-50 Yıl Önce: 24 Temmuz 1974 / Kıbrıs-
‘70’li
yılların dış politikasında Türkiye açısından en önemli konu Kıbrıs olacaktır.
Türkiye, -Kıbrıslı Türklere yapılan zulmü- diplomasi ile çözemeyince
garantörlük gereği müdahale hakkını kullanır. Türk ordusu Kıbrıs’a barış
harekatı düzenleyerek (20 Temmuz ve 14 Ağustos 1974) bugünkü KKTC’yi oluşturan
bölgeyi güvenceye alır.’
Barış Harekatı Sonrası Gelişmeler
Türkiye, barış harekatı ile
1963-1974 arası 11 yıldır huzur ve güvenden uzak Kıbrıs’a barış, huzur, güven,
özgürlük ve de demokrasi getirmiştir. Dolayısı ile sadece Türkler açısından
değil adadaki Rumlar açısından da huzur ve güven sağlanmıştır. Yunanistan’da da
bu harekat sonrası askeri yönetim son bularak, demokrasiye geçiş yapılmıştır.
20 Temmuz 1974 tarihli Cenevre
anlaşması ve 1 Kasım 1974 tarihli BM genel kurulu kararları sonucu “adada iki
toplumun varlığının ve eşitliğinin kabul edilmesi”, aynı günlerde tüm dünyanın
Kıbrıs için federasyonu seslendirmeleri Kıbrıs Türk Federe Devletinin 13.2.1975’te
kurulma sürecini getirmiştir. 1975 yılında Viyana’da 6 tur görüşme sonuçsuz
kalır, anlaşma sağlanamaz. Görüşmeler 12.2.1977’de tekrar başlar ve 4 maddelik
ilke anlaşması imzalanır. 1977 yılında BM Genel Sekreteri Waldheim, Makarios’u
ikna ederek yeniden 2 toplumlu Kıbrıs’ı hayata geçirmeye çalışırken Makarios
Yunanistan’a çağırılarak gece ‘kalp krizi’ sonucu ölür. BM Genel Sekreteri de
Yahudi düşmanı Nazi yanlısı olarak yıpratılmaya çalışılırken, bu süreç askıya
alınır. 1978 yılında AB Kıbrıs’taki varlığı ile Yunanistan’ı kınar.
Makarios’un ölümünden sonra
yapılan görüşme sonucu 1979 yılında da 10 maddelik bir çerçeve anlaşma
imzalanır. Bu toplumlararası görüşmeler Mayıs 1983 yılına kadar aralıklı devam
edecektir. Mayıs 1983 yılında Rumların tek yanlı olarak BM genel kurulundan
Türklerin gıyabında haksız karar çıkartması sonrası 15 Kasım 1983 tarihinde
Kıbrıs Türkleri Rauf Denktaş liderliğinde ‘Self Determinasyon Hakkını’
kullanarak kendi bağımsız devletini, KKTC’yi ilan etmişlerdir. Self
determinasyon hakkı, “halkların kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkı’
olarak BM ve AGİK sözleşmelerinde yer almaktadır. Her ne kadar Türkiye dışında
tanınmasa da fiilen KKTC Kuzey Kıbrıs’ta egemen ve bağımsız bir devlettir.
1988-1990 tarihleri arası yeni
bir görüşme sağlansa da bir sonuç alınamaz. 1990 yılında Kıbrıs Rum kesimi
Kıbrıs adına AB’ye üyelik için başvurur. KKTC ve Türkiye’nin 1960 anlaşmaları
ışığında itirazlarına rağmen AB Rumların başvurusunu incelemeye alır. 1992
yılında BM “Gali Fikirler Dizisi” adıyla ortaya atılan planı Türkler müzakere
edilebilir bulsa da, Rumlar tümüyle reddeder.
Rum ve Yunan lobisi uzlaşmaz
tutumunu sürdürerek yeni maceralara hazırlanıp 1993 yılında “ortak savunma
doktrini” hazırlarlar. Bunun üzerine BM 1994 yılında güven artırıcı önlemler
paketi hazırlar. 1995 yılında AB Kıbrıs’la ilgili üyelik sürecini başlatır.
Bunun üzerine 1997 yılında KKTC’nin Türkiye ile bütünleşme süreciyle
sonuçlanabilecek Türkiye ve KKTC cumhurbaşkanları ortak deklarasyon yayınlarlar.
Bu bir yerde uluslararası politik manevra olarak da adlandırılabilinir.
1997 yılında iki kez görüşme
sağlansa da sonuç yok. Aralık 1997 tarihinde AB Lüksemburg zirvesinde Rumlarla
tek yanlı müzakerelere başlanacağı açıklanır. Bu ayni zamanda bir yerde bugüne
kadar yürütülen toplumlararası görüşmelere de noktayı koymuştur. 1998 yılında
Türk tarafı, barışçı girişimlerini sürdürerek “fiili garanti, iki kesimli, iki
toplumlu konfederasyon” önerir. Türkiye’nin garantörlüğü özellikle vurgulanır.
Rumlar ise 30 yıldan bu yana oluşmuş fiili yapıyı ve bu yapının nasıl
oluştuğunu görmezden gelerek, “Üniter devlet, Türkiye’den gelen göçmenlerin
geri gönderilmesi, evleri kuzeyde olan Rumların evlerine dönmesi, TSK’nin
adadan çekilmesi” esasları üzerinde kilitlenir.
Barış
Görüşmeleri ve Annan Planı
1998 yılında BM yeni genel
sekreteri Annan iki toplum arasında yeni görüşmelere ön ayak olur. 1999-2000
tarihlerinde görüşmeler sürdürülür. 2001 yılındaki New-York görüşmelerine KKTC
politik açıdan bir değişiklik olmadığını ve sonuç alınamayacağını gerekçe
göstererek katılmaz. İşte daha sonraları masadan kaçan taraf olarak Rumlar bunu
her platformda seslendirecek, hatta Türkiye’de ve KKTC de taraftar
bulacaklardır. 2001 yılının sonlarına doğru Türk tarafı atağa geçerek 2001-2002
yıllarında doğrudan görüşmeler sürdürülür.
2003 yılı içerisinde Kıbrıs’ta
serbest geçiş olayını başlatan KKTC Rumların oyununu bozup, dünyayı şaşırtır. Bu
şunu gösterir: Ulusların iradelerine dışarıdan karışılmaz, karıştırılmazsa
onlar ayni topraklarda bir arada barış içersinde yaşayacaklardır. Ancak
geçmişte yapılan, yaptırılan katliamlar bir arada yaşamanın uzun sürmeyeceğinin
canlı göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Sonrasında BM devreye girerek
Annan planını görüşmeye açar. Bu plan her görüşme sonrası değişime uğrar.
Taraflar planda anlaşamayınca boşluklar BM tarafından doldurularak 5. kez
değişime uğrayan Annan planı 28 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’ta referanduma
sunulur. Referandum sonucunda Türklerin evet, Rumların hayır demesi bir şeyi
değiştirmeyecek Rumlar Kıbrıs olarak 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye girer.
1974 yılında yaşanan
Kıbrıs’taki Rumların katliamları sonucu açılan toplu mezarlar TV kanallarından -hem
de BM gözetiminde- tüm dünyanın gözleri önüne serilmiş. Buna rağmen adada Türkler
işgalci konumuna sokularak, adanın temsilcisi Rumlar kabul edilmiş. Yine
dünyaya kendimizi haklılığımızı anlatamamışız. Ve sonuçta da Yunanistan’dan
sonra Kıbrıs Rum kesimi de AB’ye tam üye olurken, biz beklemeye daha da devam
edeceğiz. Rum lobisi, AB ve Batı dayanışması karşımızda durmakta.
Türkiye, AB ile müzakerelere başlama
sürecinde (2004) Kıbrıs politikasındaki (“Annan
Planındaki boşlukları Annan doldursun, biz ona güveniyoruz” şeklindeki)
tavizleri nedeniyle Yunanistan Türkiye’ye ait (152) ada/adacık/kaya parçalarını
işgal ederken, Balyoz gibi kumpaslarla özellikle deniz kuvvetleri komuta
kademesi çökertilip, deniz gücünün caydırıcılığı yara alırken, münhasır
ekonomik bölgesine yönelik tacizlere/tecavüzlere yanıt vermekte zorlandı.
1974
Barış Harekatı sonrası Kıbrıs Türkleri KKTC’yi kurmuş, bugüne kadar tanıyan
olmamışsa da -Türk dünyası ve Müslüman coğrafya dahil- AB sürecinde tüm
olumsuzluklara rağmen anavatan güvencesinde yaşamlarını sürdürecekti.
Türkiye Cumhuriyeti, kurucu önderinin vasiyetini göz
ardı etmeyerek, -son 20 yıllık süreçte tavizlerle gitgeller yaşasa da- Kıbrıs’ı
ulusal bir dava olarak savuna gelmiştir. Kıbrıs davası belki çoğu kimseye
özellikle gençlerimize anlamsız gelebilir. Bu da tarih bilincini sürekli canlı
tutmanın ulusların gelecekleri için ne kadar önemli olduğunun kaçınılmaz bir
göstergesidir.
(20 Temmuz
2024)
Remzi
KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder