10 Kasım 2002 Pazar / Erzurum:
'Havuzbaşındaki Atatürk Anıtına sağanak yağmur altında çelenk sunumu ardından Atatürk Üniversitesi Oditoryum salonundaki anma programına ıslanmamıza aldırış etmeden katılıyoruz. İlköğretim öğrencilerinin “Oratoryo/ koro/ şiir” görseli bizi ısıtırken, sonrasında, Tarih Enstitüsü yöneticisinin; “Atatürk’ün eserlerini, söylemini, sözlerini iyi okuyup, çok iyi anlayıp, hayata uygulamamız gerektiğini; 80 yıl öncesi sezilerinin bugünler ötesine, yarınlara ışık tutabilecek bir yol gösterici, önder olduğunu vurguluyor. Dehasının yüzyıl ötesine damgasını vurduğunu, toplumu yönetmek ötesinde aydınlatma görevini yerine getirdiğini” tarihçi sorumluluğu çerçevesinde açıklarken; bu özel günün anısına ajandama aşağıdaki satırları karalayacaktım.'
GEÇMİŞ ZAMAN GÜNLÜKLERİ
(Arşivden / Ajandamdan Notlar)
10 Kasım Anmaları ve Atatürk
Bugünlerde moda olan Atatürk düşmanlığının Türkiye Cumhuriyetiyle tarihi hesaplaşma daha doğrusu Atatürk’ün kurmuş olduğu vede onun ilkeleriyle yönetilen ülkeyi; ilkelerini yozlaştırarak, değiştirerek, yok ederek hedeflerine ulaşabilmek için çok yönlü, sistemli, programlı çalışmalar yürüttükleri aşikardır. Bunlar 5.kol dediğimiz iç dinamiklerini de beraber yaratıyorlar. Bunlarda 2.Cumhuriyetçiler/Bölücüler/Şeriatçiler/ Saltanatçılar vb. hepsi elbirliğiyle yıkım ekibi olarak çalışıyorlar. Atatürk’ün Türk Dünyası üzerindeki gücünü yok etmek için onun özel yaşamı ile ilgili yazılar, kitaplar yayınlıyorlar. Özellikle birlikte yaşadığı kadınlar, evliliği, alkol düşkünlüğü ve daha neler neler.. 80 yıl öncesinin savaş şartlarında ve devamında kurulan İstiklal Mahkemelerinin infazlarını, kararlarını yargılıyorlar. Diktatörlükle, keyfilikle, zorbalıkla hatta faşistlikle suçluyorlar.
Bu yıkım ekibinin Cumhuriyet öncesi işgal döneminde olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonrasında çalışmaları devam ediyor. Atatürk’ün ölümü sonrası bunlar Atatürk’ün mirasını ve eserini yiyen, onun aydınlanma sürecini devam ettiremeyip, yönetme dışında gelişim kat edemeyen kadroların keyfilikleri, bakış açıları; Yıkım ekibini tek partiden çok partili hayata Demokrasiye geçiş aşamasında ve sonrasında etkin kılıyor. DP ile bunlar iktidar oluyor ve Cumhuriyet Devrimleri ile hesaplaşma yoluna gidiyorlar. Ülkeyi bağımsız dış politika kulvarından ABD’nin kucağına itip, karşılığında Ekonomik yardım adıyla o dışa bağımlı bir yapıya kavuşturuyorlar. Toplumu cephelere bölüp 7’den 70’e politize ediyorlar.
İşte bu süreçte 1960 ihtilali sonucu, gelişen bu hareket sekteye uğruyor, ağır bir darbe alıyor. Yeni oluşturulan Anayasa kendi insanımıza geniş özgürlükler tanıyan, değer veren bir yapıda çok partili hayatın, Demokratik Cumhuriyetin güvencesi oluyor. Dünyada gelişen gençlik olayları Üniversite olayları, 68 kuşağının istemleri, 1971 Muhtırası ile Anayasal Özgürlükleri kırparak 1961 Anayasasını tırpanlıyor. 1961 yılının Yassıada mahkemelerinin duygusal, tepki sonucu oluşan ağır kararları sonucu infazın o dönemdeki Cunta Zihniyeti ile yerine getirilmesi, Demokrasi adına bir kan davasını getiriyor. Bu kan davasının sonucunda 68 kuşağı gençliği ve liderleri 1961’in rövanşı olarak infaz ediliyorlar. Bu süreçte kan davası toplumun tüm katmanlarını sarıyor. İç savaş yaşanıyor.
1980 ihtilali bu süreci balyoz gibi eziyor. Bundan sonra oluşturulan Anayasa daha temkinli ve özgürlükleri kısıtlayıcıydı. Yasakçı bir felsefesi, bakış açısı vardı. Bu Anayasa sonrası Seçimler sonucu ‘Cemaat-Tarikat-Ticaret zihniyeti’ Türk Siyasi arenasında, Merkezi Yönetimde, Yerel Yönetimlerde kökleşerek Cumhuriyet kazanımlarına, devrimlerine karşı içten-içe çalışarak kadrolaşma sürecini başardılar. Her kurumun alt yapısını istekleri-özlemleri doğrultusunda değiştirdiler. 1997 yılının 28 Şubatında kimilerinin postmodern darbe olarak nitelediği Askerin “Demokrasiye Balans Ayarı” yaşanır. Siyasiler uzlaşamayıp, Rejim tehlikeye girince Asker öne çıkıyordu. Bir yandan kendilerini Demokrat, Askeri ise Anti-Demokrat olarak lanse etmeye, yıpratmaya çalıştılar. Tıpkı iktidarın zafiyetlerine kalkan ve baskı unsuru olarak kullanmaya çalıştığı kolluk kuvveti polisin yıpranması gibi.
21.yy’a girilirken, yenilenen seçimler ardından siyaset uzlaşısı 3’lü bir koalisyonla olumlu başlangıç yapıp, sonradan ters düşüp/çatışacakları ‘Demokrat, Hukuk Adamı, Siyasi olmayan’ bir Cumhurbaşkanı seçerler. Sonrası yine kısır çekişmeler, ihtiraslar, adam kayırmalar, yolsuzluklar sonucu ekonomik bunalım kendini gösterir. 1,5 yıla yakın güven tazelemekten kaçan, halkın gözünde güvenini kaybeden, sayısal çoğunlukla ülkeyi yönetmeye devam etmekte ısrar edince kendi aralarında bu kez ayak oyunlarına başladılar. Blöf olarak seçime karar verdiler. Seçim sonucunda da hepsi sandığa gömüldüler. İşte bugün Atatürk’ün 80 yıl öncesinden gelen sözleri kulaklarımızı çınlatmaya devam ediyor:
“Gaflet ve Delalet Hatta Hıyanet İçersinde” bir yaşanmışlık tekerrürü, bir tehlikeli gidişat sözkonusu!
O’nun en çok değer verdiği; Tam Bağımsızlık / Ulusal Devlet / Ulusal Egemenlik:
Çok ama çok önemli olup, değerini sürdürüyor, daha da önem kazanıyor, Tarih tekerrür ediyor.
Atatürk’ün Bilime, Aydınlığa, Çağdaş Uygarlığa yönlendirdiği Türkiye;
-İlk olarak en yakın arkadaşları tarafından istismar edilerek, yalnız bırakıldı. Dehasına ulaşamayanlar Popülizm ile zamanı geçiştirdiler.
-Demokrasi denemesi sonrası oy avcılığı ‘Din Bezirganlığı ve Siyaseti’ üzerine kurularak; Atatürk döneminin hurafelere ve cehalete karşı mücadelesi, “Kuran/Ezan/Hutbe”nin kendi öz dilinde Türkçe okunması, Müslümanlığı halkın anlayabileceği bir hale getirme çabası dinsizlik/din karşıtlığı şeklinde çarpıtılarak; Arapça’ya dönüş “Milleti, Ezan-ı Muhammedî’ye ye kavuşturduk” olmuştur.
-Bu çığır açılınca, arkası devam etti. Atatürk ilkeleri/cumhuriyet devrimleri vede Kemalizm ideolojisi ‘Açık Eksiltmeye’ konuldu. Olumsuz seleksiyon boy atarak kötü olan iyiyi, geri olan ileriyi kulvardan çıkardı.
-Bu süreç çağdaş uygarlık ideali yerine, geçmişin karanlıklarını özlem halinde kitlelere sundu.
Bugün ise geldiğimiz noktada neleri tartışıyoruz:
Kadınlar özelinde kılık kıyafet/kapanma/türban, Eğitimde ise İmam Hatipler.. Asıl tartışmamız, yakalamamız gereken konular bu ise o zaman; “Dinde reformu” demokrasi ortamında tartışarak insanları 21.yüzyılda rahatlatmalıyız ki! Din, Devletin yönetim zihniyetinden, müdahale ve istismar alanından çıkarak doğal mecrasına -din/inanç/vicdan özgürlüğü olarak- “Kişi ile Tanrı” arasına dönsün. O zaman toplum istenilen ideali “Aklı-Bilimi-Çağdaş Uygarlığı” yakalamak için yola koyulur. Yoksa ‘İleri-Geri’ yerine bu kez Asansör olgusu ‘İn-Çık’ şeklinde yerinde sayma başlar vede uzun yıllara sirayet edecek bir kısır döngü devam eder. (Erzurum / 10.11.2002)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder