstanbul teşkilatı olarak bilinen Karakol Cemiyeti ile ipler kopup temas kesilerek İstanbul’un resmen işgal edilmesinin ardından (16.3.1920) lağvedilerek Müdafai Milliye” (MM başharflerinin okunuş itibariyle Mim Mim olarak adlandırılan) grubu kurulur.

(Atatürk’ün Çanakkale’de manga komutanı, mütareke döneminde de İstanbul'da gözü kulağı olan Topkapılı Cambaz Mehmet’in arkadaşları ile birlikte oluşturduğu grup, Samsun yolculuğunda Mustafa Kemal Paşa’yı Bandırma vapuru'na kadar koruyup eşlik ederken, vapurun güvenli bir şekilde boğazdan çıkışını takip eder. Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas Kongresinde İstanbul’da silahlı 3 bin adamımız var şeklinde bahsettiği bu grup, semt semt örgütlenip vuruşacaktı. Sakarya Zaferi ardından Topkapılı Cambaz Mehmet, İngiliz işgal kuvvetleri Komutanı Harrington’un makam otomobilini çalıp Anadolu’ya Mustafa Kemal Paşa’ya götürüp hediye edecekti.)

MM grubu sivil/askeri alanda layıkıyla görevini yerine getirmiş, askeri hiyerarşide faaliyet gösterecek istihbarat teşkilatı olarak -Hz. Hamza’nın cesaretinden/kuvvetinden ilhamla- Hamza grubu kuruldu. Grubun deşifre olması -telgraf/kurye iletişimini sağlayan şifre anahtarının İngilizlerce ele geçirilmesi- nedeniyle ismi sırasıyla ‘Mücahid, Muharip, Felah’ grubu olarak değiştirilir. Felah grubu, İstanbul’dan Anadolu’ya 4 binden fazla insan, 40 bin tondan fazla cephane kaçırırlar. Bir diğer görevi Anadolu’ya geçen asker ve sivillerin aileleri ile ilgilenmekti. Sağlıktan tutun da mektup trafiğini sağlarlar.

Çoğu işbirliği içindeki dini yapılanmaların aksine ‘Galata Özbekler ve Kadıköy Şahkulu Sultan Tekkeleri’, Kuvayı Milliye üssü gibi çalışarak Anadolu’ya insan taşırlar.

(Yukarıda aktarmaya çalıştığım milli mücadele döneminden istihbarat oluşumları ve faaliyetlerine ilişkin bir kesit. Bu mücadele yer alan kahramanların vatan için yaptıkları tarihin tozlu sayfalarında kendine özgü bir yer edinmiştir.)

           Bu ülkenin/devletin hangi cenderelerden geçilerek kurulduğunu, kurtuluşun maceracı zihniyetle zar atarak değil satranç zekasıyla ilmek ilmek örüldüğü, düşmanın oyunları açığa çıkarılıp, karşı hamlelerin doğru ve zamanında yapıldığı ve sonucunda da kurtuluşa yani başarıya ulaşıldığı görülecektir. Tabiki buradaki önderliği, büyük zekayı ve dehayı/dahiyi yenebilmek ya da unutturmaya çalışmak mümkün mü?

            Remzi KOÇÖZ

8 Mayıs 2022 Pazar

KARANTİNA GÜN(LÜK)LERİ - 12

             İnsanoğlu öyle şaşılası bir yaratıktır ki, sahip olduğu özellikleri bir çırpıda sayıp dökmek olanaksızdır; durup incelemeye kalkıştığınızda da, hiç durmadan yeni özellikler bulursunuz ve bu işin sonu gelmez.” (Nikolay Vasilyeviç GOGOL)

GOGOL’ÜN PALTO’SU; “MÜHİM ve KÜÇÜK ADAMLAR”

Rusya’nın tarihsel/kan/soy bağı olan komşusu Ukrayna’yı işgali sürecinde Ukrayna asıllı Rus Edebiyatının önemli isimlerinden Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852); özellikle kendisi gibi Dünya Klasiklerine imza atan Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” sözleri ile adı 1,5 asır sonrasında yeniden gündem olacak ve sıkça anılacaktır.

Gogol;19.yy’ın ilk yarısında 43 yıllık zorluklarla dolu yaşamına çok sayıda roman/öykü/oyun sığdırırken edebiyat dünyasında romantizmden realizme çığır açar. Kent toplumunun bir parçası olan yoksul, ezilen ve haksızlığa uğrayan halkın sorunlarını dile getirme bağlamında ilklere imza atarken, kendisinden sonrasına/genç kuşak yazarlara öncülük oluşturur.

(Türk edebiyatında özellikle Toplumcu/Gerçekçi romanın gelişmesi ise 1940 sonrasında oluşacaktır.)

Çarlık Rusya’sında yaşanan eşitsizliği ortaya koyan “küçük adam/küçük insanlar” temasının derinlemesine incelenmesi açısından bir örnek oluşturan bu uzun öyküsünde, bir yazar olarak edebiyatın, gerçekçiliğin oluşmasında önemli bir rol oynarken, sonrasında Dostoyevski (1821-1881) “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” itirafında bulunurken, Rus filozof Çernişevski (1828-1889) “kendimizde bilinç uyandıran yazar” olarak tanımlar.

(Öğrencilik yıllarında Dünya Klasikleri okumalarımda Gogol’ün “Palto”sunu okumuştum. Ancak, gündemde yer alması nedeniyle söz konusu eseri -aradan çokça zaman geçtiğinden- yeniden okuma ihtiyacı duydum. Zaten 50 sayfa civarında bir çırpıda okunabilecek uzun bir öykü.. Gogol aslında bizlere çok yabancı değil, “Ölü Canlar, Müfettiş, Bir Delinin Hatıra Defteri” gibi eserleri ülkemizde çokça sahnelenip izleyiciyle buluşmuştur.)

Gogol’ün Palto’sunda ana tema yanında bir paragraf günümüze özel bir vurgu yapmakta:

“Mühim adamın tam olarak ne işle meşgul olduğu, bugüne kadar hala netlik kazanmayan bir konudur. Şunu da belirtelim, kendileri yalnızca kısa bir süre önce mühim adam olmuştu ve daha önceleri mühim bir adam değildi. Aslında kendisinden daha mühim olan diğer adamlarla karşılaştırılınca, bu adamın konumu hala, pek de mühim olarak değerlendirilemezdi. Gelgelelim bu gibi aslında mühim olmayan adamların çevresinde, onların mühim adam olarak görülmesini sağlayan insanlar da her daim var olmuştur. Kaldı ki bizim sözünü ettiğimiz mühim adamda bulunduğu konumun önemini diğerlerinin gözünde elinden geldiğince yükseltmek için türlü çarelere başvurmuştu: örneğin daireye geldiğinde emrinde çalışan tüm memurların kendisini karşılamak için merdivenlere çıkmasını buyurmuş: kimsenin, gerekli işlemler harfiyen yerine getirilmeden huzuruna çıkmaya cüret etmemesini öğretmişti.”

Yukarıdaki paragrafta aktarılanlar 1842’lerde yani 180 yıl öncesinde kaleme alınan ve günümüzde halen geçerliliğini yitirmeyen gerçeklikler..

Kamu yöneticisi olarak görev yaptığımız süreçte ve günümüz Türkiye’sinde özellikle yönetim çarkında/hiyerarşisinde görev alan, -sonrasında siyaset dünyasında yeralan ve siyaset balonuyla yükselen- seçilen/atanan olarak hiç fark etmeyen ve geliş(e)meyen/değiş(e)meyen ve de kendisini “Mühim Adam” olarak gören “Küçük Adamlar”a ithafen paylaşmak istedim.

Saygı/sevgi/selamlarımla...

(08. 05. 2022)

Remzi KOÇÖZ

6 Mayıs 2022 Cuma

Denizler


Denizler...
Türkiye’de 68 kuşağı gençliğinin sürdürdüğü mücadelenin yiğitlik açısından destansı bir yanı vardır.
Aynı dönemde dünyanın başka yerlerinde de ortaya çıkan gençlik hareketlerinden çok farklı seyredecekti.
Türk toplumuna özgü, olağanüstü direngen bir mücadele ruhuna/gücüne sahiptiler.
Yurtsever aydınlar haline gelen gençler, henüz 20’li yaşlarında emperyalizme karşı, bağımsız Türkiye idealleri için önüne/arkasına/ yanlışına/doğrusuna bakmadan -kitle örgütlenmesi ile toplumsal mücadeleyi sürekli kılma yerine- çıkarsız/önyargısız bir atılganlıkla kendilerini ortaya koyup, gözlerini kırpmadan ölüme gittiler.
Ve çok ağır bir bedel ödediler.
Yürekli/yiğit/yurtsever gençler;
Ülkenin dışa bağımlı,emperyalist sömürüye karşı korumasız kılınması ve açık pazar durumuna sokulması adına kurban edildiler.
Onların özelinde Denizler;
50 yıl öncesinde bugün 6 Mayıs 1972 sabahında
adaletsizliğe, sömürüye karşı mücadeleleri/ eylemleri sonrası darağacında ölümsüzleşirken,
devrimci gençliğe sembol olurlar
ve yüreklerde yaşarlar.
(6 Mayıs 2022 / Ankara)
Remzi KOÇÖZ


Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz