31 Ekim 2024 Perşembe

DEVLET / SİYASET / YARGI

Devlet / Siyaset / Yargı...
Devleti yönetenler olarak,
İktidar olmanın gücüyle;
Yargıyı siyasallaştırdığınız zaman,
Kantarın topuzunu kaçırır,
Adaleti yok eder, 
Vicdanları kör edersiniz. 
Uluslar liginde daha alt kümelerde 
Kendinize yer bulur:
1.sınıf ülke olma yerine, 
3.sınıf ülke olmayı yeğlersiniz...
(31.10.2024)
Remzi Koçöz

29 Ekim 2024 Salı

CUMHURİYET - 101

Cumhuriyet 101 Yaşında...
Türkiye Yüzyılı değil, 
Cumhuriyetimizin 101. Yılı.
Yaşasın Cumhuriyet!  
(29 Ekim 2024)  
❤️  🙌  🇹🇷

 

22 Ekim 2024 Salı

YAŞAR SUBUTAY PEKER

 YAŞAR SUBUTAY PEKER  

-Genç Cerrahın Anısına-

Yaşar Subutay Peker, 05 Eylül 1985 tarihinde Ankara’da doğan Yusuf ve Cavidan oğlu, Ankara TED Koleji ardından, babası gibi askeri tabip olma yolunda Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) tıp eğitimi ardından yine babasının uzmanlık bölümünü seçerek GATA’da Genel Cerrahi uzmanlığı okuyacak ve askeri tabip olarak GATA’da Genel Cerrahi uzmanı olarak babasının bölümünde baba-oğuldan öte hoca-asistan olarak birlikte çalışacaklardır.

Uzman doktorluğunun ardından Gizem hanım ile evliliğinden bir oğul babası olurken, Ailece siyah-beyaz renklere gönül vererek: “Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur: Dededen babaya, babadan oğula” 3 nesil bir arada dede-baba-torun Beşiktaş taraftarı olacaklardır.

Yaşar Subutay, Tabip Yzb. Yrd. Doç. Genel Cerrah Uzmanı olarak GATA’da babası ile birlikte insanlara şifa olmanın onur/gururun yaşarken, O dönem GATA Genel Cerrahi Anabilim Dalı Bölüm Başkanı ve aslen Maraş/Elbistanlı olan baba Tuğgeneral Prof. Dr. Yusuf Peker, uzun süredir tedavi gördüğü kanser hastalığına 05 Eylül 2015 tarihinde 60 yaşında yenik düşerken, oğul Yaşar Subutay’da babasının ölüm günü 30 yaşına girecek, Babasının misyonunu çok erken yaşta devralırken doğum günlerini buruk bir şekilde yaşayacaktır. Baba Yusuf Peker görmese de oğul Yaşar Subutay, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında GATA’nın, sivilleşme sürecini/sıkıntılarını birebir yaşayacaktır.

(II.Mahmut dönemi/1832’de İstanbul’da kurulan ve ağırlıklı olarak askeri tıp alanında hizmet veren "Gülhane" hastanesi, Padişah II.Abdülhamid döneminde Haydarpaşa’ya taşınır, 1941’de II.Dünya Savaşı sürecinde, askerî okullar ile birlikte İstanbul'dan Ankara'ya taşınır. 2016 yılına kadar TSK'ya bağlı (sağlık bilimleri alanında askerî personel yetiştiren bir komutanlık iken) 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra 31.7.2016 tarihli 669 S. KHK ile Sağlık Bakanlığına bağlanarak adı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmiş, GATA'ya bağlı olan yükseköğretim birimleri ise Sağlık bilimleri Üniversitesine devredilmiştir.) 

Toplum/kamu vicdanı vede genel değerlendirme olarak “Savaş cerrahisi çok özel bir konudur. Hiçbir devlet ordusunu askeri doktorundan ve askeri hastanesinden mahrum bırakmamıştır.”  Türkiye eninde sonunda bu yanlıştan dönecektir, ama zaman kaybedecektir.

O’nu tanıdığım süreç…

2018 yılının 19 Mayıs günü kasık bölgemdeki şiş/ağrı nedeniyle haftasonu Gülhane Hastane polisi değerli meslektaşım Ümit’in yardımıyla nöbetçi ürolog tarafından muayene/ultrason sonrası kasık fıtığı teşhisi ile genel cerrahiye yönlendirilmiş ve Dr. Yaşar Subutay Peker ile tanışmış, en kısa sürede ameliyat konusunda bilgilendirilmiştim. Ameliyat öncesi tahliller için hastaneye geldiğimde odasında annesi Cavidan hanım ile tanışmış babasının öyküsünü ve 3 yıl önce kaybını öğrenmiş üzülmüştüm.

Geçici olarak doktorun önerdiği kemeri takıp elimdeki soruşturma dosyalarını 1,5 ay içinde toparlayıp, ildışına Samsun iline uçakla gidip otobüsle maceralı dönüş yolculuğumun öğleden sonrasında hastaneye yatış yaparak, doktorum tarafından ertesi sabah (6.7.2018) sağ kasık fıtığı ameliyatım ile ayak parmağı tırnağımın çekilme işlemi sonrası 3 gün sonra taburcu edilip evde bir süre raporlu olarak klasikleri sil baştan okuyacaktım. İlk haftasında kontrole gittiğimde ‘Avrupa Uluslarından Birleşik Avrupa’ya’ isimli kitabımı imzalayıp vermeme çok sevinecekti. Sonraki hafta dikişlerimin alınmasının ardından, Doktorumun; “çok sağlam yama yaptım ama efor/tempolu hareket/yüzme/egzersiz vb adrenalin içeren davranışlardan kaçınmam gerektiği” önerisi üzerine dikkatli bir şekilde Ankara’dan yazlığa gidecek sakin bir ortamda iznimi kullanacaktım. 

(Tüm öneri ve dikkatlere rağmen ameliyatın 2 hafta sonrasında yazlıkta merdivenlerden düşerken kasık bölgemde olumsuzluk yaşamamış, hafif sıyrık/incinme ile atlatmış, birnevi doktorun işlemini test etmiştim. Sonrasında Ankara’ya dönüşümüzde genel kontroller çerçevesinde görüşmelerimiz olacaktı. Bir akşam yemeğinde ailece, annesi-eşi ve oğluyla birlikte olacak, güzel anılar paylaşacaktık.)

2020-2022 salgın döneminde sadece telefonla görüşürken, bizler karantinadayken onlar hastanede normal yaşamlarına devamla, insanlara risk altında şifa olma çabasında sıkıntılı bir süreç yaşarlarken- sadece kolaylıklar dileyebilecektim.

Uzun bir sürenin ardından 2022 Haziranında GATA’da ziyaret edip doçentliğini kutlayacaktım. Ardından -Şehir hastanesinde 2022 yılı başı genel tarama tahlillerimde kan değerlerinde düşüklük nedeniyle Gülhane’de yeniden tahlillerimi yaptıracak, mr/tomografi/ultrason/röntgen gibi detaylı kontrollerim yanında- kolonoskopi/endoskopi işlemi onun gözetiminde yapılacak ve sonuçlar iyi çıkacaktı. 2022 Temmuz ayında önce yazlığa geçecek ardından Karasu’ya babamın bakımı için aralıklı gidecek, uzun bir süre Ankara’dan uzak kalacaktım.

Hüzünlü ayrılık…

Yaşar Subutay Peker, 5 Eylül günü facebookta doğum gününün burukluğunu “37 yıl önce bugün ben doğdum. 7 yıl önce bugün babam Hak’ın rahmetine kavuştu. Mekanın cennet, ruhun şad olsun değerli büyüğüm…” satırlarıyla dostlarıyla paylaşacaktı. 1,5 ay kadar sonra ise elim bir trafik kazası O’nu aramızdan alacak, sevdiklerinden/dostlarından/hastalarından ayıracaktı.

Babası Yusuf Peker’in bölüm başkanlığı yaptığı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı'nda genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan Doç. Dr. Yaşar Subutay Peker; 22.10.2022 tarihinde Ankara'da Eskişehir yolu üzerindeki bir alışveriş merkezi önünde (24 yaşlarında 2.02 promil alkollü ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılan sürücünün kullandığı) bir otomobilin çarpması sonucu yaşamını yitirirken; Cenazesi, 24.10.2022 günü Gülhane Hastanesi'nde düzenlenen törenin ve Gülhane Camisindeki cenaze namazının ardından Karşıyaka mezarlığında toprağa verilerek son yolculuğuna uğurlanır.

Cenaze töreninde konuşan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısının,
"Yerini doldurmak çok zor, çok nazik, hastalarına karşı çok şefkatli bir kişiliğe sahipti. Babası rahmetli Yusuf Peker hocamızın görevi nedeniyle çocukluğundan itibaren kendisini tanıyoruz. Gülhane'de doğdu, ne yazık ki bugün Gülhane'den uğurluyoruz. Çok güzel bir yere gidiyor. Babasıyla aynı mezarı paylaşacak. Rahmetli babası, bizlere oğlunu emanet etmişti. Ben de buradan ifada etmek isterim ki Subutay kardeşimizin eşi ve çocuğu da bundan sonra Gülhane'nin ve bizlerin emanetindedir" sözleri onu ve ailesini yakından tanıyan dostları/sevenleri/arkadaşları/hastaları açısından buruk ve hüzünlü bir ayrılık olacaktır.

--------------------

Kolay yetişmiyor bir doktor, bir cerrah, bir tıp insanı. Ucuz can pazarı güzel ülkem. Günaşırı onlarca insanın ameliyatını gerçekleştiren, insanların acılarını dindirmeye çalışan, yaralarını sarıp merhem, çaresizliklerine derman olan doktorlara/ tıp insanlarına, sağlık çalışanlarına özellikle salgın döneminde vefakar/cefakar ve insanlığa hizmetleri/katkıları nedeniyle vefa borcumuz sonsuzdur.

Geç buldum çabuk kaybettim minvalinde bir doktordan öte genç bir arkadaş/dost/sırdaş olarak Yaşar Subutay kardeşimin kaybı beni/eşimi/kızımı derinden üzdü. İnsanlığa faydası olan bu güzel insanların çok çok erkenden kaybı koruyucu/kollayıcı olarak inandığımız Yaradan’a bir sitem niteliğinde.

4,5 yıllık zaman diliminde çok şeyler paylaştık, bir doktordan/kardeşten öte dostluğunu/insancıllığını/fedakarlığını/emeklerini unutmak ne mümkün, güzel insan!

Tabiki annen Cavidan ve eşin Gizem hanıma, biricik oğlun Arda'ya sabırlar/kolaylıklar vede sağlıklı günler dilerken; Seni ailece çok özleyeceğiz.

İnsanlığa güzellik katan/katkı sunan/acılara merhem olan tıp adamı, yüreği sevgi dolu güzel insan.

Toprağın bol olsun, Işıklar içerisinde uyu, Can kardeşim…

(Ankara / 19. 05. 2024)

Remzi KOÇÖZ







21 Ekim 2024 Pazartesi

FETÖ

Fetö / Terör Örgütü...

Devlet hiyerarşisinde yapılanmasına göz yumulması ve 
sonrasındaki eylemleri sonucu, tüm ülke;
temel kurumlarıyla/ teamülleriyle/ değerleriyle altüst edilirken,
düzmece soruşturmalarla/kumpaslarla;
bireysel/toplumsal ağır bedeller ödendi, ödenmeye de devam ediyor.
Binbir çeşit zararlar/ezalar/zulumler/ hapisler dışında ocaklar söndü, 
yuvalar yıkıldı, yaşamlar karartıldı, insanlar yok yere yaşamını yitirdi.
Üzüldüğüm nokta;
Koca Türkiye Cumhuriyeti,
Bu yaşananların vede 15 Temmuz 
darbe girişiminin baş sorumlusu olan
Fetö elebaşısı Fethullah Gülen'i
egemen bir devlet olarak
-10 yıl gibi bir zaman diliminde-
Stratejik ortağımız 
ÂBD'den getirtip yargılayamadı ve
Türk Adaletine hesap ver(e)meden / verdirilmeden
bu dünyadan faili firar olarak meçhule gitti...
(21 Ekim 2024)
Remzi Koçöz 

AHMET TANER KIŞLALI

“Gelişmiş ülkelerin devrimcileri değişmenin arkasından yürürler. Geri kalmış ülkelerin devrimcileri ise değişmenin önünden; birisi katardır, birisi lokomotif. Ayrılıkları öne çıkarırsanız bölünmeyi, ortaklıkları öne çıkarırsanız birlikteliği; işte Atatürk farkı!” (Prof. Ahmet Taner Kışlalı)

Ahmet Taner Kışlalı

-25. Yıl- Anısına-

Çağdaş bir Türkiye savaşçısı,

Yürekli / Yiğit / Yurtsever,

Bir Aydınlanmacı,

Mustafa Kemal’e /Atatürk’e /Devrimlerine adanmış bir Ömür,

Bir Cumhuriyet Şehidi,

İnançlı/İlkeli /Onurlu,

Siyaset / Bilim Adamı,

“Kemalizmin Centilmen Devrimcisi”; 

Prof. Ahmet Taner Kışlalı'ya 

Minnet ve Saygıyla…
(21 Ekim 2024)

Remzi KOÇÖZ



13 Ekim 2024 Pazar

BAŞKENT ANKARA 101 YAŞINDA

 

TARİHTE BUGÜN

-13 Ekim 1923-

Bozkırda bir şehir,

Çöl olarak hakir görülürken,

Mustafa Kemallerle ölüm sessizliğinden sıyrılıp,

Ulusal Kurtuluş Destanını yazan,

Bu cefakarlığına karşılık,

Kuruluşunda son Türk devletine merkez/taç olan,

Atatürk’le anılan/bütünleşen,

O’nu Anıtkabir’de bağrına basan,

Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in kalbi,

Ankara’nın başkent oluşunun,

101. yıldönümü;

Nice yıllara Ankaram…

(13 Ekim 2024)

Remzi Koçöz





5 Ekim 2024 Cumartesi

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 31

“Doğu’da ucuz ve süratli bir zafer kazanmamız için Arap yardımının gerekli olduğuna ve kaybedeceğimize sözümüzde durmayarak kazanmamızın daha iyi olacağına inanarak, bu hilenin tehlikesini göze aldım.

Görev, Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım. Böylece kendimi bir çeşit yabancı sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük yapan birisi olarak görüyorum.

(Araplarla) ateş altında 2 yıllık ortaklığımız sırasında bana inanmaya ve hükümetimin de, benim gibi, içten olduğunu sanmaya alıştılar. Bu ümitle kimi iyi işler başardılar.”

İngiliz Subay Thomas Edward (Ned) Lawrence /Arabistanlı El-Aurens

(Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandıran İngiliz subayın Medine/Yanbu’daki evi onarılarak girişine şu yazı asılmış/2020; "Bu ev Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence'in karargahıdır...")

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER - 2

-Ulusal Benlik ve Bilinç-

“Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen/fikren/fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. Çünkü, biz esasen millî varlığın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

100 yıl öncesinde Araplar (1913-1919), Türk’ün düşmanlarıyla (İngiliz-Fransız) bir olup Türk’e saldırmış, -Müslüman kardeş kisvesinde- cephe gerisinden vurmuştur. Vahhabilerin lideri İbn Su'ud'lar, Mekke Şerifi Hüseyin'ler ve Emir Faysallar! İngiliz casusu Lawrence ile elele verip Türk'e karşı işlenen cinayetler! Osmanlı ordusunda subay olarak görev alan Arap subayların Türk'ü arkadan/ içten vurmak amacıyla kurdukları ihanet teşkilatları: Ahad ve Fetah…

I.Dünya Savaşı’na girilirken (1914) Osmanlı Sultanı Reşad’ın halife sıfatıyla ilan ettiği “Cihad-ı Ekber” karşılık bulmazken, Hilafet kurumu etkisini/nüfuzunu hemen hemen yitirmiştir.

1916 Haziranında, Haşimi Araplarının lideri Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali, “Arapların bağımsızlığını sağlayacağını iddia eden İngilizlerin” sözlerine kapılarak, bağlı bulunduğu Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan devletlerce bölünmesine araç oluyordu.

9 ayrı cephede savaş veren Osmanlı devleti; Arapların yaşadığı Bağdat, Hicaz ve Ürdün-Kanal cephelerinde de büyük kayıplar vermişti. 

(1917’de Arabistan/Hicaz demiryolundaki tren sabote edilip, Türk askerleri şehit edilmişti. Türkler açısından unutulup gitti, tarih oldu o acı günler. Günümüz Türkiye’sinde ise ölen kralları için yas ilan edip din kardeşi olarak önemsenen Suud/Araplar, halen Çölde duran bu Treni restore edip Türk askerlerini nasıl öldürdüklerini yabancılara gösteri olarak sunmaktalar.)

İngilizlere (1917), “Önerilirse, Türkleri İstanbul ve Erzurum’a dek kovalayacağız; öyleyse ne diye Beyrut, Halep ve Hail’den söz ediyorsunuz?” diyen ve kendini Arapların Kralı/Sultanı olarak gören Hüseyin “1 milyon sterline yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edilmişti.”

Osmanlı’nın yıkılış sürecinde gücünü Batılı emperyalistlerden alan Arap Milliyetçiliği kendilerine özellikle uluslararası konferanslarda verilen devlet kurma sözleri tutulmayıp, İngiltere/ Fransa manda gücü olarak (1916 Sykes-Picot Anlaşması gereği kendi aralarında paylaşım amaçlı) bölgeye yerleşirken, bölgedeki Arap aşiretleri iktidar/krallık için birbirleriyle kıyasıya savaşacaklardır.

(Mekke Emiri Şerif Hüseyin karşısına çıkan Abdülaziz es-Suud liderliğindeki Vahhabi güçler karşısında 1925’de kaybederken, Hicaz’ı ele geçiren Suud Ailesi Suudi Arabistan Krallığı’nı 1932’de kuracaktır).

(Dünya Savaşında Araplarla yaşananlar F.Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” kitabında yalın ve hazin bir şekilde anlatılır.)

---------------------------

II. Dünya Savaşı sonrası Arap ülkelerinin çoğu bağımsızlıklarını kazanırken, Arap milliyetçiliği bölgede 1948’de kurulan İsrail devleti ile birlikte Arap-Yahudi çatışması ile farklı bir mecraya evrilecektir.

(1917’de İngilizlerin Balfour Deklarasyonu ile Yahudiler için bir vatan vaadi bölgenin tarihine eklenen yeni bir sorun olarak başta -trajik bir şekilde etkilenen- Filistin olmak üzere tüm bölge ülkeleri gelecek yıllarda derinden hissedeceklerdi. 20.yy ortalarından 21.yy çeyreğine gelinen süreçte; Bölgesel savaşlar/işgaller/içsavaşlar/mezhep çatışmaları/Arap baharı gelişmeleri çerçevesinde bir sarmal/kaos ortamı Ortadoğu bataklığı olarak addedilecekti.)

Lawrence’in mezarı üzerinde ölümünün 50. yıldönümünde bulunan, SM simgeli yazıda: “İhanete uğramış milyonlarca Arap adına… Biz Araplar için büyük düşleriniz vardı ve biz de, sizin ve yönetiminizin yardımlarıyla, yalnız Osmanlıdan özgürlük kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda, 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi hüviyet ve gururumuzu yeniden sağlayacağımızı umut etmiştik. Heyhat, Aurens(Lawrence), ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap dünyası, savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz karanlık görünüyor…” (The Guardian Gazetesi, 20.5.1985).

Günümüz Türkiye’sinde, Arap kültürü ile yoğrulmuş siyasal İslamcılar/dinciler, Atatürk’ün Batı emperyalizmi yanında Arap kültür emperyalizmine karşı akıl ve bilimi, ulusal benlik ve bilinci öne çıkarmasını, Cumhuriyetle/devrimlerle birlikte kuldan birey, ümmetten yurttaş yaratmasını, kadın haklarını, dinsel istismarın/sömürünün önüne geçen laiklik kazanımlarını, modernleşme gelişmelerini bir türlü hazmedemeyecek, Türk halkına çağdaş bir toplum rotası çizen Atatürk’ü din karşıtı ve deccal olarak yansıtacaklardır.

Atatürk sonrası Arap kültür emperyalizmi, inanç/kutsiyet istismarı ve din/mezhep çerçevesinde, özellikle ABD’nin de desteğiyle, 1950’den itibaren kademe kademe, Anadolu topraklarında yeniden devreye sokulur. 

Türkiye, -özellikle 21. yy çeyreğinde kesintisiz AKP iktidarı sürecinde-, BOP/GOP projesi çerçevesinde “Türkiye’nin Araplaştırılması stratejisi” ile “Ortadoğu sarmalında bir ülke” olması kapsamında, -yine emperyalistlerce çıkarılan iç savaşların bir sonucu milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması yanında- arsa/arazi/emlak/turizm yatırımı ile vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi sonucu demografik işgal olarak nitelendirilebilecek bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Türkleri Ortaçağ cemaat yapısından millet yapısına ve şuuruna ulaştıran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk; “Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen ve esas kalacaklar” sözleriyle, ulus olmanın, ulusal bilince sahip olmanın, ana dil ve ulusal tarih konusunda bilgi/bilinç sahibi olmaktan geçtiğini çok iyi biliyordu. Kendi öz dili ve tarihi temelinde kendi öz kültürünü oluşturamayan uluslar bağımsız olarak yaşayamaz, tarihte görüldüğü gibi yok olurlar.

Cumhuriyet’in kazanımları ve değişimlerin farkına var(a)mayanlar veya değer bil(e)meyenler açısından farkındalık noktasında -üzerine basa basa/tane tane- izaha çalışırken;

Ulusal benlik ve bilinç, ulusal bağımsızlık ve egemenlik ile birlikte anayasada güvence altına alınan ‘demokratiklik, laiklik, sosyal hukuk devleti’ ilkeleri Cumhuriyet’in değişmez/değiştirilemez ilkeleri olarak olmazsa olmazlarımızdır.

(5 Ekim 2024)

Remzi KOÇÖZ









Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz