Şeriat, Kadın ve Cumhuriyet...
İslam dininde ruhban sınıfı olmamasına rağmen, tarihsel süreçte mezhepler/tarikatlar/cemaatler şeklinde ayrışarak, dinden geçinen ayrıcalıklı bir sınıf yaratılmıştır. Zaten Türk insanı, -kendi öz dilinde okuyup/anlamaktan öte- bilmediği/ düşünmediği bir dilden inancını yaşarken; dinin kutsiyeti bağlamında vatandaşların vicdanlarına hükmetme yetkisini kendine paye edinen, kendini otorite gören kişiler/gruplar, inançlardan öte toplum yaşam biçimi özelinde -öncelikli olarak kadınların giyim kuşamları ve kapanmaları üzerinden- bir baskı oluşturmayı dinsel görev/ödev şeklinde vazederek şekilsel bir anlayış oluşturmuşlardır.
Kadınlar, toplumun yarısını oluşturmalarına rağmen adeta yok sayılarak günlük yaşamdan uzak tutulmaya çalışılmışlar. Sadece kırsalda tarlada/tapanda/üretimde vardırlar. Şehirlerde ise yaşam alanları evlerdir. Eğitimden uzak tutulup ergen/erken yaşta kocaya verilirken, sadece erkeklerin icazeti ve inayetinde vardırlar.
Kurtuluş Savaşında, işgale karşı kadınların seferber edilmesi millî duyguların yükseltilmesinde büyük rol oynamıştır. Kadınlar yer yer cephede varolurken, cephe gerisinde de asıl yükü taşırlar. Ve kadınlar, bizim kadınlarımız; milli mücadele ile tarihsel kimliğine/kişiliğine yeniden kavuşacaklardır.
TBMM’nin açılışının daha ilk ayında “kadın hakları ve eğitim” konusunda, Atatürk’ün ülkü arkadaşımız diye değer verdiği bir din aliminin, meclis kürsüsünde söylediği sözler çok anlamlıdır (Hacı Süleyman Efendi - 22.5.1920): “Tarih, pusulasını şaşırmış ulusların çöküşünü gösteriyor. Ulusları kötü sonuçlara götüren neden yanlış fikirlerdir. İnsanlar, eğitilmedikçe hiç bir işe yaramazlar. Bugün köylerde ufak ufak okul yapmak, şehirde büyük büyük cami yapmaktan daha hayırlıdır.”
100 yıl öncesinde toplumsal gerçekleri söylemekten çekinmeyen bu anlayış; Anadolu halkının kendisini cehalet ve irfan yoksulluğundan kurtarmasının yolunun eğitimden geçtiğini ve bunun için de özellikle kız çocuklarının eğitimine daha fazla önem verilmesi gerekliliğinin altını çizerken, kadınların toplum içerisinde daha ön planda ve etkin olmalarının bir gelişmişlik göstergesi olduğunu da vurgular.
İşgalden kurtuluş sonrası Cumhuriyet’in ilanının ardından başlatılan devrimlerle, özellikle Hukuk alanında yapılan yeniliklerle çağdaş bir toplum ideali hedeflenir. Yüzyıllar boyu Türk kadınını erkeğinin önünde çaresiz bırakan aile hukuku ele alınıp yeniden düzenlenir. Türk Medeni Kanunu (1926), kadınlara çalışma hayatından eğitime, resmi nikah, aile hayatı, miras ve toplumsal ilişkiler çerçevesinde çeşitli haklar kazandırır. Bu durum kadın hakları açısından büyük bir devrimdir. Kadınlar, toplumda hak ettiği yerini alırken, kısa süreçte seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal haklar da elde etmiştir.
Cumhuriyet öncesi haremlik-selamlık bir toplum anlayışıyla kocalarıyla dahi oturamayan, nüfus sayımında sayılmayan, adeta ikinci sınıf bir vatandaş görülen kadınlar, Cumhuriyet ile birlikte Atatürk’ün peçeyi ve perdeyi kaldırmasıyla eşit birey olurlar. Meslek sahibi olma yanında ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşurlar.
Gelelim günümüze! Kadınlar, Cumhuriyet devrimlerinin kazanımları ile eğitimden bilime, yönetimden siyasete, sanattan spora hayatın her alanında vardırlar. Ancak günümüz Türkiye’sinde kadınlar, şeriat sarmalında dinsel bir siyaset anlayışının çemberinde, başta laiklik olmak üzere, Cumhuriyet ile birlikte elde edinilen kazanımlar, kadın hakları tartışma konusu yapılarak sorgulanırken, diğer yandan giderek artan şiddet/taciz/ölüm sarmalında çağdışı/gerici bir anlayışın baskısı ile karşı karşıyadır.
Gelinen noktada; Ortaçağ anlayışında karanlığa doğru gidilen bu süreci tersine çevirip, aydınlık ve çağdaş bir Türkiye mücadelesinde toplumsal muhalefetin yanında yine kadınlar,
-Milli Mücadelede olduğu gibi ön saflarda, erkekler ile birlikte omuz omuza- Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu olacaklardır.
Remzi KOÇÖZ
(Cumhuriyet Gazetesi, 8.3.2024, s.2 yayınlanan yazının orjinali.)