“Antik çağlardan gelen bir efsaneye göre Tanrılar, aralarında dünyayı paylaştıklarında Tanrı Helios, hayranlık içinde, denizin derinliklerinden çok güzel bir adanın suyun yüzüne çıktığını görünce hemen bu adayı Zeus'tan kendisine vermesini istemiş ve Helios’un dünyadan payı Rodos Adası olmuş. Rodos Doğu'nun Batı ile kaynaştığı yerde, Ege Denizi'nin güney doğusundaki billur denizlerde antik zamanlardan beri yunus balığını hatırlatan zarif hareketlerle yüzen büyüleyici bir adadır.”
YUNANİSTAN /
RODOS - IŞIĞA YOLCULUK
Tarihçe
Rodos Şövalyeleri yönetiminde iken Kanuni Sultan Süleyman (1522) tarafından fethedilen Rodos yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 1912'de Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya
tarafından işgali ardından, 1948'de 12 adalarla birlikte, Yunanistan'a katılır. Adada
bulunan Türk azınlık 1923'teki
Türk-Yunan nüfus mübadelesi
sırasında İtalya topraklarında sayıldıkları için mübadeleden kurtulurlar.
Günümüzde 3.500 civarında bir Türk azınlık Rodos’ta yaşamaktadır.
Dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen Rodos
Heykeli (Kolossos)
MÖ 280 yılında Dorlar
tarafından Rodos liman girişine inşa edilmiş (ilahları Helios adına zafer anıtı olarak elinde meşale ile New York’taki Özgürlük Heykeli'ni andıran 32 m
yüksekliğinde tunç heykel) ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve MÖ 223 yılında
bir depremde yıkılmıştır.
Lindos’da
116 m yüksek dik bir kayanın üzerine -masmavi bir gök altında denize bakan bir
balkon gibi- inşa edilmiş Acropolis'in tepesinde Athena tapınağı (MÖ 4.
yy), Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş
kalesi ve Orta Çağ'dan kalma mahallesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndedir.
Rodos, Antik Hellenik dünyasının önemli ticaret
ve kültür merkezi olarak hızla gelişmiş; Zenginliği, doğa güzellikleri ve
stratejik konumu ile önem kazanmış; güçlü hükümdarların ilgi odağı olmuştur.
Romalılar, Saint Jean Şövalyeleri, Osmanlılar, İtalyanlar bu adadan geçip
izlerini bırakmışlardır.
Coğrafya
Rodos, Ege Denizi'ndeki
12 Adaların
en büyüğü, Yunanistan'ın,
-Meis adası hesaba
katılmazsa- en doğudaki adası, Yunanistan'ın 12 Adalar idari bölgesinin ve
Rodos ilinin merkezidir. Adanın 2004 nüfusu 130.000 olup, bunun 55.000'i Rodos
şehrinde yaşamaktadır. Türkiye kıyılarına en yakın noktası olan Bozburun Yarımadası'na
Rodos adası mızrak ucu benzeri biçimde,
İç kısımları ormanlıktır ve Türk
çamı da denilen Pinus brutia ağaçları Kızılçamlar
ile kaplıdır. Adanın flora ve faunasının, genel olarak, Yunanistan'ın kalan
kısımlarından ziyade Türkiye'nin batı sahillerini andırdığı kabul görmektedir.
Adanın kuzey ucundaki Rodos dışındaki en önemli yerleşim, güneydoğu sahilindeki
Lindos'tur.
Ada
Rodos geyiğine anayurttur. Petalus yani Kelebekler Vadisinde yazın çok sayıda
kelebek toplanır. Sahiller taş gibi katı iken ada ekilebilir topraklara
sahiptir. Burada turunçgiller, şaraplık üzüm, sebzeler, zeytin ağaçları ve diğer ürünler
yetiştirilir. Turizm adanın birincil gelir kaynağıdır. Masmavi suları ve
kilometrelerce uzanan plajı, yazın serin ve kışın ılıman iklimi ile en çok
sevilen tatil yerlerinden biridir.
Marmaris / Rodos
2010 yılı Ekiminde Muğla teftişi bitiminde gitmeyi
düşündüğümüz Rodos adasına bir sonraki yaz Marmaris’te tatil yaptığımız esnada gitmeyi
planlayıp, 12 Temmuz 2011 Salı günü Sabah
08.00 gibi Marmaris gümrük bölgesine giden servise biniyoruz. Otobüsün
çoğunluğu yabancılardan oluşurken bizim gibi günübirlikçilerin sayısı az.
Marmaris girişinden sağa dönerek marinayı geçip gümrük bölgesine ulaşmamız 15
dakikayı buluyor. Pasaport ve bilet işlemleri sonrası küçük bir freshoptan
geçerek bizi Rodos’a götürecek olan deniz otobüsü katamarana biniyoruz. 400
kişilik deniz otobüsünün üst katı yolcu sayısının azlığı -hafta içi olması- nedeniyle
kapalı olup alt bölümde de yaklaşık 200 yolcu var.
09.00 gibi limandan ayrılarak Marmaris körfezindeki
adalar arasından geçerek Akdeniz’e açılıyoruz. Geçen hafta tekne turu esnasında
yüzdüğümüz koyları (Turunç, Kumbükü gibi) uzaktan seyrederek güneye doğru yol
alıyoruz. Açık denize çıkınca hafiften dalgalanma başlıyor, yer yer sallantıyı
hissediyoruz. Gideceğimiz yol yaklaşık
İskeleden ayrılarak kendimizi Eski Rodos olarak
adlandırılan tarihi bölgeye atıyoruz. Benzer kale-kentleri (Budva, Kotor,
Dubrovnik gibi) Akdeniz bölgesinde değişik yerlerde görmüş vede beğenmiştik.
Ancak Rodos pek bakımlı değil. Gümrükte girdiğimiz tuvaletlerin kirliliği ilk
izlenim olarak bizde kötü bir görüntü oluşturdu. Sonrasında yeşil alanların
kendi haline bırakılmış olması, çevrenin bakımsızlığı ve çöpler olumsuz
görüntülerin devamıydı. Bunlar bir ülke, bir şehir için çok önemliydi. Hele
turistik bir yer için daha da önemliydi. Eski bölgenin taş sokaklarını bir süre
dolanıp, çevresini sarmalayan kanalın da dışına çıkarak bir süre eski şehri
biraz tepeden ve dışarıdan seyrediyoruz. Bir yandan da limanda demirlemiş büyük
yolcu gemilerini, yatları ve de Akdeniz’i süzüyoruz. Bir ara bakımsız bir
parkın içersinden ilerleyerek stadyum solumuzda kalacak şekilde eski şehrin
çevresinden turluyoruz. Bu kez farklı bir kapıdan yeniden kalenin içersine
girerek taş sokakları ve çoğu harabe halindeki eski tarihi evleri görüyoruz.
Hediyelik eşya satan bir dükkan önünde durduğumuzda konuşmalara kulak verip
Türkçe konuşunca bu bölgenin ağırlıklı olarak Türklerin yaşadığı bir bölge
olduğunu öğreniyoruz. Zaten biraz ileride de bir cami minaresi görünce oraya
doğru geçip kapalı olan (Cuma, bayram gibi belirli günler ibadete açılıp hoparlörle
ezan okunmasına izin verilmiyormuş) caminin önündeki bankta biraz oturuyor,
akmayan şadırvanı ve camiyi seyrediyoruz. Burada yaşayan Türkler, Adanın İtalya
toprağı olması nedeniyle Lozan sonrası yaşanan mübadeleden etkilenmemişler. Rodos’lu
Türk esnaflarla selamlaşarak hediyelik Murano taşından (Çin yapımı) kolyeler
bakıyoruz. Bir ara babaannesinin Erzurum’lu olduğunu söyleyen bir esnafla çat
pat sohbet ediyoruz. Ardından meydan-ara sokaklar-dükkanlar derken nerdeyse
Rodos’un labirentlerinde kayboluyoruz. Recep Paşa Camii iyice harabe halinde,
Unesco tarafından restorasyon için iskelelerle çevrili ve de restorasyon
sonrası oluşacak projeyi yansıtan afişler görüyoruz. Şehirle yaşıt tarih olmuş
ağaçlar görüyoruz. Türk Hamamı tabelası dikkatimi çekiyor. Osmanlı-Türk
eserleri biraz bakımsız olsa da en azından Yunanistan karasında olduğu gibi tamamen
tahrip edilmeye yok edilmeye bırakılmamış.
Belki de burada yaşayan Türkler buraları yaşatmak için uğraş
vermişlerdir.
Eski şehrin
en işlek en geniş ve de en bakımlı Socrates Caddesi bizi şaşırtıyor. Bir tarafı,
birçok bar, lokanta ve eğlence yerleri bulunan Hipokrat meydanına açılan ve
eski ticaret merkezi olarak da anılan cadde üzerinde Dükkanlar sağlı sollu
hediyelik eşya yanında değişik markalar içeren mağazalar görüyoruz. Hafız Ahmet Ağa Konağın-Kütüphanesini geziyor
ve bahçesindeki bankta dinleniyor; konağın karşısına düşen Süleyman camiini
geziyoruz. Kanuni adına yaptırılan bu cami ahşap ağırlıklı olup Unesco
tarafından restore edilerek bakımlı hale getirilmiş. Bizim gibi farklı
ülkelerden gelen turistler de caminin içerisini geziyorlar.
Camiden
çıkarak Şövalyeler kulesinin yanından geçip Chollachium'un görkemli ana yolu
olan Şövalyeler caddesini takiben
Büyük Mayistro'nun Sarayının bulunduğu bölgeye doğru ilerliyoruz. Eski kamu
binaları görünümündeki yerlerin ön cepheleri restore edilmiş durumda. Buraları,
Şövalyelerin "Diller" diye anılan etnik gruplarının kaldıkları yerlermiş.
Rodos şövalyeleri tarafından yapılarak kullanılan sarayın dış bahçesine
ulaşınca burada da restorasyon çalışmalarından dolayı eski eserler pek seçilemiyor.
Eski kentin en heybetli binası görünümündeki Büyük Mayistro'in Sarayı; 14. yy'da orada bulunan Bizans kalesinin
harabeleri üzerine inşa edilerek Saint Jean Şövalyeleri'nce karargah olarak
kullanılmış; Saray günümüzde müzeye
dönüştürülerek salonlarında antik ve ortaçağ devirlerine ait önemli arkeolojik
eserler sergilenmektedir. Saray içersine gelmeden çevrede sergilenen eski
topların yanından geçerek Saray içersine geçip geniş avluyu ve iki katlı bölümün
avlu kenarlarına serpiştirilmiş tarihi şahsiyetleri figüre eden heykelleri
görüyoruz. Saray içersinde ise Rodos tarihini aktaran müzeyi, giriş katındaki
ibadet yeri olan kiliseyi geziyoruz. Biraz Bodrum kalesi gibi ancak daha küçüğü
konumunda.. İki katlı sarayın odalarındaki ihtişamı gözlemlerken; tahta
sandukalar, tarihi eşyalar ve şövalye giysileri sergileniyor.
Kalenin
ilersindeki bir başka kapıdan çıkarak eski şehre veda edip kendimizi yeni şehre
atıyoruz. Tarihle iç içe olduğumuz 3 saatlik süreçte eski şehri dört bir
yanından turluyoruz tabii havanın sıcaklığı nedeniylede iyice bunalıyoruz. Geri
kalan süreyi de yeni şehre ayırarak hem ihtiyaç giderip hem de akvaryum denilen
bölgeyi gezerek limana dönmeyi düşünüyoruz. Medikal ürün satan bir dükkandan
anatomik-süet ayakkabı alıyorum. Caddeyi takiben sahile inerken Türk
Konsolosluğu binasının önünden geçiyoruz. Biraz daha yürüyüp sahilin bir ön
caddesinde yemek molası veriyor; spagetti, patates cips, tavuk, salata karışımı
bir şeyler atıştırıyoruz.
Saat 15.00
gibi son kalan bir saatimizi yüksek tempoda yürüyerek ilk olarak Akvaryum
denilen bölgeye ulaşarak sahilde resim çekiliyoruz. Bu bölge plajlar ve oteller
bölgesi, deniz olarak da güzel bir görünüm sergiliyor. Akvaryum koyunda denize girenleri
izleyip limana doğru dönüşe geçerken bol bol resim çekiyoruz. Geyikli sütunlar,
saat kulesi, taş yapı resmi binalar, yel değirmenleri, kale surları ve
kuleleri.. Bir ara eski bir şadırvan tipi bir çeşmede serinliyoruz. Sonrasında
kasino olarak anılan bölge bitişiğindeki Murat Reis Camii, türbesi ve
bahçesindeki eski Osmanlı mezarlarını dışarıdan görüyoruz. Sahil kenarındaki
surların içersinden geçerek gümrük çıkışına ulaşmak için oval bir yay
çiziyoruz. Marmaris feribotu karşıdan görünse de mesafe olarak çevreyi
dolaşmamız nedeniyle 16.00 gibi ancak gümrük bölgesine ulaşıp sırada kimse
olmadığından beklemeden pasaport çıkışı yaparak bu kez Yunan freshopundan
geçiyoruz. Ardından katamarana binerek kendimizi koltuklarda dinlenmeye
bırakıyoruz.
Şaka maka 5
saat tempolu hızlandırılmış günübirlik bir gezi oldu bizimki.. Saat 16.30 gibi
kalkan gemimiz daha dalgalı bir denizde seyrederek Türk karasularına doğru yol
alırken bizde Rodos’u son kez uzaktan seyrediyoruz. Güneşin konumu nedeniyle Anadolu
çok rahat görülüyor. Geldiğimiz süre kadar yol kat ederek Marmaris körfezine
teknelerin dönüşü ile giriş yaparak 17.45 gibi gümrük bölgesindeki limana ulaşıp,
Türkiye’ye giriş yapıyoruz.
(Marmaris / 12.
07. 2011)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder