Mehmet Dağıstanlı ve Kitapları Üzerine...
Mehmet Dağıstanlı'nın bir edebiyatçı
titizliğiyle yazdığı ve Ayvalık özelinde bir ilk olan “Yılanlar Adası” isimli son romanını bir çırpıda okurken, öncesinde kaleme
aldığı tarihsel romanlarından “Ben Kara Fatma", Cumhuriyet'in 100.yılına özel /anlamlı bir çalışma olacaktır.
Ben Kara
Fatma…
“Savaştan
gözünü açamayan Anadolu insanı, sonunda yaşadığı toprakların elinden çıkmasına
tahammül edemiyordu. Köyünde/kasabasında savaşa gönderecek kimsesi kalmamıştı.
Bu da Rum/Ermeni çetelerinin istediği bir ortamdı. Yeni teşkil eden orduya
yardımcı olmak da Kara Fatma gibi gönüllülere düşüyordu. Kadın, erkek, yaşlı,
eline silah alan efeler/zeybekler/seğmenler düşman çetelerine karşı gece/gündüz
karşı koymak için ellerinden ne gelirse yapmıştı vatanın her köşesinde.
Köy/kasabalardan
toplanan gönüllülerle 350 kişiyi bulmuştu. Sayı giderek artarken, sıkıntılarda
beraberinde geliyordu. Son birkaç kasabada gönüllülerin toplanmasına karşı
gelenler olduğu gibi yapılan savaşa karşı çıkanlar olmuştu. Aralarında (Refi
isimli yazar, mutasarrıf Anzavur Ahmet gibi), emekli
mutasarrıf/yazar/muallim/imam, sarayda görevli subaylar, şeyhler, toprak sahipleri
vardı. Halk üzerinde son derece kuvvetli etkileri vardı.
Sonu
belli olmayan yolda olduklarını onlarda biliyordu. Gerçi Ankara hükümeti
vatandaşa bir umut olmuştu, ama Yunan ordusunun kuvvetlenerek tekrar
ilerlemesi, Hilafet ordusunun ortaya çıkıp Kuvayı Milliye’ye cihat ilan etmesi,
zaten iflas etmiş halkın sinirlerini altüst etmişti. Halkın da askerinde moral
ve umut duyguları tükenme noktasına gelmişti. Halkın arasına giren Şeyhülislam
Mustafa Sabri Efendi olsun, yazar Refi olsun çok rahatlıkla taraftar
bulabiliyor; her türlü tekniği kullanıyordu. Sonraki Şeyhülislam Dürrizade
Milli Mücadele karşıtı fetva hazırladı. Ve bu fetvalar İngiliz uçaklarıyla
Bolu-Mudurnu-Düzce-Adapazarı-Nallıhan civarında dağıtıldı. Kara Fatma ve
intikam tugayı böylesine zor, böylesine güçlü insanlarla ve ordularla mücadele
ediyordu.
Yunan
genelkurmayının harekat planı azçok belli olmuştu. Anadolu’yu savunan Türk
güçlerini 3 ayrı koldan vurmak, kesin sonuç almak istiyordu. Bu 3 kol Temmuz
1921’de dahada netleşmişti. Bursa-Eskişehir; Bursa-Tavşanlı-Kütahya;
Uşak-Dumlupınar-Seyitgazi istikametlerinde 3 ayrı koldan taarruza geçilecekti.
Ve düşündükleri gibi 3 ayrı koldan hücum emri verildi. Bu plan Türk ordusunu
imha planıydı. Afyon-Eskişehir-Kütahya gibi Anadolu’nun savunulması açısından
çok önemli bu 3 noktanın işgal edilmesiydi. Türklerin zayıf olduğu güney
kanattan kuşatmak istemişlerdi. Taarruz bu çetin tabiat şartlarının bulunduğu
bölgede yapılıyordu. Bu saldırıya ne Türk ordusu ne Kara Fatma’nın intikam
tugayı bir şey yapabildi.
Asıl
önemli konulardan birinin, para karşılığında İngiliz ajanlarına ve Milli
Mücadele’ye karşı ayaklanmayı isteyenlere hizmet etmek için halk arasında
destekleyenlerin çıkmasıydı. İzmit/Adapazarı civarından 150 lira maaşla isyancı
toplanmıştı. Bu kesinde, faillerde belliydi yaptıranlar da.
Sarayın
bilgisi dahilinde görevlendirilenlerce/isyancılarla (şeyh Anzavur Ahmet,
paşalar/subaylar) kuvvacılara son darbe vurulacaktı. Acıma, merhamet yoktu.
Gerekirse mallar yağma edilebilirdi: çünkü malları yağma etmenin helal
olduğunun fetvası bile alınmıştı. İslam ve Halifelik adına hareket eden,
acımadan insan öldürebilecek anlayışa gelmiş silahlı ve atlı kuvvet isyana
hazırdı. Nihayet 1920 Nisanında Adapazarı/Hendek isyancı grupları Ankara’ya, Türk
ordusuna ve Milli Mücadelecilere karşı ayaklandı. Bu ayaklanmanın hemen
arkasından, Düzce/Bolu isyancıları ayaklandı. Daha sonrada Nallıhan/Çayırhan
silahlı grupları.. Asilerin isyan ateşi, önlerinde ne var ne yok herşeyi
sürüklüyor ve süpürüyordu. Kara Fatma ve İntikam Taburu bu isyancıları imha
edecekti.
