‘Larousse’de Gürcü kelimesinin karşısında “dünyanın en güzel ırkı” yazılıdır. Bir zamanlar Türkçe bilmedikleri için ‘dil bilmez Gürcü’ olarak türkülere giren ve Dedelerimin de aralarında bulunduğu Müslüman Gürcüler 93 Harbi denilen savaşın ardından Kafkaslardan Anadolu’ya göç etmişler.’
“Muhacirler Kaybedilmiş Topraklarımızın Aziz Hatıralarıdır.” Mustafa
Kemal ATATÜRK
ARTVİN ve ÖTESİ: GÜRCİSTAN / ACARA / BATUM GEZISI
‘Artvin’i 2000’li
yıllarda ilk şark görevim sürecinde görmüş olsam da 2016-2017 yılları içerisinde
yine görev gereği ard arda gelişlerimde fırsat yaratıp ayrıntılı gezmeye çalıştım.
Artvin coğrafi olarak düz alanların pek olmadığı, yüksek dağ ve tepelerin
arasından vadilerle geçit verirken bu vadileri nehir/çay/dere gibi su
havzalarının oluşturduğu, Kaçkar ve Karçal dağlarının devasa orman alanlarının
yemyeşil örtüsü, kışın karla birlikte beyaza bürünen örtüsü ile harika doğa
manzaraları sunarken bir yandan da kartal yuvası gibi zor/güç/vahşi doğa koşullarını
da beraberinde barındırıyor. Burada koşullar zor özellikle kışın daha da zor bu
nedenle kent sürekli göç verirken barajlar, tüneller, zirveden giden yollarla
Artvin ve çevresi şantiye alanı gibi.. Hes’ler, maden işletim izinleri ve
çevrecilerin bunlara karşı eylemleri Artvin’i Türkiye gündeminde tutuyor.’
Artvin (Şavşat/Ardanuç/Borçka/Hopa/Kemalpaşa/Sarp)…
Öncelikle Artvin ve çevresini görüp Gürcistan / Batum’a 15 yıl sonra bu
kez ailece geçmeyi günübirlik gezmeyi planlıyoruz. 22 Eylül 2017 Cuma gecesi eşim
Şükran Ankara’dan kızım Duyunç ise İstanbul’dan uçakla Trabzon’a gelip oradan
karayolu ile Artvin’e geliyorlar.
23 Eylül Cumartesi günü Ailece Artvin ve çevresini (Hatila Vadisi/Kafkasör
ile Şavşat Karagöl /Ardanuç Cehennem kanyonu) gezmek üzere Saat 11.00 gibi harekete
ederek Şavşat/Karagöl istikametine yönleniyoruz. Eşimle kızım gece
geldiklerinden bölgenin yükseltisini pek farketmemişler, Artvin’i gündüz
gözüyle İskebe denilen bölgeden yani en tepeden kuşbakışı izleyip beton
köprüye/şehrin girişine varyantlar şeklinde dönerek iniyoruz. Çoruh nehrini
geçip sağa doğru Erzurum/Ardahan istikametine devam ederken biraz ileriden sola
Ardahan (Şavşat-Ardanuç) istikametine yönlenerek bu kez geniş varyantlarla
yükselip Artvin şehir merkezini karşı cepheden izliyoruz. Artvin’i geride
bırakıp iyice yükselip yolun sağındaki Fatih Milli Parkında kısa bir manzara
molası verip seyir terasından Çoruh nehri üzerindeki barajı/gölü/doğayı
resimliyoruz. Mola sonrası yine geniş varyantlarla inişe geçerek Çoruh nehrini
uzunca bir köprüden geçip sola Ardahan/Şavşat istikametine yönleniyoruz. Yol bu
bölgede biraz daralıyor, yer yer heyelanlarla, dağlık ve kanyon şeklindeki vadi
içerisinden sağımızdaki derelerin yanından devam ederken yer yer yol çalışması ve
heyelan tehlikesiyle karşılaşıyoruz. Şavşat’a yaklaşırken biraz yükselip
ilçenin girişindeki eski kaleyi solumuzda ilçe merkezini sağımızda bırakıp
alçalarak Karagöl yoluna sapıyoruz. (Sağa doğru devam eden Ardahan yolu
üzerinde Sahara Milli Parkı var. Ordan öte Çamlıbel geçidi ve 45 km sonra
Ardahan. 2002 yılında bu yoldan geçmiş, Karagöl’e zaman ayıramamış Ardahan’a
devam ederken Sahara yaylasında rengarenk doğa manzarası görüntüsü çekmiştim.Çam
ormanları yanında yeşilin tonlarını saran bitkiler ve rengarenk çiçeklerle
büyülenmiştim. Bu kadar doğal ortamın tabiki diğer misafirleri olacaktır:
kuşlar, arılar ve de yabani hayvanlar. Kışın bu bölgede ayıların köylülerin
yiyeceklerine zarar verdikleri yönünde haberler yapılır.)
Karagöl yolu biraz dar ve stabilize konumunda, yer yer toprak ve bozuk
satıhlar var. Bölgede kırsal bir yapı/yaşam karşımıza çıkıyor: Hayvancılık
(büyük-küçükbaş, kümes, arıcılık), hububat (arpa-buğday-yulaf), meyvecilik üretimi
mevcut. Evler, ahırlar, serenderler ahşap ağırlıklı. Zaten yerleşim alanları
orman alanı içerisinde hem de Milli Park şeklinde turizme kazandırılan bir
bölge içerisinde yer alıyor. Artvin-Şavşat arası 70 km yol katedip ana yoldan
ayrıldıktan sonra yaklaşık 15 km daha yol katederek Karagöl’e 2 saat sonra
13.00 gibi ulaşıyoruz. Gölün isminin üst kısımlarda bulunan Kara/Karasu
köyünden aldığı söyleniyor. Aracımızı park edip yaya olarak orman içersinde
bulunan ve çöküntü sonucu oluşan Şavşat/Karagöl’ü geziyoruz. Milli Park
konumunda çam ağırlıklı orman örtüsü ile kaplı gölün etrafında yaya yürürken
gölün içerisindeki kırmızı alabalıklar ile siyah sazanlar size eşlik ediyor.
İnsanlar gezmek/görmek için turlarla veya özel araçlarla piknik için gelirken
küçük kamp çadırları dikkat çekiyor. Yaklaşık 1 saat bu doğal ortamda zaman geçirip
geldiğimiz yoldan Şavşat ilçe merkezini de gezerek Artvin istikametine devamla,
yol ayrımında sola Ardanuç istikametine yönlenerek 10 km kadar gidip yolun
sağında bulunan Cehennem kanyonunda mola veriyoruz. (Şükran giriş
merdivenlerinin ardından kanyonun birinci etabına kadar eşlik ediyor. Duyunçla
beraber arazi tırmanışı yaparak kanyonun içerisine kadar gidip -yaklaşık 200-250
m derinliğindeki Kanyonu yarım saat içerisinde hızlıca gezip- parkuru tamamlarken
bir nevi efor testinden geçiyoruz.)
Kanyondan, Artvin istikametine dönüşe geçip Çoruh nehrini solumuza
alarak dağları tırmanıp zirveden inişe geçerken Artvin üzerinde bulutlar
görüyoruz. Hava yağdı yağacak. Beton köprüden giriş yapıp Artvin şehir
merkezine İskebe tarafına tırmanıp sağa Hatila vadisine yönleniyoruz. Günlük
güneşlik olan hava kapatıp biraz çiseleyerek bizi korkutsa da vadiyi gezmeyi
sürdürüyoruz. Su çalışması nedeniyle neredeyse tek şerit bozuk yoldan ağır ağır
Cam Terasa ulaşıyoruz. İlk çıkarken biraz ürksek de zamanla alışarak yere
bakmayı aşağıyı seyretmeye koyuluyoruz 300 m derinliğinde vadiden geçen çayın
gürültüsünü duyuyoruz. Hava kararmadan Hatila vadisinden ayrılıp Kafkasöre
doğru tırmanırken solumuzda kalan Atatürk anıtını uzaktan izlemekle yetinip
zaman yetiremiyoruz. (Borçka Karagöl, Murgul Delikli Kaya bölgesi de
gezemediğimiz yerler arasında.) Kafkasörde boğa güreşi ve oto/motosiklet
etkinliklerinin yapıldığı alanları görüp havanın kararmasının ardından Koliva
otelde yemek molası veriyoruz. Yemeğin ardından FB-BJK maçını izleyip günün
koşturmacasından iyice yorgun düşmemiz nedeniyle saat:22.00 gibi Polisevine
dönerek istirahate çekiliyoruz.
(Bu gezdiğimiz bölgeler
ile birlikte -Arhavi’den Murgul’a Macahel’e- Artvin’i 2016’da ayrıntılı
gezmiştim.)
24 Eylül Pazar sabahı 09.00 gibi Artvin merkezden ayrılıp Borçka istikametine yol alıp Çoruh nehrinin kıyısında Çoruh Marina olarak adlandırılan belediye tesislerinde kahvaltı molası veriyoruz. Çoruh kıyısındaki doğal ortam bizi dinlendiriyor. Kahvaltı sonrası Borçka-Hopa istikametine devam ederken Cankurtaran sonrası hava kapatıp Hopa’ya hafif yağışla giriyoruz. Zaten sağımızda solumuzda yağışın etkisiyle dağlardan/ yamaçlardan akan sular küçük derecikler ve şelaleler oluşturuyor. Hopa’dan Kemalpaşa üzeri Sarp’a kadar TIR ağırlıklı araç konvoyu yolun sağ şeridini kapatmış. Saat 11.30 gibi Sarp sınır kapısına ulaşıp OHAL nedeniyle kurumsal izin belgeleri ile nüfus cüzdanları ile geçilse de biz pasaportları veriyoruz. İşlemlerin ardından Gürcistan tarafına geçiyoruz.
Gürcistan / Batum…
‘Gürcüler sıcak ve candan,
neşeli insanlar. Yüksek sesle kavga eder gibi konuşmaları onların doğal
durumları. Yani samimi insanlar, içten pazarlıklı olmayıp düşündüklerini
çekinmeden/ gizlemeden/saklamaya çalışmadan pata pat söylüyorlar. Kaf dağının
bu güzel insanlarının konuşmaları, şakalaşmaları, anlatımları bu minvalde!..
Kaba/dağ adamı görünümlü davranışları doğanın onlara sunmuş olduğu bir davranış
durumu. Belki de kan bağı, Atalar, Aile orjinimiz nedeniyle Gürcüler bana sıcak/samimi/candan
insanlar şeklinde görünüyor.’
15 yıl önce öğleden sonra 29 Ekim 2002 günü yağmurlu bir havada çıkış yapmış olduğum kapıdan bu kez ailece yine yağmurlu bir havada Batum’a geçiyoruz. Batum’u gezdirecek Dato N. ile 12.15 gibi buluşuyoruz. Mihmandarımız/rehberimiz Dato, 36 yaşlarında Batum/Sarp köyünden, Türkçe anlaşıyoruz. Dato’nun Gürcistan plakalı Mersedesiyle Sarp’tan ayrılıp Batum istikametine yol alıyoruz. Türkiye sınırına 25 km uzaklıktaki 250.000 nüfuslu şehrin yazın 1 milyonu bulduğunu söylüyor. Dato ile yer yer Gürcüce konuşmaya çalışırken dedemlerin göç ettiği Kedkedi köyünün Batum’un 30 km doğusunda Kobuleti sınırlarında olabileceğini söylüyor. Dato çoğunlukla bana dayı şeklinde hitap ederken yer yer emüce olarak da sesleniyor.
Gümrük kapısının sağında Sarp köyü solunda ise Karadeniz bulunuyor.
Karadeniz her zamanki gibi hırçın ve dalgalı!
Sarp sonrası Kuharnati’yi geçiyoruz. Gonio’yu geçerken sağdaki Osmanlı
döneminin Taş kalesi biraz bakımsız görünse de turizme kazandırılamasa da
varlığını koruyor. Akhallsopeli’yi geçerken bataklık kurutan olarak bildiğimiz
Okaliptüs ağaçları bize eşlik ediyor. Birazdan özellikle Artvin için yaşam
kaynağı, ülkemizin debisi en yüksek olan, 100 km’lik bir alanda ardarda
kurulmuş 3 barajı ile enerji deposu olan ve ülkemizde doğup uzunca bir yol
katettikten sonra Batum’dan Karadeniz’e geniş bir delta oluşturarak dökülen Çoruh
(Chorokhi) Nehrini geçiyoruz. Ardından
Türk firması TAV’ın işlettiği Batum havalimanını, Angisa-Kakhaber’i geçiyoruz. Bu
arada yol boyunca neredeyse kilometre başına casino/kumarhane reklamları
İngilizce ve Türkçe olarak da yazılmış. Batum içerisine girmeden sağda döviz
bürolarının yanında durup Gürcü parası Lari alıyorum (100 Lari=150 TL), ayrıca Dato’ya
da gezi için 100 Lari karşılığı olan 150 TL ödeme yapıyorum.
Bu arada genel ve yerel seçimlere ilişkin aday afişleri görüyoruz. Dato
bize Şaakaşvili’nin ABD ajanı olduğunu söylüyor. Zaten ülkede ABD karşıtı diğer
alternatifin Rusya ile iyi geçinmek, o zamanda Rus ajanı olarak lanse ediliyor.
Bizim ülkemizdeki gibi ekonomik açıdan çok güçlü olamayınca bağımsız bir
politika izlemeniz zor. Gürcüler bir yandan da AB sevdasında, NATO’ya girmek
için çaba sarf ediyor. Sanatsal/Kültürel açılardan Doğu’dan daha çok Batı’ya
dönük bir yaşam özlemindeler. Trafikte yayaların geçiş önceliği yanında yaya
geçitlerinde ışık yok ancak araçlar yayalara öncelik tanıyor. İnsanların yaşam şekilleri -bizden birileri
gibi- bana pek yabancı gelmezken, yüksek sesle konuşan candan ve içten sıcak
insanlar. Yağmur ve havanın kapalı olması nedeniyle Batum girişine kadar pek
resim çekemiyorum.
Batum’a yaklaşınca 15 yıl öncesinde
bulunmayan Manhattan/Maslak benzeri yüksek binalar uzaktan seçiliyor. Serbest
bölge konumunda casino/kumarhaneleri ile Sheraton, Hilton, Radisson gibi yüksek
binalardan oluşan otel zincirleri yanında Sit alanı olan eski Batum olarak
adlandırılan yerde Divan oteli de 3 katlı otantik bir otel açmış. Şehir
merkezine yaklaşırken tabela da Kobuleti 31 km, Adıgeni 134 km, Akhaltsıkhe 157
km olarak belirtiliyor.
Dato sahile paralel uzanan Batum
bulvarından ilerlerken sağa yanaşıp yüksek bir binanın yanında duruyor.
Karşısında ters dizayn edilmiş kübik mimarisini andıran beyaz renkli iki katlı
White Restoranı görünce biraz şaşırıyoruz. Araçtan inip birkaç poz alıyoruz.
Yeni yüksek binaların arasında eski sosyal konutlar tipi balkonlarında çamaşır
ve uydu antenleri ile binalar arada bakımsız bir şekilde kalmış. Kentsel
dönüşüm günlerini sayıyorlar. Bu binalar birkaç yıla kalmaz yerini yeni
binalara/gökdelenlere bırakırlar. Batum bulvarından liman istikametine doğru
giderken sağımızda Piza kulesi benzeri ters şişe görünümünde yuvarlak bir bina,
arkasında oval yüksek bir bina, yanlarında yeni binalar yer alıyor. Solumuzda
ise yeşil alan olarak kalan, betona kurban edilmeyen yaklaşık 6 km’lik denize
paralel sahil şeridini kaplayan Batum parkı yer alıyor. Bulvar boyunca sağlı
sollu palmiye ve çınar ağaçları eşlik ediyor. Tiyatro binası gibi yer yer
restore edilmiş tarihi binalar görüyoruz. Bulvarı tamamlayıp limana
ulaştığımızda köşede Gürcü alfabesini oluşturan harflerin yer aldığı yüksek
kule dikkat çekiyor (2012 yılında
yapılan, 130 m yüksekliğinde DNA sarmallarına benzeyen mimarisi ile dünyada var
olan 12 alfabeden biri olan Gürcü alfabesine atfedilmiş bir yapıt).
Batum limanı yine aynı konumunu koruyor.
Batum’un değişmezlerinden, Karadeniz ticaretinin uğrak noktalarından çevresinde
yeni yapılan yüksek kule benzeri yapılarla farklı bir görünüm kazanmış. Alfabe
kulesi, Büyük dönme dolap, Ali-Nino aşk heykeli, Fener kulesi (21 m) bunların
başlıcaları..
Batum limanını solumuza alıp doğu
istikametine doğru ilerlerken tren garıda limanın hemen yanında solumuzda,
otogar ise sağımızda konuşlanmış durumda. Yaklaşık 9 km kadar giderek dünyanın
3. Botanik parkına ulaşıyoruz. Dato bize girişi gösterip 1 saat sonra çıkışta
buluşmayı söylüyor. Bizlerde Botanik parkına bilet alarak giriş yapıyoruz.
Karadeniz kıyısında yükselerek devam eden parkın uzunluğunun 3 km olduğunu,
içeride ayrıca bir ücret vererek şatıl benzeri küçük araçlarla gezebileceğimizi
öğreniyoruz. Hava kapalı ancak yağış durmuş durumda. Her ihtimale karşın
şemsiye, şapka ve uzun kollu giysilerimizi yanımıza alıyoruz. Biz yürüyerek 21
parkurdan 3 Parkuru gezebiliyoruz. İlk parkurda kırmızı renkli küçük
alabalıklar ve ortasında yunus figürlü fıskiyeli yuvarlak küçük havuzun etrafı
renkli motiflerle süslenmiş. Daha sonra Karadeniz sahilini yüksekten gören
seyir yeri gibi alana geçiyoruz. Biraz yükselince deniz 100 m aşağıda kalıyor.
Burada deniz ve yeşilin iç içe geçtiği bir manzara yakalıyoruz. Bir yandan da
dalgaların kıyıyı dövmesini izliyoruz. Deniz kenarında yer yer tünelden geçen
bir demiryolu mevcut. Botanik parkı üzerinde çok değişik ağaç, bitki ve
çiçeklerle bezenmiş durumda. Milli park konumunda insanlığın ortak değeri
olarak doğal sit alanı oluştuğundan betona çevirmeleri, yağmalamaları çok zor.
Park alanı içerisinde kaldığımız süre içerisinde yeşile ve oksijene doyuyoruz.
Bu arada bizim gibi Türk gezginci de çok, neredeyse adım başı Türkçe konuşan
insanlarla, grupla karşılaşıyorsunuz. TİKA’nın 2016 yılında orman zararlılarına
karşı projesine ilişkin bir tabela görüyoruz.
Yaklaşık bir saat dolaşıp çıkışa daha
doğrusu giriş kapısına dönüş yapıyoruz. Dato bir arkadaşı ile tavla oynarken
bizde dondurma yiyoruz. Botanik parkından ayrılıp çevre yolunu takiben Batum
limanına doğru yapıları/kuleleri bu kez tersten izliyoruz. Limanı çevreleyen
duvarlar renkli spreylerle duvar yazı ve süslemeleri ile kapatılmış. Limanın
yanından sahil istikametine sağa dönüp teleferik istasyonu ilerisinde park
ediyoruz. Dato bizi teleferiğin olduğu yere bırakıp buluşma saati veriyor.
Teleferik şehir merkezinde limanın hemen yanından tepeye ormanlık alana doğru
yükseliyor. Bilet alıp gondol şeklindeki teleferikle çıkarken; şehri, limanı, denizi ve yerleşim yerlerini yüksekten
izlemenin keyfini yaşıyoruz. Hava açıp güneş te çıkınca manzara daha da güzel
görünüyor. Binaları ve şehri geride bırakıp tepeye doğru orman örtüsü,
yeşillikler arasında kalan tek tük evlerin konumuna bayılıyoruz. Buralara
otantik köy/yayla/şato görünümünde evler, butik oteller yapılmış. Bir ara seki
şeklinde yükselen yerdeki mezarlık içerisinde, insanların taşlar üzerinde
oturup piknik yaptığını gözlemliyoruz. Belki de dostlarını yakınlarını bu
şekilde ziyaret edip yad ediyorlar. Yaklaşık 2.5 km sonra zirveye ulaşıp
teleferikten inip seyir tepesinden Batum’u doyasıya seyrediyor; doğusunu-Sarp’a
doğru, batısını Botanik parkına doğru, kuzeyini limana ve Karadeniz’e doğru
bütün Batum’u resimliyoruz. Yarım saat sonra indiğimiz yerden yeniden binip bu
kez geldiğimizin tersine limana doğru süzülerek iniyoruz. Teleferik gezimiz de
1 saatimizi alıyor. Teleferikle meydana inerken teleferik istasyonunun
karşısındaki ara sokakta yer alan Orta Camii şehir merkezindeki tek cami olarak
dikkat çekiyor. Meydanın yanındaki
bulvardan gelirken/geçerken caminin minaresini görebiliyorsunuz. Zaten Türk
konsolosluğu da caminin yakınında sayılır.
Dato ile buluşup şehrin ana meydanı olarak
anılan Avrupa meydanına doğru yol alıyoruz. Dato’ya merkezde yer alan büyükçe
3-4 katlı Kapalı Pazar yerini teleferikten göremediğimi, ayrıca görünür bir
yapı olduğunu ve akıbetini sorduğumda Pazar yerinin yıkıldığını, yerine yeni
binaların yapıldığını öğreniyoruz. Avrupa meydanında seçim çalışmalarına ait
bir toplantı ve gösteri olduğundan meydanda duramayıp yavaşça geçerek araç
içerisinden meydan ve çevresine bakıyoruz. Kalabalık grup arasından Medea
heykeli ve fıskiyeli havuzu seçebiliyoruz. Sonrasında ara sokakların birinden
geçerken Türk bayrağı asılı konsolosluk binasının yakınından geçiyoruz. Ardından
Piazza Meydanı yakınında aracı park edip meydan ve çevresini yaya geziyoruz.
Meydan bir İtalya klasiği/esintisi.. Meydanın ortasında mozaik işlemeli
figürler, otel olarak kullanılan tuğla işlemeli saat kulesi, çevresindeki
kafeler, Marco Polo restoranı, kenarda
vitray camlı bina ve önünde altın varaklı kadın heykeli, onun da önünde akan
çeşme üzerinde elinde okla küçük Eros heykeli meydana renk katıyor. Meydanın ve sokağın karşısında St. Nicholas
kilisesi de tuğla örümlü yapısıyla meydana eşlik ediyor. Kilisenin dış
duvarının köşelerinde yaldızlı figürler yer alırken, fazla büyük olmasa da bahçe peyzajı, otantik
görünümü ve içindeki figürleri ile dikkat çekiyor.
Piazza Meydanının ardından liman
bölgesinden batıya doğru yay çizip sahil şeridine paralel uzanan Batum parkının
önünde gezimizin son bölümüne geliyoruz. İndiğimiz yerden sahile doğru
fıskiyeli havuz ve kenarındaki sütunlar üzerindeki eski Yunan Tanrılarını
andıran balmumu heykeller görüyoruz. Orta bölüme doğru geldiğimizde fıskiyeli
havuzun batısında Bambu ormanları görüyoruz. 15 yıl öncesinde daha geniş bir
alanı kapsayan bambular biraz daha azaltılıp sembolik olarak yaşatılıyor.
Bambuların yanındaki aradan girip beyaz sıra sütunları görüyoruz. Biraz daha
ileriye gidince ahşap, dış yüzeyi işlemeli ve boyalı müze görünümlü bina
dikdörtgen şeklinde uzuyor. Biz parkın bir bölümünü enine dikine kat edip fiber
piramidi arasak da bulamıyoruz, kaldırılmış olabilir. Kafeleri, çeşmeleri,
anıtları ve park alanları ile dikkat çekiyor. Park alanı içerisinde bilardo,
pinpon masaları, voleybol, tenis sahaları, yürüyüş/gezinti alanları, bisiklet
yolları ve çocuk parkları ne derseniz konuşlanmış. İçerisinde
ördeklerin/kazların yüzdüğü, diğer kuşların serinlediği yapay bir göletin yer
aldığı küçük bir hayvanat bahçesi yer alıyor. Arka planda rezidanslar, oteller,
yüksek binalar yer alsa da sahil bandının yeşilliği korunmuş. Milli park kadar
olmasa da çeşitli ağaç ve çiçeklerle bezenmiş, peyzaj açısından estetik bir görünüm
yakalanmış. Deniz kenarına ulaştığınızda yaklaşık 70 m’lik bir alanın
çakıl/kumsal karışımı bir alanda ahşap aksamlı prefabrik yeme-içme-dinlenme
yerleri kafeler, deniz aktiviteleri için gereçler, cankurtaran kuleleri göze
çarpıyor. Bizde Pierre Batumi denilen yerde denizi görecek şekilde oturup
kendimize yöresel kaşarlı pidesinden “Haçapuri” söylüyor, bira ve çay içiyoruz.
Oturduğumuz yerde günün yorgunluğunu atmaya çalışırken biraz dinlenebiliyoruz.
Yaklaşık park ve çevresinde 1.5 saat zamanımız geçiyor. Karadeniz’e veda edip
parkın içerisinden havuzlu fıskiyelerin yanından cadde üzerine çıkıp park
yerinde bizi bekleyen Dato ile 17.30 gibi buluşuyoruz. Tabi onların saati
bizden 1 saat ileri.. Dato nerede kaldığımızı geç kalacağımızı ima ederek biraz
hızlıca hareket etmeye çalışırken, yer yer trafik limitlerin üzerinde sert ve
hızlıca araç kullanıyor. Başka gezecek yer var mı diye sorduğumda Batum bu
kadar diyerek gülümsüyor.
Batum Parkının yanından batıya yani
Sarpa’a doğru geldiğimiz güzergahı bu kez az bulutlu ama güneşin batışına yakın
geçeceğiz. Yine yüksek binalar/kuleler, oval/şişe benzeri yapıları geride
bırakarak Batum merkezinden ayrılıyoruz. Sağımızda bir yel değirmeni olarak tasarlanmış
disko/restoran görüyoruz. Havaalanı kavşağını geçtikten sonra Kvariati 6, Gonio
35 km tabelasının ardından Çoruh nehrini geçiyoruz. Solumuzda İstanbul pazarı
var (Türkiye tarafında Sarp’a gelmeden Kemalpaşa da da var), sağımızda atıl bir
arazide eski askeri kulübelerin olduğu bir poligon geçiyoruz. Bir ara okaliptüs
yani bataklık kurutan ağaçların arasından geçiyoruz. Ardından kale solumuzda
kalıyor. Uzaktan oyuncak/lego şeklinde Gürcü gümrük binasını görünce Sarp’a
sınıra yaklaştığımızı anlıyoruz.
Yaklaşık 6 saatlik günübirlik Batum gezisi
ardından Saat:18.00 gibi Sarp’a ulaşıp Dato ile vedalaşıp Gürcistan/Acara
ülkesinden ayrılıp Trabzon havaalanına geçerken, hava yavaş yavaş kararıyor ve
yağış başlıyor. Duyunç’u İstanbul’a yolcu edip, saat 23.00 gibi bizde Ankara’ya
dönüyoruz.
(Ankara / 25 Eylül 2017)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder