“Sen ey koca sanatçı,
yaratan evreni özünden,
Canından
can katan doğaya ve nefes göklerinden.
Ne güzel eksiksiz bahçende
olmak, yaşam ne
güzel!
Her şeyden
bol bol veren bize sevgi dolu El.
Sen ey tanrım!
Varolan her şeyin tek ustası,
Ört, doldur beni özünle, şimdi
bana bir güç gerek.
Serpiştir
gönlüme sevginden, sonsuz sevgi,
Sönmesin isterim, ayrılmasın
benden ölene dek,
Bize ışıklar
saçan okları,parlayan kılıcıyla,
Güneşin
kızı
o, kara saçlı güzel
Tamara,
Bilirim; kolay değil
ondan söz etmek, hele çizmek,
Ama bilsin isterim, ona yazdım
bu destanı emek vererek.
Ona öğütler
yazmağa kalsam, yaşarır gözlerim kan kan,
Oysa övmek gerek Tamara’yı,
seni övmek nazlı sultan.
Ürperir mürekkebim sevgiyle,
hokkasında coşar
dile gelir.
Kalem için göller nazlı
kamışların bana gönderir.
Oysa öv dediler bana, Tamara’yı
öv, öz sözünle,
Kaşları,
kirpikleriyle gözleri için şiir yaz dediler.
Güçsüzlere güç vermesinden
söz ettiler ve tükenmez sevgisinden,
Ama sabır
taşını çatlatan tatlı bakışından söz etmediler…” Şota RUSTAVELİ
Kültür
Gürcüler Kafkasya’nın
yerli halkları arasında köklü edebiyat geleneği ve ayrı
alfabesi olan tek halktır. Yazı dili Gürcü alfabesi ile gelişti.
Edebiyatın yanı sıra, mimari ve resimle birlikte kültürel
mirasın oluşmasında kilisenin önemli rolü olmuştur. Ortaçağ
Gürcü mimarisi büyük gelişme göstererek Bizans mimarisini
önemli ölçüde etkilemiştir. Gürcü
mimarisini yansıtan bu
anıtlar bugün koruma altına alınmıştır. Gürcü kültürü
ülke dışında da etkili olmuş, Anadolu, Filistin, Mısır, Suriye
gibi bölgelerin kutsal olarak bilinen bazı yerlerinde Gürcü
kültürünü yansıtan sayısız yapılar inşa edilmiştir.
XII. yüzyılda
Gürcistan Avrupa’nın ancak XV. yüzyılda tanımaya başlayacağı
Rönesans’ı yaşıyordu.
Sanat, felsefe, bilim ilerlemiş,
halkın
kültür ve hoşgörüsü en yüksek seviyesini bulmuştu.
Altın Çağ olarak
adlandırılan bu dönemde Gürcüler, mimari, edebiyat, ekonomi
açısından büyük gelişme gösterdiler
Gürcistan’da N.
Pirosmanaşvili, İ.
Toidze, L. Gudiaşvili, S.
Kobuladze, E.Ahvlediani, G.Gabaşvili
gibi ünlü ressamlar, Z.
Paliaşvili, M.
Balançivadze, V. Çabukiani gibi besteciler
yetişti. K.Marcanişvili,
S. Ahmeteli, R. Sturua gibi
çağdaş tiyatro
yönetmenleri Gürcü
tiyatrosunu dünyanın birçok
ülkesine taşıdılar. M.
Kobahidze, T. Abuladze, T.
Babluani gibi dünyaca ünlü
sinema yönetmenleri uluslararası
başarı kazanan filmlere imza attılar.
Gürcistan'ın
başkenti Tiflis'te yaklaşık 14 tiyatro faaliyet göstermektedir.
Ülkedeki kötü ekonomik koşullar tiyatro ve diğer sanat dallarını
olumsuz etkilemiştir. Ancak, Tiflis'teki kültürel hayatın
imkanlar ölçüsünde canlı olduğu söylenebilir. Son zamanlarda
sergi salonları sayısı artmakta, sinema salonlarının sayısı
azalmaktadır. Televizyon ve radyo faaliyetleri de artmaktadır; iki
devlet televizyon kanalı ile 7 özel televizyon kanalı yayın
faaliyetinde bulunmaktadır.
Gürcistan Canaşia Devlet
Müzesi, Gürcistan Sanat Müzesi, Tiflis Tarih ve Etnografya Müzesi
bulunmaktadır.
Okuma yazma sorunu 1930’lu
yıllarda çözümlenmiş olup, kültür ve bilim alanında en ileri
ülkelerle yarışmaktan geri kalmamaktadır.
Antropolojik Açıdan;
Bugünkü Gürcistan topraklarında
yaşam alt paleolitik çağa kadar iner. Neolitik dönemden kalma
sitlerde yapılan kazılarda o dönemde bölgede hayvancılık ve
tarımla uğraşan yerleşik kabilelerin varlığını
kanıtlamaktadır. Arkeolojik kalıntılar, dilin verileri, yazılı
kaynaklar Gürcülerin Antik çağda Ortadoğu’da metal işleme
yöntemlerine büyük katkıda bulunduklarını göstermektedir.
Yunanlılara göre demir dökümcülüğünü Gürcülerin ataları
bulmuşlardır. Eski çağlarda Kafkasya metal işlemeciliğin beşiği
sayılırdı. MÖ 3000’lerde Tunç, MÖ 2000’lerde Altın-Gümüş
kapların yapıldığı saptanmıştır. Trialeti’de bulunan
altın-gümüş kupalar, takılar, pişmiş topraktan kaplar gelişmiş
bir sanat geleneğinin kanıtlarıdır.
Gürcüler, Svanlar ve
Megrel-Lazlarla birlikte 'Ponto-Zagros' diye adlandırılan
grupta yer alırlar ve palaeo-Kafkas halkları ailesi içinde ortada
bir konum işgal ederler. Çağdaş Gürcüler Debets'e göre geçen
2000 yıl
için fiziksel görünümleri büyük değişimler
geçirmiş olmasına
rağmen, büyük ölçüde brakisefal veya hiperbrakisefaldir. Çoğu
Gürcü güzel, açık ve renkli ten karışımına sahip ve
sarışınlar bulunmasına rağmen çoğunlukla siyah saçlıdır.
Çoğu ela gözlü, %30 kadarı da mavi gri gözlüdür. Gürcüler
yapısal olarak genellikle ortalamadan uzun, iri yapılı, atletik ve
güçlüdürler. Kartli ve Kaheti doğu eyaletlerinden insanlar
çengel burunlu, yüksek ve geniş alına sahipken, Batı
Gürcistan’da düz ince burun daha çok görülür, buradaki
fizyonomi Güney İtalya ve Yunanistan'dakileri andıran Akdeniz yüz
biçimine benzer. Gürcüler, 3.bin yılın Hint-Avrupa sızması
unsurlarının karışmasına ve bunu izleyen dönemlerde İskitlerin
ve Kimmerlerin istilaları, Miletoslu Yunanlı sakinlerin ve daha
sonra da Arap, Moğol, Türk ve İranlı işgalcilerin yarattığı
dalgalara rağmen, Kafkas bölgesinin ve hemen güneydoğusunun
bitişiğindeki yerli sakinlerinin devamı olarak
değerlendirilebilir.
Gürcü ulusunun toplum yaşamının
kökleri Hitit, Urartu ve Asur dönemlerinde bulunmaktadır; bu
kaybolmuş uygarlıkların aksine Gürcistan günümüze kadar sağlam
bir biçimde ayakta kalmayı başarmıştır.
Dil
Kafkas bölgesinin bugün bile
varlığını koruyan
olağanüstü etnik farklılıkları dikkate alındığında, dil
birliğinin önemi anlaşılır.
Gürcüce, temel olarak Doğu
Gürcüce’si üzerinde gelişmiş, süreç içinde edebiyat ve
devlet dili olmuştur. Bu standart dile dayanan Gürcü
edebiyatı, yaklaşık
1.500 yıllık bir geleneğe sahiptir. Dilbilimcilerin çoğunluğu
Gürcüce’yi Kafkas dilleri
ailesinden Güney Kafkas dillerine bağlı
bir dil olarak sınıflandırır.
Gürcülerin konuştuğu
dil Gürcüce, günümüzde
Gürcistan’ın standart
dilidir. Gürcü alfabesi
(Anbani) olarak bilinen ayrı
bir yazı sistemiyle (Kiril) yazılır. Bu alfabe 28’i ünsüz
olmak üzere 33 harften
oluşur.
Gürcü alfabesinde büyük harf yoktur.
Gürcistan, tarihi boyunca farklı
feodal siyasi yapıların varlığını sürdürdüğü bir ülkeydi.
Birkaç yüzyılın birleşik bir devlet yapısı olmasına karşın,
bu zaman dilimini dışında ülke topraklarında birden fazla
krallık ve prenslik bulunuyordu. Ayrı siyasi yapıların da
korunduğu bu bölgelere bağlı olarak Gürcüce’nin farklı
diyalektleri konuşuluyordu. Günümüzde bu diyalektlere konuşma
dilinde rastlanır, ancak bu diyalektler ayrı bir yazı dili olarak
kullanılmamıştır.
Gürcistan
(Gürcüce: საქართველო/
Sakartvelo olarak yazılır)
Edebiyat
Yazılı
dilin MS V. yüzyılda geliştiği zengin ve köklü bir kültürel
mirasa dayanır. Geleneksel olarak edebiyata büyük önem veren
Gürcü toplumu birçok şair ve yazar yetiştirmiştir. Gürcü
edebiyatı, Hıristiyanlık
sonrası din kitaplarının Gürcüce’ye
çevrilmesi ile başlar.
Buda’ya ilişkin bir efsaneden uyarlanan ‘Balavariani’
daha sonra Gürcüce’den bütün Avrupa’ya yayıldı.
Kilise dışı ilk önemli eserler XI. yüzyıldan
sonra S.Tmogveli,
M.Honeli, Çahruhadze, İ. Şavteli
tarafından yazıldı. Bu
dönemde yazılan, ayni zamanda klasik Gürcü edebiyatının en
önemli ürünü, Şota
Rustaveli’nin
(Vephistkaosani)
‘Kaplan Postlu
Kahraman’ıdır.
(Gürcü halkının,
insana ve onun yapıtlarına olan övgüsü, dostluğa ve kardeşliğe
olan tutkunluğu, Şota
Rustaveli’nin
‘Kaplan Postlu Kahraman’ının
da dile
getirilmiştir. Onun
insan anlayışı
yüzyıl sonra Anadolu’da Yunus
Emre ve Mevlana
tarafından
tekrarlanacaktır. Ondan yaklaşık 400 yıl sonra Fuzuli ‘Leyla
ile Mecnun’ eserini
yazacaktır.
Günümüzde destanı
ezberden okuyan Gürcü köylüleri bulunduğu gibi bir kopyası
geleneksel olarak her Gürcü gelininin çeyizinin bir parçasını
oluşturur. Rustaveli’nin bu eseri 1978 yılı itibariyle 34 dile
çevrilmiştir.)
XIII. yüzyılda
başlayan yabancı istilalar nedeniyle kesintiye uğrayan Gürcü
edebiyatı XVII-XVIII. yüzyılda S.
Orbeliani, D. Guramişvili,
B. Gabaşvili, A. Çavçavadze, G. Orbeliani, N. Barataşvili gibi
yazar ve şairlerle yeniden
canlanmaya başlar. 1860’larda İlia
Çavçavadze ve Akaki Tzereteli’nin
başını
çektiği (Birinci gurup) bağımsızlık ve yurt sevgisini işledi.
A. Kazbegi, V. Pşavela,
D. Kldiaşvili, V. Barnovi,
XIX. yüzyılın önde gelen
yazar ve şairleridir. XX. yüzyıl başlarında M.
Cavahişvili, N.
Lortkipanidze, G. Robakidze, L. Kiaçeli, K. Gamsahurdia, A. Abaşeli
gibi yazar ve şairler
ortaya çıktı.
1950’ler sonrası yumuşama nedeniyle önceki döneme ait biçimci
ve kısır edebiyat anlayışı da aşıldı. G.
Rçeulişvili, A. Sulakauri,
T. Çiladze, O. Çiladze, N. Dumbadze, G. Gegeşidze
gibi yazar ve şairler
kişisel özgürlükleri ve ulusal değerleri
savundular.
Sanat
Ortaçağda
Gürcistan’da kabartma nakış ve heykel sanatı dünyada önemli
bir yer işgal ediyordu. Bu çağda ne Bizans nede Batı Avrupa,
Gürcistan’dan ileri değildi.
Gürcülerin katkısının
tartışılamayacağı ortaçağ sanat dalları arasında dövme işi,
kakma mine işi ve genel olarak altın ve gümüş işleme sanatları
bulunmaktadır.
Triyati’de bulunan altın
ve gümüş kaseler Maykop ve Kuban bölgelerinde yapılan
araştırmalar sonunda ele geçen belgeler Gürcü kültürünü
Sümer kültürüne yaklaştırmaktadır. Eğer Sümer sanatı öyle
bir çağda Kafkasya’da canlanıp gelişti ve yeni hamleler yaptı
ki bu çağın hemen önünde Batı Roman sanatı oluşmaya başladı.
Sanat tarihçileri, Gürcü
sanatının, Hitit sanatının
ilk devirlerinde önemli bir rol oynadığı konusunda hem
fikirdirler. MÖ VIII. Yüzyıldan sonra uzun yıllar Kafkas
dağlarının koruyuculuğu altında kültürlerin devam
ettirirlerken MÖ V. yüzyıla doğru Yunan kültürü ile
tanıştılar. Hıristiyanlık sonrası Bizanslılarla karşılıklı
etkileşim içinde oldular. IX ve X. yüzyıllarda nakış sanatı
yeniden gelişerek eski manastırların, sarayların duvarlarını
süsleyerek daha da gelişti. XII. Yüzyıl sonrası Moğol ve Timur
istilaları sanat yaşamını bir süre durdurdu. Sonrasında devam
eden gelişmeler XIX. Yüzyılda Avrupa kültürü ile yeniden
iletişim sağlanarak Realist Resim ve Heykeltıraşlığın temeli
atılır. XX. yüzyıl sonrası mimaride ulusal motifler öne çıkar.
Gürcü halk mimarisinin uzun
bir tarihe sahip olan bir başka
biçimi de ‘Darbazi’
olarak bilinen köy evidir.
Başkent
Tiflis’in hakim tepelerinden birinde ülkenin sembolü vardır.
Bu sağ elinde kılıç, sol elinde tabak bulunan Gürcü annesini
simgeleyen Kraliçe Tamara’nın heykelidir. ‘Kılıç
düşmana, tabak ülke ürünlerinin dosta ikram’
anlamını taşır.
Müzik
Gürcülerin
en önemli özelliklerinden biri şarkı
ve dansa olan sevgidir. Hemen hemen her gün Daira, özel davul ve
çoguri (üç ipek telli gitar, çok eski müzik aleti) eşliğinde
şarkı söylenir. Gürcülerin müzik aletleri için geleneksel bir
isimleri vardır: Sakravi
(vurulan). Diğer yandan
kutsal kitaplarda, Gürcülerin atalarından Tuballar’ın ilk müzik
aletlerinin üreticisi olduğu açıklanmıştır. Buradan önceleri
vurgulu çalgıları, sonraları telli ve nefesli çalgıları
buldukları yargısına ulaşılıyor.
El yazmaları
onların icraatlarını zil, lavta, def ve flütle yaptıklarını
göstermektedir.
Müzik Gürcü kültüründe çok
önemli bir yer tutmakta, kökeni çok eski çağlara
kadar uzanmaktadır. Eski
çağların tarihçi,
coğrafyacı ve bilginleri (Herodot, Pline, Strabon) eserlerinde
Gürcülerin istisnai müzik yeteneklerinden bahsetmişlerdir. Gürcü
müzik terminolojisinde Avrupa’dan alınmış hiçbir terim yoktur.
Çok sesli müzik, Gürcistan’da putperestlik devrinde doğmuştur.
Hıristiyanlık sonrası kilise müziğine uyarlanmıştır. İlksel
işaretler, ses isimleri vs. bütün deyimler Gürcücedir. IX.
Yüzyıla ait bir yazı iki
çeşit sesli müzik olduğunu açıklar: Yunan müziği tek sesli,
Gürcü müziği üç sesli. Gürcistan’da
eski Gürcü şarkılarını
derlemek amacıyla Etnoloji ve müzikoloji komisyonu kurularak köy
kent dolaşılarak yaklaşık 10 bin şarkı derlenmiştir.
Gürcü
halkının özelliklerinden biride türkü ve ulusal oyunlara olan
tutkusudur. Fırsat buldukça şarkı söylenir. Mısır tarlasını
çapalarken ya da başka bir tarım işi yaparken düzgün sıralar
halinde dizilen erkekler düzdükleri şiirleri türkü halinde
söylerler. Koro aynı zamanda tempo ödevini görür. Tempo yavaştan
başlar, sonradan hız kazanır. Çalışma temposu da müziğe uyar.
Tarlanın kenarına gelince türkü ve koro birden durur. Çapalama
düzeni kurulunca yeniden başlar.
Folklor
Gürcistan, orijinal, zengin,
egzotik ve dinamik folkloru ile dünyaya ün salmış
eşsiz ülkelerden biridir. Eski
kaynaklar Gürcülerin zengin ve gelişmiş
folklorlarının
bulunduğunu kaydetmektedirler. İlk folklorculara ait orijinal ve
zengin kaynaklar mevcuttur. Gürcü halk yaratıcılığı gelişme
yolunda esaslı değişiklikler geçirmiştir. MS IV. yüzyılda
folklor çok gelişmiş, esaslı türleri oluşmuştu. Kahramanlık
şiirleri, mitolojik kol, epik, lirik ve dramatik eserler Gürcü
halk adet ve gelenekleriyle doluydu. XII-XIII. Yüzyıllarda çeşitli
Gürcü sosyal kesimlerinde mersiye, methiye ve şiir yazan
sanatçılar çoğalmıştı. Gürcistan’da folklor çok eski
çağlardan beri düğün, ziyafet, iş hayatı, oyun, eğlence,
imece, avcılık ve sonraları vaftizlerde gelenek haline gelmiş
ölçüde revaçta idi. Bu ilgi günümüzde de devam etmektedir.
Gürcü halk danslarının
kökleri, binlerce yıllık ulusal tarihine ve bağımsızlık
mücadelelerine kadar uzanır. Halk, sosyal hayatı içinde zengin,
dinamik folklor oyunlarını bütün orijinalitesiyle koruyageldi.
Sonraları, figürlerinde değişiklik yapılarak reform yapıldı.
Genel durumu ile danslar solo, çift ayak, gurup ve yığın olarak
gözükür. Dansların karakteristiği, gerek kadınlarda gerekse
erkeklerde vücudun üst kısmı sabit kalırken kolların ve
bacakların son derece hızlı bir tempoya ulaşmasıdır. Bu
danslara eşlik eden enstrümanların başlıcaları şunlardır:
Duduki (nefesli), Doli (trampet), Akordeon, Tulum, Çonguri (üç
telli gitar, saz)
Kafkas kıyafeti çoha;
Her Kafkasyalı her an savaşa
gitmek için hazır olmak zorunda idi. Bundan dolayı ulusal
kıyafetin askeri görünüşte olması gerekiyordu. Kemerle belden
bağlanmış, göğüsler fişeklikle kapatılmış bol ve uzun ceket
(çoha), bele takılmış sivri ve keskin kama, hareketleri
kolaylaştıran külot pantolon ile hareketleri hafifletmek amacıyla
eldiven yumuşaklığında yapılmış çizmeler. Boynu muhafaza eden
resmi yakalı gömlek, çok sayıda düğmelerle sert hareketlerde
dahi kapalı kalmasını sağlar.
Spor açısından;
Tüm spor dallarında uluslararası platformlarda mücadele
verilirken özellikle Satrançta başarılı bir grafik çizilir.
Özellikle kadınlar-genç kızlar dalında dünya şampiyonluklarına
imza atmışlardır. Bunun açıklaması olarak da kadının tarih
boyunca toplumdaki yeri ve ülkenin Satranç tarihi vermektedir. VII.
Yy’da ülkeye giren Satranç kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın
oynanarak günümüze ulaşır. Sonrasında genç kızlara düğün
hediyesi olarak verilirken onunda oyunu bilmesi şart koşulur.