21
Haziran 2021 tarihinde Kara Fatma’nın milisleriyle Yunanlar/İngilizler ve
çeteleriyle savaşarak Kandıra ve Adapazarı’nın düşmandan kurtarılmasına katkı
sağlarlar.
Ankara’ya
kadar yaklaşan Yunan ordusu bir yana Ermeni/Rum çeteleri vede yerli
işbirlikçilerin oluşturduğu isyancılar (Padişah efendimizin yanındayız,
Osmanlıyı padişah efendimiz kurtaracaktır, Allahüekber küffarlara ölüm) milli
kuvvetlerin direncini kırmaya çalışıyorlardı.
Biz
harbe ölmek için gidiyorduk, yaralanmak/kanımızı akıtmak için. O günler deli
köyneği giymiştik, biz hiç kimseden korkmadık. Zaten o cesaret olmasaydı biz bu
işi kazanamazdık.” (M.Dağıstanlı/Ben Kara Fatma)
Yukarıda alıntıladığım cümleler, Milli Mücadele
kahramanlarından Kara Fatma’nın, Kurtuluş Destan’ının bir kesitini aktaran, Kuvayı
Milliye karşısında yer alan çeteler ve ihanetlerinin ibretlik öyküsünden
paragraflar…
Mehmet Dağıstanlı, Bu kahramanlık öyküsünü, “Türk yurdunu karşılıksız seven ve bu
uğurda canlarını feda eden yiğit insanların anısına…” ithaf etmiştir.
Kendine özgü maaşı bile Kızılay'a bağışlayan Kara
Fatma, hayatının son yıllarında sefalet içinde yaşamıştır. “Sağlığında unutulmuş olmanın kahredici kaderi içinde, bir milli
kahraman gibi değil …” Darülaceze’de, ölümü trajik olacaktır.
Kara Fatma lakabının 1919 yılında Sivas’ta
Mustafa Kemal tarafından verildiğini belirten yazarımız, Fatma Seher
Savaşgan’ın kahramanlık sonrası öyküsünü şöyle özetleyecektir;
“Hayatı
savaş meydanlarında geçen Üsteğmen Kara Fatma, Cumhuriyet kurulduktan sonra
emekli olmuş, kendisine maaş ve İstiklal Madalyası verilmiş. “Ben bu mücadeleyi
milletim için yaptım, hiçbir beklentim yoktur” diyerek maaşı reddetmiş ve
Kızılay’a bağışlamış. Hayatı bundan sonra sefalet içinde geçen Kara Fatma,
maalesef Darülaceze’de yaşamını yitirmiştir. … 67 yıllık ömründen; savaş
meydanlarında/cephelerde/karargahlarda/ yollarda/sokaklarda/bakımevi/ hastanelerde
yoksul geçen bu kahırlı ömründen geriye kalan 4 istiklal madalyası, ceketi ve
mermi çekirdekleriydi.”
Arka
kapak yazısı çok anlamlıydı; Yunanlıların yenilgisinin özünde/arkasında Kara
Fatmalar özelinde Türk Kadınının gücü yatıyordu:
“İngiliz
desteğindeki Yunan Ordusu Osmanlı’yı yok etmek, Türkleri Anadolu’dan sürmek
için Ankara’ya kadar yaklaşmıştı. Her türlü araç, gereç, teknik donanıma
sahiplerdi. Çok güçlüydüler. Yunan başkomutanı Trikopis, herşeyi düşünmüştü
fakat bir şeyi hesap edememişti: Türk milletinin direnişçi gücünü, azmini,
fedakârlığını… Trikopis’in hiç hesap edemediği, savaşın kaderini
değiştirebilecek bir güç daha vardı: Türk kadınları… Cephelerde efsaneleşmiş
Üsteğmen Kara Fatma, Yunan Ordusu’na her yerde kök söktürmüştü. Yunanlılar
tarafından esir alındığında, Trikopis’in karşısına getirildi. Trikopis,
karşısında ufak tefek Kara Fatma’yı görünce şaşırdı. Adını sordu üç kez. Üçünde
de; “Kara Fatma” cevabını alınca, “Kara Fatma sensin ha!” dedi. Onlar Kara
Fatma’yı uzun boylu, iri yarı, güçlü kuvvetli biri olarak düşünüyorlardı.
Kara
Fatma’nın cevabı aslında Yunanlıların neden yenildiklerini çok iyi
anlatmaktadır: “Siz Anadolu insanını, Türkleri daha tanıyamamışsınız kumandan!
Bizim en kutsal varlıklarımız toprağımız, bayrağımız, namusumuzdur. Sizin
askerleriniz bütün bu değerlerimize leke sürdü. Bayrağımızı çiğnedi, namusumuzu
lekeledi, vatanımızı ele geçirdi. İşte bu yüzden Anadolu’da daha benim gibi
binlerce Kara Fatma var. Ama Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim. Bu topraklarda
sizleri yaşatmayacağız!”
Kurtuluş Sonrası İstanbul’un
Gelişimi/Değişimi
Çeşitli
dinleri/dilleri/kültürleri/medeniyetleri sinesinde barındıran İstanbul, aynı
zamanda koskoca Bizans’a/Osmanlıya başkentlik yapmıştı. Doğal bir güzelliği
vardı. 2 kıtanın geçiş yolu üzerindeydi.
Liman şehriydi, ticaretin, bankaların, sanatın kalbinin attığı yerdi.
Durmadan fabrikalar açılıyordu. Bu koca şehrin şehveti Anadolu insanını kendine
çekiyordu. Nüfus tahmin edilemeyecek oranda artıyordu. Nüfus arttıkça yeni
ilçeler kuruluyor, yeni evler, yollar yapılıyordu. İstanbul’da nüfus artıyor.
Nüfus arttıkça cefa artıyor (sefalet artıyor), cefa arttıkça vefa kayboluyordu.
Taşında/toprağında/ruhunda Osmanlı sükûneti, Türklere has misafirperverlik,
hatır sorma, komşuya yardım, ahde vefa yerleşmiş iken niteliksiz kalabalıkların
şehri kuşatması ile bu altın değerler yavaş yavaş kayboluyordu. Beton binalar
arasında sıkışan, iş yollarında ekmeğinin derdine düşen insanlar yeni bir
İstanbul anlayışını/yaşantısını/kültürünü meydana getirmişti.
Mehmet
Dağıstanlı, bu çalışmasında tarihe ışık tutan ibretlik bir ‘Kurtuluş Savaşı
Romanı’ ortaya koyacaktı:
Kadın kahramanlarımızdan Kara Fatma’nın sıradışı
yaşam öyküsünü, yurdun işgalini; İzmit, Sakarya, Bursa, Balıkesir, İzmir,
Eskişehir, Afyon ve Kafkas cephesindeki mücadelesini, Mustafa Kemal ile
görüşmesi ve Kurtuluş Savaşı’na katılışını, aile yakınlarından oluşan bir
milis gücü ile intikam taburu kurmasını, işgal güçlerine ve azınlıkların
çetelerine vede yerli isyancılara/işbirlikçilere karşı mücadele etmesini,
ülkenin kurtuluşundan sonra yalnız kalışını, köşesine çekilişini, Rus
Manastırına sığınmasını ve Darülaceze’de sefalet içerisinde yaşamının
sonlanmasını; bir edebiyatçı diliyle yalın/anlaşılır bir şekilde bizlere
aktaracaktı.
Yazar tarafından, bir edebiyatçı titizliğiyle tarihsel bir romana imza
atılmış. Bu eser aynı zamanda ‘Biyografi-Tarih-Dram’ türünde bir tiyatro oyunu olarak
Tiyatro P.A.S tarafından sahnelenirken, “Ben Kara Fatma”, Kurtuluş Savaşımızın
100. yılına ithafen hazırlanan Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın yaşam
öykülerinin tek kişilik oyun serisinin ilki olma özelliğini taşıyacaktır.
Mehmet Dağıstanlı; Edebiyat öğretmenliğinden
emekli bir araştırmacı-yazar, tiyatrocu, ressam olması yanında, her parmağında
ayrı bir beceriye sahip çok yönlü bir kişilik.
Tiyatro oyunculuğu/yönetmenliğinde “Hürrem Sultan, 4.Murat, Hastalık Hastası,
Deli, Yunus Emre” gibi önemli oyunlarda oynar. Yayımlanan
kitaplarının resimlerini kendisi çizmekte. Edebi/anlatım
açı(sın)dan okuyucuyu sürüklerken, tarihi romanlar bağlamında başarılı
çalışmalara imza atarken, bende varım diyerek yazın dünyasında da kendince bir
özgünlük oluşturma çabasında.
Türk yazın dünyasına; “Ben Kara Fatma, Babam Nevruz’da Gelmedi, Yanık Dere-1915 Erzurum, Yılanlar Adası, Şiirle Yolculuk, Masalistan, Masal Bahçesi, ilk Alışveriş, İz Bırakan
Hikayeler, Yaşamdan Öyküler, Öykü Demeti” isimli roman/öykü/masal/şiir
alanında çok sayıda (10’un üzerinde) eserle katkı sunması bir
başarı öyküsü.
Yazmak yeri geldiğinde bir sorumluluk, ayrıca bir
cesaret ve yürek işi. Tabi ki sadece yazarak değil, toplumsal duyarlılık
noktasında farkındalık yaratmak, yurtsever duruş sergilemek, gönüllerde yer almak, tarihe saygı çerçevesinde kahramanları yaşatmak başlıbaşına bir değer.
Emeğine/yüreğine/kalemine
sağlık.
Sağlıkla/sağlıcakla
ve üretkenliğinle kal,
Sevgili Mehmet
Dağıstanlı Ağabey…
(08. 10. 2023)
Remzi
KOÇÖZ